Skip to content

Ekim 6, 2015

Kubbede Baki Kalan Posterler

Nike’nin 70’li ve 80’li yıllarda yaptığı fantastik posterleri bilmeyen yoktur. Sporcuların isimlerini veya nicklerini kullanarak hazırlanan posterler, basketbol forumlarında hala sohbet konusu olur; George “Iceman” Gervin, Norm “the Storm” Nixon, Darrell “Dr. Dunkenstein” Griffith… Yabancısı olduğumuz bir konsept değil. Vaktiyle Türkiye’de de benzer mizansenler kullanan gazeteler olduğunu biliyoruz; altın kaplama miğfer takan İskender, Rumeli Hisarı’nda başına sarık sarıp poz veren Fatih, Mevlana misali tennure giyip ellerini iki yana açan Celalettin…

Geçtiğimiz aylarda kaybettiğimiz Dawkins ve Malone’un posterleri de basketbol forumlarında hoş bir sada, NBA sohbetlerinde buruk bir tebessüm oldu.

poster

İlk posterde Darryl “Chocolate Thunder” Dawkins var. Dawkins yaptığı smaçlarla, kırdığı potalarla, fantastik beyanları1 ve renkli gece hayatıyla NBA’in gördüğü en çılgın adamlardan biri. Mesela yaptığı muhteşem smaçlardan bazılarına isimler verirdi; Go-rilla ya da in your face disgrace ya da mama shakin, rim breakin ya da lost my job, hit my boss, got it back ya da Chocolate Thunder flyin, Robinzine cryin, teeth shakin, glass breakin, rump roastin, bun toastin, Wham-Bam-I’m a Jam… gibi.

Chocolate Thunder, belki de kariyerinin en parlak günlerini Dr. J’le beraber Sixers’ta yaşadı. “Müthiş yetenek” ile “mahallenin delisi” arasında gidip gelen performansı sayesinde Sixers taraftarının abartılı sevgisine kavuşan Darryl Dawkins, takım yıllar boyunca şampiyonluğa ulaşamadığı için 82 sezonunun sonunda takas edildi. Akabinde Moses Malone Philadelphia’ya geldi …Ve Musa ribaunda çıktı; Ve Musa basket topu deryasını ikiye ayırdı. 1983 sezonu Philadelphia spor tarihinin son altın sayfası oldu ve Moses Malone’un sürüklediği Sixers Fo’ Fo’ Fo’ tezahüratıyla şampiyonluğa uzandı.

Malone’un tahminler konusunda gevezelik yapmaktan hoşlanan biri olduğunu biliyoruz.2 1983 playoffları başlarken yine abartılı bir tahminde bulunmuş ve verdiği demeç, tüm gazetelerde “Four, Four, Four” şeklinde yer bulmuştu. Fakat bu demeci tarihe geçiren isim, Philadelphia Daily News’in efsanevî spor yazarı (ve taraftarı) Stan Hochman oldu. Köşesinde her zamanki renkli üslubuyla Moses Malone’un aksanını taklit ederek “Fo, Fo, Fo” yazdı ve bu kelimeler Sixers tribünlerinde unutulmaz bir tezahürata dönüştü. Philadelphia Eagles’ın Super Bowl maceralarını, Philadelphia Flyers’ın NFL şampiyonluklarını, Philadelphia Sixers’ın NBA şampiyonluğunu saha kenarında takip eden ve şehrin spor tarihinde kendine yer bulan Hochman, tıpkı Moses Malone ve Darryl Dawkins gibi 2015 yılında hayatını kaybetti.

Geçtiğimiz günlerde Philadelphia Daily News’in 1983 basketbol arşivini karıştırırken, Hochman’ın bir yazısına (2 Mayıs 1983) rastladım. Dawkins ile Malone’u her zamanki muzip üslubuyla kıyaslıyordu:

“Darryl başka bir gezegenden geldiğini söylerdi, Moses ise başka bir gezegenden gelmiş gibi oynuyor.”

