Skip to content

Belgrad Notları #4

– İlk üç günde bir tane falsosu çıkmadı Belgrad’ın.

– Dördüncü günün yolu uzun. Önce Aziz Sava Katedrali, sonra eşeköldüren dilimli, kremalı pizza, sonra kahve-rakija, sonra Nikola Tesla Müzesi ve sonra da cevabi sa kajmakum yenecek restoran.

Aziz Sava Katedrali bitmemiş daha. Halbusi haritada bitti yazıyor. Bitti demediniz mi lan demeyeceğim. Ama zor tutuyorum kendimi. Bitmemiş ama insanlar içeri girip dua ediyorlar, mum falan yakıyorlar. Henüz ayin yapılamıyormuş. 100 yıllık bir süredir sürüncemedeymiş. Gerçi Sırpların genel özelliği böyle, hakikaten çok ilginç. Misal benim arkadaşlar 2 yıldır birlikteler, evi daha yeni yeni dekore ediyorlar. Aceleleri yokmuş. Aileleri Bosna sınırındaki evlerini 15 yıldır mı ne inşa ediyormuş. Irkları “raad”.

– İlk durağı geçtik ama acıktım ben. Belgrad’da öğle yemeği geçiştirmelik gibi. Kimse oturup adam gibi çorbasıdır, salatasıdır yemek yemiyor. Ya fırınımsı fast food’culardan bir dilim hayvani büyüklükte pizza alıp üstünü 4-5 kat peynirle doldurtuyor, ya da sosisli sandviç falan yiyorlar. Daha doğrusu öğle yemeğini, öğle kahvesi ve sigarası içebilmek için yiyorlar. Neyse yiyelim içelim de Nikola Tesla reyizin müzesine gidelim…

– Oğlum müzeye gitmeyin… Hatta Nikola Tesla’nın wikipedia sayfası>Nikola Tesla müzesi. Tartışmam bile. Git iki makale oku, bir de Philadelphia Experiment  izle, tamamdır. Ufacık bir ev, sadece alt katı müze, içinde Nikola Tesla’nın iki üç ıvır zıvırı, diplomaları ve iki üç tane de icadının mini versiyonu var. Hani müze değilmiş de, Nikola Tesla hayranı bir insan evladı fan sayfası açmış gibi. Ziyaretçi defterine de yazdım zaten. Nikola Tesla daha iyisini hak ediyor… 35 dakika sürdü lan.

– Skadarlija’ya biraz erken gittik. Saat beş civarıydı, dolayısıyla aksiyon başlamamıştı daha. Geçiniz, aksiyonlu zamanını anlatırım ileride.

– En büyük AVM’leri Uşçe. O da Cevahir’in sinemasının yarısı kadar. Tam arkadaşa bu Cevahir sineması geyiğini anlatıyordum, Uşçe’nin yanında bir grafiti gördüm. Binadan yapılmış dişler bir ağacı yiyordu. “Aha” dedim, “bak işte İstanbul’un özeti…

– İstikamet Zemun’du. İstanbul’un Karadeniz kıyısına benziyor biraz. Hatta Garipçe gibi, her yer restoran. Çoğu balık restoranı. Yazın bir daha gelmek lazım.

– Günün olayı cevabi sa kajmakum. Dün ufak bir ekmekarası versiyonunu yediğim cevabinin aslını sipariş ettik. Önden salam, sucuk, pastırma, peynir falan geldi, restoranın özel birası geldi. Yavaş yavaş bu önsevişmeden sıkılmaya başlamışken şu arkadaş geldi. Sade etten köfte, krem peynir kıvamında kaymak, söğüş soğan-lahana ve patates kızartması… Bu, kişi başı 4 bira, kahve ve rakija tek kişilik kebapçı masrafı kadar bile tutmadı.

– Keep Calm and Cevabi Sa Kajmakum.