Skip to content

Atın Yiğidi, Yiğidin Ciridi

Göçebe kavimler için atlar yalnızca birer hayvan değil, hayatın devamını sağlayan bir mucizeydi. Avrupa’nın göbeğini işgal eden Hunlar, Çin sınırlarını asırlarca yağmalayan Türkler, muhteşem İran medeniyetini harabeye çeviren Moğollar, tüm zaferlerini at üstündeki kabiliyetlerine borçluydu. Göçebe hayatın merkezine yerleşen atlar, insanların eğlenmek için icat ettiği oyunlara da sirayet etti.

Ciridin ayak izlerini Orta Asya’ya dek takip edebiliyoruz. Gittikleri coğrafyalara bu sporu da götüren atlılar, ellerinde ağaçtan yapılmış kısa mızraklarla dört nala atlarını sürer, rakiplerine isimleriyle seslenerek ciridi fırlatır, isabet eden cirit başına puan alırlardı. Rakipler de boş durmaz, akrobatik hamlelerle ciritten kaçmaya çalışırlardı. Bazen düşecekmişçesine aşağıya sallanırlar; bazen ciridin gittiği istikamete atlarını sürer, bilerek tahta mızrağın menziline girer ve bir ellerini arkaya uzatıp ciridi havada yakalarlardı.

Cirit oyunu, belli başlı tehlikeleri de beraberinde getiriyordu. Attan düşmek her daim ölümcül bir tehlikeydi. Suratına cirit isabet edenlerin gözleri oyulabiliyor, yanakları parçalanabiliyordu. Hatta Evliya Çelebi cirit oynarken dört dişini kaybetmiş ve bazı harfleri telaffuz edemez hale gelmişti.1 Ciritçiler kadar çevik ve kuvvetli olması gereken atlar ise tüm bu tehditlere karşı korunurdu. Fırlattığı cirit rakip ata isabet eden sporcu derhal diskalifiye edilirdi.

132

Cirit oyununun bazen teke tek, bazen at olmaksızın oynandığına rastlıyoruz. Fakat makbul olanı, iki takımın kozlarını paylaşması. Mesela Osmanlı hakimiyetindeki İstanbul’un en önemli spor müsabakaları devrin meşhur atlı takımları arasında oynanırdı: Lahanacılar ve Bamyacılar. 17. asrın meşhur seyyahlarından Jean-Baptiste Tavernier, cuma günleri At Meydanı’nda cirit müsabakaları tertip edildiğini ve birkaç bin kişinin oyunları seyrettiğini anlatıyor:

Oyunları takip eden padişah, sakatlananlara veya cesaretleriyle zafer kazananlara keselerce ihsanda bulunur. Padişah çekilince avluda kalanlar akşama dek cirit oynamaya devam eder. Ne var ki onlar ne kadar iyi vuruş yaparsa yapsınlar, nasıl yaralanırsa yaralansınlar hiç ihsan almazlar; çünkü artık ne onların yiğitliğini seyredecek bir hünkar, ne de ihsan dağıtacak bir hazinedarbaşı var. Yalnızca ciridin neşesiyle akşamı bulurlar.

  1. “Savt-ı sağîr ile söylenen harfleri (sîn, şın, sâd, ze, dâl…) edâ edemez olduk.” Evliya Çelebi seneler boyunca aynı dertten mustarip olacak, dua bile okuyamadığından şikayet edecek, epey zaman sonra gittiği Viyana’da nihayet bir diş hekimince tedavi edilecek ve meşhur seyahatnamesinde dişlerinin bir gecede Nahcivan demirine döndüğünü, ceviz kırabilecek hale geldiğini söyleyecekti. []