  1. Mesela LoveTron isimli bir gezegenden geldiğini iddia etmişti. Bu gezegendeki kadın basketbol takımına “Love-a-Doves” diyorlardı, yıldız oyuncu ise “Juicy Lucy” ismindeydi. []
  2. Mesela 1983 sezonu başlarken “70 galibiyet alacağız” demişti, 65 galibiyet aldılar. Keza playoff’lar başlarken “4, 4, 4” diyerek herkesi süpüreceklerini ima etmişti, 1 maç kaybettiler. []

Ekim 5, 2015

Ligue 1 Notları #9

4096

  • Pauleta’nın 5 sezonda attığından bir fazlasını attı üç buçuk senede İbra. 110 gün sakatlık yaşamasına rağmen bir de. Sezon sonu büyük ihtimalle ayrılacağı için Parizyen tribünler keyfini çıkarmaya uğraşıyor. Plaketini de kaptı Naser El Helaifi’den. Le Classique’te 9 maçtır kaybetmiyordu PSG, ki bu maça kaybedecekmiş gibi başladılar açıkçası. Michel’in iki merkez oyuncusu Barrada ve Cabella’yı kanatlara kaydıran sistemine ek, Lass ve Lucas ikilisi ortadaydı. Alessandrini ve Batshuayi maçın ilk 20 dakikasında bir saniye bile durmadı ki, Zaten Batshuayi’nin ceza sahası koşusunu gören Barrada tam kafasına kesince 1-0 oldu. Aslında ilk 20 dakikada bulması gereken golü PSG uyanmaya başladığında buldu Marsilya, o da enteresan. Sonra Barrada’nın aptalca bir geri pası ve Rolando’nun dikkatsizliği… Arka arkaya iki penaltı ki, ikisinde de hakeme hata bulmak pek mümkün değil. Hatta ilkinde İbra’ya balyozu indiren Mandanda’ya kırmızı çıksa itiraz edilmez. E Parc de Princes’te 41 ve 44’te iki penaltı yedikten sonra 2-1 geriye düşüyorsanız, ikinci yarıdan pek hayır gelmez mantıken. Fakat geldi. Aurier’nin içine van der Wiel kaçan pozisyonda yaptığı hatayla bulunan penaltıyı Barrada Trapp’a vurunca, orada maç bitti. PSG St. Etienne’den 7, Lyon’dan 8, Monaco’dan 10 ve Marsilya’dan 15 puan önde. Lig bitti. Blanc’ın Şampiyonlar Ligi hedefleri için – eğer varsa – iyi haber. Maç sonu Matuidi “Marsilya’nın yeri ve puanı oyunlarını yansıtmıyor” demiş. Ya sen güzel şeyler düşün be Blaise.
  • Şimdi St. Ettienne’e şöyle geçeyim, bence Ruffier’nin milli takıma çağrılan 3 kaleciden biri olmama ihtimali dünyanın hiçbir takımında yok. Kafamdaki şeyi yazınca aynı tadı vermedi. Ruffier milli takımda nasıl üç kaleciden biri olmaz? Bu daha iyi. Caen maçının ilk yarısında da 4-0’ı çıkarmış. Galtier’nin Caen karşısında önde basması hakikaten akıl alır gibi değil. Vincent Bessat’yı kral yapmışlar. Garande’ın yaptırdığı bir şey var, savunma dörtlüsü ortada Feret’yi bulur, alan varsa top sürülür, kanattaki uçaklar boşsa onlara atılır, sonra ceza sahası. Geçen sene 50 tane attığı golden yine atmış Caen ama Galtier gibi bir adamın takımının bunu yemesi gerçekten acayip. Dediğim gibi, 4-5 farkı da kaçırmışlar. St. Etienne ligin zirvesinde Abdurrahman Çelebi’ydi zaten, bu kadronun maksimum ilk 5 yapabileceği son iki haftada perçinlendi.

