Skip to content

Aralık 6, 2012

Belgrad Notları #2

– 3 ayrı kıtada bulundum, Türkiye dışında kahvaltı etmesini bilen tek ülke Sırbistan şu ana kadar. 4 çeşit peynir, poğaçamsı bir şeyler, salatalık, domates… Çin’de 17 gün peynir bulamamıştım, bu sabah halay çekecektim az kaldı.

– Arkadaş Kalemeydan’ı gezdirdi bugün. Biraz Osmanlı, biraz Slav, biraz Fransız vs… Fransız ne arıyor bilemedim gerçi. Bir dolu silah var sergilenen.  Müzeleri, eski binaları falan oldum olası sevmem. Niye bana eskiden nerede savaştığını gösteresin ki…

– Kalemeydan’ın en güzel özelliği Tuna ve Sava’nın birleştiği yerde olması. Tam birleştikleri yerde bir ada var. Eski Savaş Adası diyorlar. Savaştan kaçanlar oraya, ormanın içine girmişler ki bulunamasınlar. Orada yerleşke olmadığı için de kimse bakmamış. Bence bir kaleden yahut 100 yıl öncesinin topundan, tüfeğinden daha değerli bu hikaye… “Bielski Partizan”ların hikayesi gibi.

– Yalnız ilginç bir olay var, harabelerin içinde Partizan’ın yazın antrenman yaptığı basketbol sahası var. Ya biri benimle büyük dalga geçti, ya da hakikaten amatör ruha sahip Partizan. Ulan bu ne falan derken iki adım sonra bir de toprak tenis kortu çıktı. Cokoviç falan dendi de, öeh…

– Kalemeydan’ın 5 dakika aşağısında “?” var. Belgrad’ın en eski kafesi, ancak adı yok. Nedeni ilginç, zira bir ademoğlu açmış burayı, sonrasında bir şekilde devletin eline geçmiş, devlet aynı adla yürütememiş ve adını değiştirmek zorunda kalmış ama bir türlü karar verememişler… 150 yıl falan olmuş isim arayışları başlayalı… Kahveyi müthiş servis ediyorlar. “Cezva” ile gelen kahvenin fincanının yanında lokum ve kıtlamalık şeker var. Onun yanında 3 çeşit “Rakija”dan birini seçiyorsunuz – ki ben erik ve armut rakija içtiğim için şeftali denedim – ve su geliyor tabii. Türk kahvesinden farkı yok pek. Ben mekanı biraz Vefa Bozacısı’na benzettim. Minik ama insanı eksik olmayan eski bir yer. Ha bu arada gördüğünüz o tepsinin iki tanesi 10 lira.

– Belgrad’da bir şeyin farkına vardım, 2 liraya ayı gibi yiyebiliyorsunuz. İstiklal Caddesi’nin birebir aynısı olan Knez Mihailova’da birçok fırın var ki hepsinden sosisli yahut “pizzalı” börek falan alabiliyorsunuz. Ve herkesin öğle yemeği bu. Kimse başka bi şey aranmıyor, varsa yoksa milföy börek, suböreği, kol böreği vs…

– Bu mevsimde hava erken kararıyor. 4 civarı. Bizim gezi de 5 gibi bitti, madem öyle dedik gidip eve laptopu kuralım da link falan hazırlayalım maç için. Belgrad’da 20 mbit internet ve 20’si hd olmak üzere 100 küsur kanalın olduğu uydu benzeri bir platform toplam 30 euro. Evet aylık. Evet limitsiz internet.

