Skip to content

Kieślowski ile Kahve Dünyası

Kieslowski 13 Mart 1996’da aramızdan ayrılmıştı. Ben o zamanlar Kieslowski’nin dahil olduğu bir dünyanın parçası değildim, çok sonraları TRT 2’nin kıyağı ile girdiğim Dekalog’la başladığım serüvende hala sadece o dünyanın alıntılarından etkilenme kısmındayım. Belki bir gün kapıdan içeri girebilirim. Belki siz çoktan içerdesiniz, bilmiyorum, yine de buyrun, bir sandalye çekin, bir kahve hazırlayın…

“Hayattaki pek çok şey, kahvaltıda elinize kimin vurduğuna bağlıdır. Bu da babanızın, büyükbabanınız, büyükannenizin, genel olarak soyunuzun kim olduğunu gösterir. Dört yaşındayken, kahvaltı masasında yaramazlık yaptığınız için elinize vuran kişi, daha sonra da başucunuza ilk kitabı koyan ya da onu Noel armağanı olarak veren kişidir…”

“İçinde yaşadığım dünya, arkadaşlarımın dünyası, bisikletler, koşuşturmalar, kayaklarla kaymalar, bunlar gerçek dünyaya aittiler. Kitapların dünyası da bana eşit oranda çekici görünüyordu, her tür maceranın dünyası. Bu dünyanın sadece Camus ve Dostoyevski’nin dünyası olduğu doğru değil. Onlar da bu dünyanın bir parçasıydı ama bu dünya aynı zamanda kovboy ve Kızılderililerin dünyası, Tom Sawyer ve bütün o kahramanların dünyasıydı. Dostoyevski’den mi yoksa kovboyların maceralarını yazan üçüncü sınıf Amerikalı yazarlardan mı daha fazla şey öğrendiğimi kestiremiyorum. Bilmiyorum…”

“Anne babayla ilişkiler hiç adil değil. Onları en iyi durumlarında, en enerjik hallerinde, en hayat dolu zamanlarındayken tanıyamıyoruz. Ya da o kadar ufağız ki onların farkına varmıyoruz. Sonra büyümeye ve bazı şeyleri anlamaya başlıyoruz ama onlar yaşlanmış, önceden sahip oldukları enerjiyi yitirmiş oluyorlar. Gençken oldukları kadar yaşama tutkusuyla dolup taşmıyorlar. Hayal kırıklığına uğramış, başarısızlığı tatmış oluyorlar. Yeterince acı çekmiş oluyorlar. Benim annem babam olağanüstüydü. Harikaydılar. Sadece onları tanımam gereken zamanda tanıyamadım. Aptallık etmişim.”


“Bazı filmler güzel olduklarından aklımda kalmıştır. O filmleri çok iyi hatırlıyorum, çünkü bütün hayatım boyunca böyle bir şeyi asla yapamayacağımı düşünürdüm. Bunun sebebi parasızlık ya da gerekli teknik araçlara sahip olamamam değil, yeteri kadar hayal gücüm, zekam ve yeteneğimin olmamasıydı. Her zaman kimsenin asistanı olmak istemediğimi söylemişimdir. Ama mesela Ken Loach istese seve seve kahvesini yaparım. Kes’i sinema okulunda gördüğüm an bunu anladım.”

“Senaryo ve yönetmenlik dersi verdiğim genç meslektaşlarımı kendi hayatlarını incelemeye teşvik ediyorum. Bunu herhangi bir kitap ya da metin için değil, kendileri için yapmalılar. Onlara her zaman, bugün, bu insanların arasında şu sandalyenin üzerine oturmanıza sebep olan hadiselerin neler olduğunu düşünün diyorum. Neler oldu? Sizi buralara ne getirdi? Başlangıç noktası budur.

“Sıkıyönetim dönemi sırasında siyasetin çok da önemli olmadığını anladım. Siyaset bir bakıma tabii ki nerede olduğumuzu, ne yapmaya iznimiz olduğunu ya da olmadığını tanımlayabiliyor, ama gerçekten önemli insani sorunları çözmüyor. İster komünist ister kapitalist bir ülkede yaşayın, siyaset hiçbir zaman şunları cevaplamıyor. Hayatın gerçek anlamı nedir? Neden sabahları uyanıyoruz?”

“Genç meslektaşlarıma hep şunu söylüyorum. “Bir filmde çakmak çaktığınızda, bu çakmağın çakıldığı anlamına gelir ve çakmak çakılmadıysa bu çakmak çalışmıyor demektir.” Başka bir şey demek değildir ve olamaz da. 10 bin kerede bir başka bir anlama gelirse, birisi çok büyük iş başarmış demektir. Bu mucizeyi bir kez Orson Welles gerçekleştirdi.”

“Benim ilk filmimden son filmlerime kadar hepsi, pusulalarını şaşırmış, nasıl yaşamaları gerektiğini bilmeyen insanlar üzerinedir. Bütün bunlar neden? Neden sabah kalkıyoruz? Neden akşamları yatıyoruz? Sonra yine niye kalkıyoruz? Bir uyanışla diğeri arasındaki vakti nasıl geçirmeli? Sabahları huzur içinde traş olmak ya da hazırlanmak için zamanımızı nasıl değerlendirmeliyiz gibi çok temel sorulara cevap arayan insanların öyküsü…”

Kaynak: Kieslowski Kieslowski’yi Anlatıyor (Danusia Stok, Agora Yayınları)