netep

  • Monaco’nun skoru falan mühim değil. Rennes maçının hemen başında Doucoure’nin orta sahada dümdüz koşup Ntep’le yaptığı bir verkaç sonunda Subaşiç’le karşı karşıya kaldığı bir pozisyon var, gol olmamış ama Monaco’nun ne denli rezil durumda olduğunu gösteriyor. Alamet-i Farika’sı savunma olan ve hatasızlık üzerine kurulmuş bir takımda savunma dörtlüsü aynı pozisyonda birbirinden farklı çizgilerde ofsayt bozup ofsayt bekliyor. Monaco’nun özeti bu. Bu dediğim işte yukarıdaki foto. Rennes üst üste dördüncü maçında da berabere kaldı. Büyükler rezil durumdayken ellerine geçen Avrupa’ya gitme şansının içine etmeye çalışıyorlar. Kısfmet.
  • Lyon’da Lacazette hafta içi milli takıma alınmadı, hafta sonu Ntep sakatlanınca çağrıldı. Penaltı kaçırmaya devam ediyor, sonraki maç yine atmaya gidip yine kaçırıyor. Üç dakika sonra gidip gol atıyor falan. İyice enteresan bi adama dönüştü. Lyon sezon başı çok düştü. Şampiyonlar Ligi’ni kaldıramadılar, Fekir hala sakat. Yine de gelecek sezonda da Şampiyonlar Ligi’ne gitme konusunda en büyük aday onlar. PSG artık rakipleri değil. Reims bozmasın. Yeni nesil hocaların hocası Guegan Lyon gibi deplasmana zayıf orta alanla çıkınca bütün maçı edilgen geçirmişler ama 3 net fırsatı Lopes çıkarmış. Alıp giderlermiş puanı.
  • Bu Angers kazanmaya devam ediyor. Adamlar şimdiden ligde kalmak için yeterli puanı topladılar neredeyse. Bir ara yazmıştım, ortalaması 1.86 civarı bir 11’le oynuyor olmaları onları öne geçtiklerinde adam öldüren bir takım haline getiriyor. Kapanınca kale gözükmüyor. Yalnızca fazla hızlı takımlar karşısında sıkıntı yaşıyorlar ki tek mağlubiyetlerini Waris’li, Guerreiro’lu, Moukandjo’lu Lorient’dan aldılar. Misal 21 Kasım’da Caen maçı var, onu izlemek lazım. Neyse, helal olsun be.
  • Guingamp’da hoca gibi hoca Gourvennec takımı oturttu. Bir an önce ön tarafı halletmezlerse düşebilirler demiştim ikinci hafta, ki istatistik bile var, en son bir sezon önce en fazla gol atan iki oyuncusunu gönderdiği sezon (Drogba+Malouda/Beauvue+Mandanne) düşmüşler. Ama hallettiler orayı. Benezet de iyi oturdu. Troyes’sa Ajaccio’yla birlikte sezon boyu can çekişecek gibi duruyor. İte kaka pozisyona girip onu da atamıyorlar, kırılma anları sezon başından beri hep rakip lehine.
  • Ulan Nantes’ın deplasmandaki iki gol atmasına doğa ana bile inanamadı, Nice deplasmanında 40. dakikada durum 2-2’yken tufan bastırdı maç iptal oldu. 
  • “Merhaba, ben Willy Sagnol. En önemli özelliklerimden biri bilinmezlerle dolu oluşum. Bir hafta Nice’ten 6 yer, ertesi hafta Lyon’u 3-1 yener, sonraki maç Lorient’a 3-2 yenilirim. Ne dersin, sıcak şarap içelim mi?”
  • LİLLE İKİ GOL ATTI! I REPEAT, LİLLE İKİ GOL ATTI.
  • Ben Montpellier, Toulouse ve Nantes’a gerçekten dayanamıyorum.
  • Lig bitti, PSG’nin buradan vermesi gerçekten doğaüstü bir olay olur. Milli ara dönüşünde çok acayip şeyler var. Monaco-Lyon‘da Jardim şutlanabilir, Reims-Caen‘de Caen Avrupa’ya oynayabilir, Angers Toulouse deplasmanında kazanır derin bir haydaaa çektirebilir.

Eylül 28, 2015

Ligue 1 Notları #8

hatem-ben-arfa-nice-ligue_3357017

 