– Belgrad’da onlarca blok var dün dediğim gibi. Site yahut semt yok, “40. blok” diye isimlendirilmiş duraklar. Blok dediğim şey böyle bir şey hatırlatmam gerekirse. Arkadaşımın blokunun asansörü bozuk olduğundan 10 kat tırmanmak zorunda kaldık ellerimizde 10’ar litre birayla. İşin kötüsü, dışarıdan gördüğünüzde gerildiğiniz o blokların içine girdiğinizde her iki katta bir “save etmek” istiyorsunuz ulan şimdi biri çıkar da vurur, bütün bölümü yeniden oynamayalım diye…

– Maç için stream bulamadık, evi aradım. Skype’tan bağlandık, webcam’i televizyonun önüne koydurdum, öyle seyrettik. Annem arka planda “bizim için bağlanmaz, maç için bağlanıp selam bile vermiyor” diye çemkirirken ilk yarı bitti.  Bu yöntemi de hiç unutmayacağım. Zaten o maç kolay kolay unutulmaz…

– Yarın Beşiktaş hentbol takımının EHF Kupası gruplarını belirlemek için erkenden yola düşeceğim. Günün ana yemeği Pionir’de Partizan-Barcelona Regal. Evet basketboldan anlamam ama ayağıma böyle bir fırsat gelmişken kaçıracak kadar aptal değilim.

Aralık 5, 2012

Dahinin Sonu

Viyana’nın göbeğinde bir ev. Otuzlarının ortasında çok hasta bir adam. Şişmiş vücuduyla yatakta bile dönemez halde. Bilinci kapanmış, akrabaları çaresiz dua ediyor. Saat birde adamın karısı dizlerinin üzerine çöküyor, gözyaşlarına boğuluyor.

Bir süredir çok hasta olan Wolfgang Amadeus Mozart, 5 Aralık 1791’te son nefesini vermişti. Dahinin naaşı ertesi gün kentin sembolü Stephansdom’a taşınırken, hava günlük güneşlikti. Sonradan mezarlığa götürülen tabutuna kimse eşlik etmemişti. Zira o zamanlar alışık olunmayan dört kilometrelik yol gözlerde büyümüştü.

7’sindeki cenaze törenine bestecinin Requiem’ini tamamlayan öğrencisi besteci Franz Xaver Süssmayr; çocukken tanıştığı, Avusturya İmparatorluk Kütüphanesi’nin başı Gottfried van Swieten; birçok yerde ezeli düşmanı olarak gösterilse de oğlunu bile emanet ettiği Antonio Salieri ve iki müzisyen katılmıştı. Her ne kadar sonradan o karlı, fırtınalı olarak tasvir edilse de Viyana’nın gördüğü en güzel Aralık günlerinden biriydi.

İnsanlık tarihinin en önemli kültür ikonunun bugün nerede yattığı bilinmiyor. Hakkında hep kimsesizler mezarlığına gömüldüğü söylense de belki de bu iddia doğruyu yansıtmıyor. Çok müsrif olsa da iyi bir geliri olan dünün ustası, bugünün metası sıradan halkla birlikle de defnedilmiş olabilir.

Peki Mozart bugün yaşasa ne olurdu… Onu kestirmek güç ama bir belgeselde belirtildiği gibi, aynı üretimle Viyana’nın yarısını üzerindeki binalarla birlikte satın alabilirdi. Mevcut durum nedir derseniz, 221 yıldır kafatası aranıyor. Oysa o notalarda yaşıyor!

Aralık 5, 2012

Belgrad Notları #1

– Siteye seyyah geldi, nispet yapar gibi gezi günlüğü tutuyorum. Hayret bir şeyim… Fotoğraflarımdan bir şey beklemeyin, fotojenik olmadığım gibi fotoğraf da çekemiyorum.

– Sırbistan Ocak’ta Erkekler Avrupa Hentbol Şampiyonası’nı düzenlemişti, çok gaza gelmişler ki yılın sonunda da Kadınlar Avrupa Hentbol Şampiyonası’nı düzenliyorlar. Norveç üst üste 5. kez Avrupa şampiyonu olmak için burada, ben daha ziyade yemekler için varım.

– 1 saat 45 dakikalık bir yoldan sonra İstanbul’dan Nikola Tesla Havaalanı’na vardım. Bir 25 dakika da şehre gidişim sürdü. Zincirlikuyu’dan Tüyap’a da aynı zamanda gitmiştim geçende. Hem de ayakta.

