Skip to content

Galata’dan Giyotine

Hatırlarsınız… Tom Hanks’a Oscar kazandıran Philadelphia filminde unutulmaz bir sahne vardı. AIDS olduğu gerekçesiyle işten çıkarılan eşcinsel bir avukatı canlandıran Hanks, avukatını oynayan Denzel Washington’a bir arya anlatıyordu. Umberto Giordano’nun yazdığı Andrea Chenier operasından Maria Callas’ın seslendirdiği bu arya, nefesleri kesiyordu.

İşte bu operanın kahramanı André Chenier, Galata’da dünyaya merhaba demişti. Sen Piyer Hanı’nda ikâmet eden Fransız Konsolosu’nun oğlu, üç yaşında ülkesine dönmüş, kardeşiyle birlikte iyi bir eğitim almıştı. Orduda tutunamamış, birtakım aydınlarla olan tanışıklığı kim bilir onu giyotinin altına sürüklemişti; tabii şiirleri de.

Fransız İhtilali’nin hemen sonrasıydı. Oluk oluk kan akıyordu topraklara. Ülke Terör Dönemi’ne girmiş, giyotinler durmuyordu. Robespierre kendi çocuklarını yiyen devrim piyesini yönetiyordu. Muhalif sesler kesiliyordu.

Devrim taraftarı Chenier, kraliyet ailesi için çıkarılan idam kararına karşı çıkarak kendi kalemini kırmıştı. “Hiçbir suç ölüm cezasını gerektirecek kadar büyük değildir” düşüncesi onu zindanlara taşımıştı. Savunma hazırlaması gerekirken, o kendisini sürekli şiire veriyordu. Zira savunmanın suçlular için olduğuna inanıyordu. Kardeşi affedilmesi için çok çalışsa da Robespierre, onun dizelerini unutmamıştı.

25 Temmuz 1794’te koca bıçak iniyor, Chenier’nin başı gövdesinden ayrılıyordu. Oysa son olarak dediği gibi kafasının içinde daha çok şey vardı!

Son şiirine kulak vermeli.

Canlanır son ışık ve tatlı rüzgarlar gibi,
Gözümde güzel günler,
Dibinde giyotinin üflerim neyimi,
Deyip neylersin kader.

Düşünmeden kendimi, çürüyüp gideceğim,
Bu karanlık çukurda
Benim de kaderim bu! Orada bekleyeceğim,
Alışalım unutmaya.