  • 13 tane kafa golü atılmış bu hafta. Son 10 sezonun rekoru. Sloan Privat, aktif oyuncular arasında en fazla kafa golü olan, yine yazmış. Helal valla.
  • Hatem çıldırmış, EURO 2016’da olmak istiyor. LSD sponsorluğunda geçen maçta St. Etienne 4 sene sonra ilk kez evinde üçten fazla yedi. Galtier için işler bayağı iyi giderken 6 dakikalık periyotta tamamen bireysel yeteneğe bağlı iki gol attı Ben Arfa ki ikincisi hakikaten acayip. Devre öyle bitmese büyük ihtimal puansız çıkardı buradan Nice ama yıllardır olmayan bi adamları var artık; bireysel yeteneğiyle maç kazandıran oyuncu. Esas muhteşem iş ise Puel’in takımı bu sezon geriye düştükten sonra 8 puan aldı. Bu da lig başı performansının öyle zamanla geçecek bir şey olmadığına işaret belki. Yalnız St. Etienne için kötü konuşmamak lazım. Bu bayağı ekstra bi maç oldu. Nice’in 9 kişi kalması saçmalık, ikisi de yanlış kırmızı, Mouez Hassen biri penaltı 4 tane net gol çıkarmış. Ha tek problem, St. Ettienne maçları bu kadar zevkli geçmezdi, o nasıl oldu ben de anlamadım.
  • Sekizinci hafta, puan farkı oldu dört. Arkasındaki takımlar St. Ettienne, Rennes ve Reims. Bunların hangisi nasıl kafa tutacak ya Paris’e? Nantes deplasmanında 4 sene önce PSG Store’da çalışıp yarı profesyonel futbolculuk yapan Yacine Bammou’nun golüyle 1-0 geriye düştüler ki bir takımın Nantes’a yenilmesi büyük skandal, PSG’nin gol yemesi ve geriye düşmesi daha büyük skandal. Avrupa’nın en feci oynayan takımlarından biri Nantes, kadrosu o kadar feci olmasa da. Neyse, temiz temiz, 4-1 aldılar. Yalnız bir şey var hala dikkatimi çekiyor, İbra çok rahat değil. Devre arası kalması bile büyük iş olur. Hem o memnun değil, hem etrafındakiler ondan memnun değil.
  • St. Ettienne içeride 4 yedi, Monaco da Guingamp’dan 3 yedi. Makarna stoğu mu yapsak, çok acayip şeyler olmaya başladı. Jardim yine saf kontra için çıkmış maça ama artık savunmanda Wallace-Carvalho oynuyor be abi. Sol bekin Raggi. Ön liberonda Kondogbia yok. Artık iyi takım değilsin yani, yiyorsun işte, neyi zorluyorsun? Üç kez öne geçip 3 hatadan gol yemiş Monaco. Geçen sezon Marsilya deplasmanında Caen’e galibiyet getiren Benezet iki gol atıp yine yıkmış bir büyüğü. Monaco 8 puan geriye düştü. Şampiyonluk zaten kenara da, Şampiyonlar Ligi potası da uzaklaşırsa seni Monte Carlo’ya gömerler Jardim. Bernardo Silva’ya laf yok, 2015’teki 10. golünü atmış.
  • Ya şimdi St. Etienne hadi Nice’ten yedi o kadar golü. Sezonun en kötü başlangıçlarından birini yapan Bordeaux’dan nasıl 3 yemeyi başarmış Lyon anlamadım. Anthony Lopes geçen sezonki kaleci değil. Uzaylı gibi her şeyi çıkarıyordu. Bu sezon o da tam konsantre başlamayınca savunmadaki bocalamalar direkt kalede oluyor. Fournier’nin transfer sezonunu bu kadar hafif geçirmesi gerçekten çok saçmaydı, ne kadar saçma olduğu da yavaş yavaş çıkıyor ortaya. Mbiwa-Valbuena ikilisi bütün sorunları çözmedi, ki zaten çözemezdi, temiz temiz erken havlu atacaklar. Hafta içi Valencia’yı ağırlıyorlar, mağlubiyet Aulas’ı sahaya indirir. Hadi gene iyisin Sagnol.
  • Michel ilaç olacak dedik, o da deneme tahtası yaptı kadroyu. Her maça başka 11’le çıkmanın ne gereği var bir anlayabilsem… Kendi oyuncularını çıkarmaya çalışıyor ki Olimpiyakos’taki rolleri uygulatabilsin. Ama yok Batshuayi yedek, yok Cabella’yı açık oynatayım falan derken Angers’e içeride kaybedersen Velodrome adamı yer. Thomas Mangani bir gol bir asistle yıktı Marsilya’yı. Şu ana kadar Angers’in attığı dokuz golün beşinde onun adı var. Angers illa ki düşecektir aşağılara ama hazır formdayken arıza çıkarmaya devam ediyorlar. Marsilya da düştü Şampiyonlar Ligi potasının yedi puan gerisine daha sezonun başında.
  • Ha benim Caen’ime be! 10 attılar, 10 yediler, bir tane beraberlikleri yok, bir tane zevksiz geçen maçları yok sezon başından beri. Ajaccio’yu bulunca düşene bi de onlar vurmuş. Dediğim gibi biraz sabır, ya kupa finali, ya da ligden bir Avrupa gelecek ve o Avrupa’ya çok yakışacak bu takım.
  • Vay be Montpellier maç aldı. Martin bu sezon Montpellier’nin duran toptan gelmeyen ilk golünü attı nihayet, Courbis kefeni şimdilik yırttı. O kulübün düşmemeye oynamaması lazım ama bu kadronun da ligde rahat rahat kalması çok zor. Bilemiyorum Montpellier, bilemiyorum.
  • Rennes yine beraber kaldı. Şu an lider olacaklardı yahu. Deplasmanda pozisyon bile bulamayan takımdan 10. dakikada deplasmanda bu sezon attıkları ilk golü yemenin manası yok ama olunca da çeviremiyorsun işte. Hala sakin ve iyi gidiyorlar, panik yapmıyorlar, kadroları geniş ve PSG hariç babaların hepsi hata yapmaya devam ediyor. Eminem’den geliyor; you have one shot, one opportunity, this is everything you’ve ever wanted Phillippe Montanier, içine etme.
  • Reims Lille’i, son yazıda da belirttiğim gibi 1-0 yendi. Skor oynayanlar varsa bana bi 10 lira atsın, su yakmıyorum. Lille’i artık ciddiye alamayacağım çünkü adamların maçlarında özetler bile iç bayıyor. Renard’dan ben umudu kestim. İki gol atabilirseniz konuşuruz.
  • Yarın Lille-Nantes var. Eğer bir saçmalık olmazsa Mauroy’a giden taraftarlar hiçbir şey izleyemeyecek. Dünyanın en sıkıcı maçı olma ihtimali %99.

