Skip to content

Garbo

Jorge Garbajosa ile ilgili anılarım pek iç açıcı değil. Dünyanın en antipatik takımı olma konusunda kolay kolay kimsenin eline su dökemeyeceği İspanya milli takımının oyunu kadar, iticiliğiyle de önde gelen isimlerinden biri olmasının yanında, Japonya’da Coach K ve adamlarına haddini bildiren Yunanistan’ı finalde yıkan adam olması ya da 2003 Final-Four’unun sempatik takımı Montepaschi Siena’ya karşı neden bir tane bile faul kaçırmayıp, tarihi bir geri dönüş hikayesine izin vermediği gibi ayrı ayrı kötü anılarım mevcut kendisiyle. Takımların optimizasyonlarına dair hikayelere çok daha sık rastlasak da bir oyuncunun etkileyici olmaktan uzak yeteneklerine rağmen, elindeki malzemeyi nasıl bu kadar iyi kullanıp, nasıl bu kadar üst seviye bir performans gösterebildiğine pek az şahit oluruz. Toronto’daki sakatlığından sonra işler onun için eskisi gibi olmadı zira “İspanya’da çocuklar, Barcelona veya Real Madrid formasını giymeyi hayal ederler ama benim hayalim sadece milli takımda oynamaktı” diyen biri olarak ülkesindeki Avrupa Şampiyonası’nda forma giymek için kariyerini riske etti. O eskisi gibi olmadığından beri İspanya da eskisi gibi değil sahada. Özel takımların kilit parçası olduğu gibi, özel bir adam olduğu da tartışılmaz.