Skip to content

İlk: Crowe

inan2

Cameron Crowe, Say Anything (1989)

Rock müziğe merak salan, eski yazıları okumayı seven herkes gibi Cameron Crowe’un filmlerine yolu düşenlerdenim. Kabul edelim, hepimiz gizliden gizliye kıskanırız onu. 17 yaşında Led Zeppelin ile takılan, anıtsal müzisyenlerle yolu kesişen, Almost Famous ile tarihe imzasını atan, Grunge’ın yüzakı filmlerinden Singles’ı çeviren, Pearl Jam ile belgesel çeken, Tom Cruise’un güzel filmlerinden ikisini yapan, Sean Penn’in parladığı Fast Times at Ridgemont High’ı yazan beyefendiye imrenmemek ne mümkün? Efsane müzik yazarı Lester Bangs ile arkadaşlığını saymıyorum bile.

Bir iddiam var. Bütün bu başarıların, kilometre taşlarının mimarı Cameron Crowe aslında kariyer eserini ilk filmi “Say Anything” ile vermiştir. Bir gün adı tarihten silinse bile asla ve asla o film, o müzikler, o sahneler unutulmayacaktır. Neden? Basit ve kısa nedenleri var.

1- John Cusack etkisi: Ben söylemiyorum, Amerikalı yazar Chuck Klosterman söylüyor. 1965 ile 1978 arası doğan bütün kadınların ortak noktasının John Cusack hayranlığı olduğunu yazmıştı bir kitabında. Neden? Zira hepsi Lloyd Dobler’a aşıktır. O da kim? Say Anything’de Cusack’in canlandırdığı karakter. Diane Court’a olan aşkı, kıyafetleri, çaldığı şarkılar ve geleceğe dair ne yapacağını hiç bilememesi ile herkesi etkilemiştir Cusack, pardon Dobler…

2- Ione Skye etkisi: Bazılarınız onu Anthony Kiedis ile çektirdiği çıplak fotoğraflardan tanıyordur. (Kendime seslendim) Fakat esasında Say Anything’i izleyen kimsenin onu unutabileceğini sanmıyorum. (Bir kez daha kendime seslendim) O kadar farklı bir güzelliği vardır ki hem daha sonrasında beklendiği kadar ünlü olmamasına, başka iyi filmler çevirmemesine şaşırır hem de şaşırmazsınız. Zira onun bu filme özel bir star olarak kalması mutlu eder sizi. Bu film gibi, bu filmin kahramanlarını da herkesle paylaşmak istemezsiniz.

3- Peter Gabriel etkisi: Bu eski, uzun, aslında çok uzun olmayan bir hikaye.

Peter Gabriel ile nasıl tanıştığımı çok iyi hatırlıyorum. Kanal değiştirirken rastlamıştık. Bir gün Phil Collins sahnedeydi, ekranda Genesis yazıyordu. Kaç yaşında olduğumu hatırlamıyorum ama kontrol etmeye üşenmesem bulurum. Üşeniyorum. Nerede kalmıştık? Genesis’te. Sahnede yaşlanmış bütün ünlü gruplar gibi eski, gençlik hallerini taklit ediyorlardı. Kuzenimle beraber izliyorduk. Gerçek Genesis’in bu olmadığını söyledi. Gerçek Genesis kimdi? Peter Gabriel.

Peter Gabriel’dan nasıl etkilendiğimi çok iyi hatırlıyorum. Twitter’a ilk girdiğim zamanlardı. Yaptığım ilk iş Lance Armstrong’u takip etmek olmuştu. Zaten Twitter’ı kendisiyle tanımıştım. Alberto Contador’a adını bilmediğim bu icat üzerinden laf soktuğunu öğrenmemle bu mecraya akmam bir olmuştu. O maceralardan geriye çok fazla bir şey kalmadı, o atışmalardan, rekabetten. Hatta üzerine o kadar çok gelişme yaşadık ki geriye bakınca yıllar geçmiş gibi hissettiriyor. Fakat bütün bu Lance Armstrong deneyimlerinden bana kalan bir Tweet var, o günden beri sürekli dinlediğim bir şarkıyı hafızama katan:

Lance Armstrong Peter Gabriel

Peter Gabriel’ın nasıl en sevdiğim film sahnelerinden birini şenlendirdiğini çok iyi hatırlıyorum. Lloyd Dobler ve Diane Court’u barındırıyordu. Detayı anlatmayacağım, izleyince görürsünüz. Sadece Cameron Crowe’un arkaya Peter Gabriel’dan In Your Eyes’ı koyması vurup geçmişti beni. Kaç kere geri sarıp o sahneyi izlediğimi hatırlamıyorum. Neden? Belki sadece şarkıyı dinlemek için, belki Diane Court’a hayran olduğum için, belki Lloyd Dobler’dan bir şeyler öğrenmek için, belki Chuck Klosterman’ın yazdıkları için, belki Cameron Crowe için, belki Lance Armstrong’un o tweetini doğru zamanda, doğru yerde okuduğum için.

Garip olan, bazen o sahnede aslında benim için hem In Your Eyes’ın hem Red Rain’in çaldığını düşünüyorum. İki şarkıyı da o sahneye, yan yana veya üst üste koyabiliyorum. İki sahne ve bütün bu anlar, bütün bu insanlar sanki o sahnenin bir yerinde beraber barınabiliyorlar.

Cameron Crowe’un Say Anything’i bir klasik. 1989. 24 yıl geçti ve hâlâ muhteşem.