Eylül 25, 2015

Ligue 1 Notları #7

  • Bu akşam da 7. maç haftası maçı var ama bu Fransızlar hafta içi fikstürlerini aralıksız şeyettikleri için artık yedinci maçları yazmanın zamanı.
  • PSG kaçmaya çalışıyor ama bir kere düştüler, çabuk hızlanamazlar. Üst üste iki beraberlikten sonra Guingamp’ın aklını aldılar ama, özellikle ben ilk devredeki Guingamp performansını beğendim, PSG ise kötüydü. Şöyle söyleyebiliriz galiba; Blanc kendi takımlarına yaşattığı “Ağustos problemi”ni aşmış ama taptaze bir Eylül problemi oluşmuş. Fazla sert girip erken sakinleştiler gibi. Puan farkının bu sezon 10’dan aşağı olmaması lazım ama Lyon, Monaco ve Marsilya korkunç ötesi başlamışken bile kaçamadılar kimseden. Angel di Maria ısınmaya çalışıyor ama biraz zaman alır. İlk 12 dripling denemesi de boşa gitti. Ligue 1’a hoşgeldin Marya.
  • Kimse dediğim St. Etienne. Avrupa’da galibiyet serilerine bakınca beş maç üst üste kazanan yeşiller görünüyor artık listede. Tekrar söyleyeyim, geçen seneye göre çok ciddi güç kaybetmiş olmalarına karşın Ruffier-Sall-Perrin gibi bir savunma üçlüsüyle oynuyor olmak artık rakiplerin dizini titretmeye başladı galiba. Her şeyden önce benim son yıllarda gördüğüm en sağlam ve homojen dağılımlı takım. Sadece istikrarlı şekilde işini yapan “kütükler” de var, saf yetenek olup Galtier’nin sistemine müthiş ayak uyduracak disiplinde olanlar da. Dediğim gibi, Troyes’u yendiler, üst üste beş oldu. St. Etienne için kupa kazanmakla ligi Lyon’un üstünde bitirmek aşağı yukarı aynıdır, bu sene ikisi de olabilir. Bu arada Troyes menajeri Jean-Marc Furlan’ın Ligue 1’da galibiyet alma yüzdesi 21’miş. Ben denesem daha fazla çıkarır mıyım acaba?
  • Adamlar Fekir-Yattara-N’Jie-Lacazette-Benzia diye bir beşli çıkardı altyapıdan, o beşli geçen sezon toplam 60 gol attı. N’jie ve Yattara satıldı, paraları kasaya atıldı, Benzia olmadı, Fekir sakat, Lacazette formsuz, şimdi gidip yine altyapıdan 97’li, maç kurtaran Aldo Kalulu’yu çıkardılar. Ya bu nasıl altyapı be kardeşim. Çocuk ilk kez Ligue 1’da 11 oynadı, 18’de mutheşem kontrol, harika çalım, nefis gol vuruşuyla bitirdi. 1992’de ilk 11 başlayan Jean-Claude Rivenet’den sonraki en genç oyuncu olmuş 11’de başlayıp gol atan. Flash gibi zaten, aşırı hızlı. Bir 20 milyon euro daha cepte sayın Jean-Michel Aulas. Daha Maxwell Cornet gelecek. Adamların üç tane Lacazette’i oldu. Neyse, Bastia bundan daha iyi takım. Dört maçtır kaybediyorlar ama içeride bir maça iyi başlarlarsa Printant toparlar bu takımı. Geçen sezon son sıradan alıp bir kupa finali oynattı, ligi 12. tamamladı.
  • Monaco şu an Fransa’nın açık ara en kötü takımı Montpellier deplasmanında ilk devreyi 2-0 kapayınca Jardim’in yerine kim gelir diye bakındım. Şöyle izah edeyim, savunma anlayışı en katı takım Monaco, Montpellier’nin son bir buçuk yılda ilk kez ilk yarıda iki gol atabilmesine ses çıkaramadı. İkinci yarının başında Boudebouz’un yaydan kaçan bir şutu var, orada maç kırılmış. Montpellier’nin helva defansı arka direği iki kez boş bırakıp gol yemiş, 95’te de Ligali’nin amatörce yaptırdığı penaltı düşme hattını Montpellier’ye yapıştırmış. Son 15 deplasman maçında 12. galibiyetlerini aldılar. Bu da bir garip takım ha. Montpellier hafta sonunda Lorient’la oynuyor. Adamlar deli gibi formda. Aklımdaki tek senaryo Lorient galibiyeti ve istifa.
  • Lorient dedim, adam gibi adam Sylvain Ripoll’ün takımı. Jordan Ayew’u nefis paraya okutup yerini buradan kovalanan Waris ve Moukandjo’yla doldurdular, sanki kimse gitmemiş gibi gol atıyorlar. Burada geçen sezon başı Gabon yerel liginden Faslı Sfaxien’a transfer olan, AFCON sonrası da Lorient’a gelip Avrupa futboluna hızlıca ayak uyduran N’Dong’a parantez açmak lazım. Adam bi buçuk senede fakir adamın Lassana’sı oldu. Takım hakikaten acayip. Ön tarafta ve orta alanda çok atletler ve Jeannot veya Guerreiro gibi zeki oyuncuları var. En büyük sıkıntı savunma dörtlüsü, çünkü zaten dörtlünün içindeki iki stoper savunma yapabiliyor (kısmen) zaten. Buna ek, geçen sezon Ligue 1’ın açık ara en fazla şut başına kurtarış yapan kalecisi Lecomte’a sahipler. Ben merak ediyorum sezonu nerede bitireceklerini.
  • Nice Bordeaux’yu tarumar etti. Şimdi ben Sagnol’e soruyorum, benim bile sezon başından beri bildiğim söylediğim orta sahada adam yiyen Seri-Mendy-Koziello üçlüsüne karşı sen deplasmanda orta sahada nasıl Plasil-Saivet-Khazri-Chantome dörtlüsüyle çıkarsın ya? Sıkıldın mı Bordeaux’dan n’aptın? Neyse, Bordeaux’nun işi 1-1’ken Khazri’nin kaçırdığı karşı karşıyada bitmiş. Sonrası zaten Mickael Le Bihan ve Ben Arfa. Nice geçen sezon en iyi oyuncusu Amavi de dahil olmak üzere ilk 11’inden 6 oyuncu kaybetti ama hakikaten güzel top oynuyorlar, 16 tane attılar 7 haftada. Geçen hafta da dediğim gibi, savunma yapmayı öğrenince harika takım olacak bunlar. Bordeaux’yu da aşağıda özetliyorum:
  • Marsilya’nın istikrarsızlığı haber değeri taşımıyor, kusura bakmayın. Geçen sezon bu noktada 16 puan toplamışlardı. Sonra çözüldüler gerçi ama şu an yarısındalar. Önce Mendy’nin klasik salaklıklarından biriyle gol yiyip 10 kişi kalmışlar, sonrasında tamamen N’Koudou’nun bireysel yeteneğinden aldırdığı iki kırmızı kartla 9 kişi Toulouse’a karşı oyuna 61’de giren Batshuayi’nin bireysel performansıyla puanı kurtarmışlar. Durun, geri sarıyorum. Batshuayi niye sonradan girdi Michel? Ocampos’un en uçta tam olarak ne işi var? En formda adamlarından birini niye Jardim’cilik oynayıp kenara atıyorsun savunma yapabiliyormuş gibi? Cabella-N’Koudou-Ocampos üçlüsünün son 5 yılda attığı toplam gol 15 falandır herhalde. Ligin en kötü savunmalarından birine karşı böyle korkmak acayip.
  • Rennes bu sefer Ajaccio deplasmanında puan kaybetti. Son iki maçta iki beraberlik olmasa şu an PSG’nin önünde liderlerdi. Yine Sio 89’da kurtardı. Ajaccio maç başına 15+ şut çekmeye devam ediyor ki rakipten bağımsız bunu yapabilmeleri çok acayip. Ön tarafta Erciyes’ten Zoua, buradan kovulan İssiar Dia ve pişmaniye Pujol var. Kompaktlık Ajaccio’nun işi, 1910’dan beri…
  • Reims-Lille maçı var bugün. Bir mucize olmazsa 1-0 bitecek. Lille’de Renard olmasa onları da Nantes’la aynı kefeye koyacağım da, kıyamıyorum. Nantes’ı protesto ediyorum bu arada. Artık kiminle oynuyorlarsa oynasınlar bu yazıya almayacağım. Öyle takım olmaz ya.

Eylül 21, 2015

İtalya Basketbolunun Cahil Hocası

eliot-italya

“Evrensel eğitimi reformcu partilerin programına, zihinsel özgürleşmeyi isyan bayraklarına yazmanın bir anlamı yoktur. Bir insanı ancak gene bir insan özgürleştirebilir. Ancak bir birey, akıl sahibi ve kendi aklının sahibi olabilir. Öğretmenin birçok yolu vardır, insan aptallaştıranların okulunda bir şeyler öğrenir; kitap kadar kullanışlı olmamakla birlikte öğretmen de bir şeydir, o da öğrenilebilir: Gözlemlenebilir, taklit edilebilir, parçalarına ayrılabilir, birleştirilebilir, göz önündeki kişiliği deneyimlenebilir.”

Cahil Hoca, Jacques Ranciere

1951’de Fransa’daki Avrupa Basketbol Şampiyonası’nda altıncı olan Türkiye, tarihinde ikinci kez Olimpiyat vizesi almıştı. Türkiye’deki basketbol sahalarına “tebeşiri” getiren Samim Göreç1 bazı çevrelerde yetersiz görülüyor, basında İsviçre ve Yunanistan’ın yeni Amerikalı koçlarıyla yaptıkları atılım vurgulanıyordu. Turgut Atakol ve o günkü adıyla Sportif Oyunlar Federasyonu da çareyi Avrupa basketbolunun gördüğü ilk Amerikalı koçu Türkiye’ye getirmekte buldular: Eliot Van Zandt.

Van Zandt’in Türkiye’deki etkileri kısıtlı oldu.2 Helsinki’de takım sayısını 16’ya indirmek için yapılan ön eleme turunda takılan Türkiye, bugün halen ülkeyi olimpiyatlarda temsil eden son erkek basketbol milli takımı olma özelliğini koruyan takımın başında bir özel turnuvaya3 daha çıkıp ülkesine geri döndü. Yani ikinci ülkesine…

zandt-kupür

Amerikalı yazarların İtalya basketbolunun geçmişinde yaptıkları yolculuklar, genellikle Bill Bradley, Mike D’Antoni ya da Kobe Bryant’ın çocukluğuna uğrar. Ancak sadece İtalya basketbolu değil, İtalya toplumu üzerinde izler bırakan bir Amerikalı araştırmaları sırasında gözlerinden kaçar.

1915’te doğan, Chicago’da yalnız bir annenin tek çocuğu olarak büyüyen Eliot 28 yaşında orduya katılır ve Amerikan Beşinci Ordusu ile birlikte Kuzey İtalya’da sürmekte olan savaşa katılır. Yabancı ülkelere barış ve özgürlük getirmek için harekete geçmeyi o yıllarda adet edinen Amerikalılar, bunu yine beceremez elbette. Ama savaş biter, Mussolini ölür, İtalya Cumhuriyeti kurulur ve herkes evine döner. Floransa’da yeni bir hayata başlayan Van Zandt dışında… Söylediğine göre, ABD’de günlük yaşamının tanımlayıcı bir parçası olan ayrımcılığı artık geride bırakmıştır ve yirmi yılı aşkın bir süre faşist bir diktatörün tahakkümü altında yaşadıktan sonra ayağa kalkmaya çalışan bu ülkede kendini daha “eşit” hissetmektedir. Ve onlara ayağa kalkmalarında yardımcı olmaya karar verir.

Livorno’da çocuklara basketbol ve beyzbol öğretmek için bir spor merkezi kurar ve burada İtalya Basketbol Federasyonu’nun başındaki Aldo Mairano’nun dikkatini çeker. 1947’de Mairano tarafından milli takım koçluğuna getirilir. Burada kazandığı madalyalardan sonra Avrupa basketbolunun öncülerinden biri olur. 1947 Avrupa Basketbol Şampiyonası’na ev sahipliği yapan Çekoslovakya’ya Amerikan pasaportu nedeniyle giremediğinde bu ne ilk ne de son olacaktır. Helsinki öncesinde Türkiye’ye gitmek için ülkeden ayrıldığında, Avrupa’daki siyahlar hakkında Ebony dergisine her ay haber geçen bir gazeteci, “Türkler Eliot’ı çaldı, İtalyanlar profesörlerinin arkasından ağlıyor” yazar. Ancak ayrılık kısa sürer, Van Zandt ülkeye dönüşünde bu kez Cus Milano beyzbol takımını kurar ve onları çalıştırır. Aynı zamanda da A.C. Milan futbol takımında kondisyonerlik yapmaya başlar. Burada hem oyuncularla iyi ilişkiler kurar,4 hem de takımın 1959 şampiyonluğunda Van Zandt’in yenilikçi antrenman metotlarının önemli rol oynadığı yazılır. Fakat aynı sene içinde bir hastalığa yakalanır, kendisini o dönem için komplike bir böbrek nakli ameliyatına taşıyan uçakta 44 yaşındayken hayata veda eder. Bir caz konserinde ABD’den gelen grup üyelerinden imza almalarına yardım ederek tanışmayı başardığı, son beş ayını birlikte geçirdiği ve evlenmeyi planladığı Alba Pisani’yi de Ebony dergisinin arşivindeki bir başka yazıdan öğreniriz.5

zandt-milan

Bugüne dek Şöhretler Müzesi’ne girmeye hak kazanan 10 uluslararası koçtan biri olan Sandro Gamba, oyunculuk yıllarında birlikte çalıştığı Van Zandt için “O İtalyanlara nasıl basketbol oynanacağını değil, nasıl hareket edileceğini öğretti” der. Jacques Ranciere ise yukarıda alıntıladığım kitapta “Özgürleştirmeksizin eğiten aptallaştırır” der. Bu iki cümlenin Van Zandt’in anısına yazılan bir paragrafta buluşması yerinde olabilir. Ranciere’in öğretmen tanımı muğlaktır ama Van Zandt, Gramsci’nin 1931’de yaptığı yeni aydın tanımına uyar. Birkaç düzine genç İtalyan, daha önce sadece işittikleri Amerikan idealini kel ve göbekli bir siyahta görmüş ve onun kişiliğini deneyimlemek yoluyla özgürleşmişlerdir.

  1. Basketbol görgüsünü Robert Kolej yıllarında inşa eden Göreç, 1951 kışında birkaç aylığına Kentucky’nin efsane koçu Adolph Rupp’ın yanında bulunmuştu. Rupp’ın inside screen temelli paternlerini gümrükten Türkiye’ye geçirmiş, ilk başarılı uygulamasını da Paris’te yapmıştı. []
  2. Bir dönem tanıklığına göre, Van Zandt milli takımda ilk iş olarak İTÜ Salonu’ndaki çemberlerin içine, kaynakla, çapı orijinalden 10 santimetre daha küçük birer çember monte ettirmişti. Böylece oyuncuların daha keskin şutörler haline gelmesini hedefliyordu. []
  3. İstanbul’un fethinin 500. yılını kutlama amacıyla tasarlanan ve 1950-1953 yıllarında düzenlenen Uluslararası İstanbul Turnuvası’nın 1952 edisyonunda Yugoslavya ve İtalya galibiyetlerinin ardından Van Zandt, sahayı oyuncularının omuzlarında terk etmişti. []
  4. A.C. Milan’la iki şampiyonluk kazanan Giancarlo Danova, kendisini manevi babası olarak gördüğünü söyler. []
  5. Merak eden varsa Google Books yardımcı oluyor. []