– Belgrad’a değil de Goodbye Lenin’in setine gelmişim gibi. Blokların kenarında değişmeye hazır Coca-Cola reklamı arandım.

– Bazı binalar öyle acayip ki insan ister istemez çatıda sniper var mı onu kontrol etmek istiyor. Call Of Duty oynamış insandan bahsediyorum. Şöyle misal.

– Balkanlar’dan gelen soğuk havaya ben geldim bu kez. Sabah gayet insancıl koşullar varken gece birden -4’e düştü. Daha bu bir şey değil diyorlar. Tam olarak ne olacak diyemedim korkudan.

– Osmanlı zamanında Sırbistan’ı bırakarak hiç hoş bir şey yapmamış. Boy ortalamamız 1.80 olur, insanların güzelliği 2 katına çıkardı. Çirkin insan bulmaya uğraştım bir süre sonra. Bulamadım. Zaten şu arkadaşla aynı uçakta gelmemden belliydi… Adı Katarina Filipoviç ve evet İstanbul’da yaşıyor.

– Esenler’deki köprülerin altındakiler de grafiti, buradakiler de… Kiril alfabesiyle yapılan grafiti > Latin alfabesiyle yapılan grafiti.

– Adamlar böreği alıp bambaşka bir boyuta getirmişler. Bir patlıcanlı-kıymalı “burek” yedim, bitirdikten sonra 3 blok geri dönüp bir tane daha aldım. O hamur var ya hıyır hıyır.

– Birinci köprüye raylı sistem uymayacak diye metrobüsü getiren muhterem insanlar gelip Belgrad’ı bir incelesinler. Takır takır oluyor. Yalnız o tramvaylar şöyle… “Hafif” eski.

Kombank Arena’ya 7 yılda ne yaptılarsa artık, o da savaştan kalma gibi duruyor. Yeni şeyleri sevmiyorlar pek galiba.

– Şehir komple Ataköy gibi. Kısım yerine blok var. Aynı tip evler.

– Turnuvanın açılış maçı Sırbistan-Norveç maçıydı. Birkaç holigan grubun dışında tribünler zayıf kaldı. Sanırım maçla aynı saatte başlayan The Cranberries konserini tercih ettiler. Takımları ona rağmen bütün büyük turnuvaların son şampiyonuna ecel terleri döktürdü. Sonra niye her yer holiganlara kalıyor… Yalnız ne kafa ütülediler.

-Yarın neyse de, Perşembe günü Partizan-Barcelona Regal ve Partizan-Rubin Kazan maçları var. Seyrantepe’de maç olduğunda metro sallanıyorsa o gün bu şehir sallanır. Hafif korkuyorum.

– Son olarak şehirde nefis bir melankoli havası var. Tak kulağına Yann Tiersen’i gez Kalemeydan’ı. Yarın.

Kasım 28, 2012

Özlem

Servet-i Fünun edebiyatçılarının bir ara yerleşmeye çalıştığı Yeni Zelanda, 28 Kasım 1893’te sandığa gidiyordu. Tevfik Fikret her ne olursa olsun Nuvelzeland’dan dönmemeye kararlıyken, Hüseyin Cahit’in aklı Abdülhamid’in ölüp vatana meşrutiyet gelmesindeydi. Fakat projenin sponsoru olacak Esad Paşa’nın çiftliğini satamaması nedeniyle ‘yeşil yurt’ birilerinin içinde ukte olarak kalmıştı.

Kim bilir belki de para bulunsa, Tevfik Fikret tarihte kadınların ulusal bir seçimde sandığa gittikleri günü yerinden yazacaktı…

Kaderin cilvesi… 28 Kasım, kadınların ilk kez hangi ülkede genel seçimde oy kullandığını da öğrendiğim hocamı yutmuştu. Evet belki ‘yeşil yurt’taki sandık hikâyesinin tarihini hatırlamıyordum fakat biricik profesörümün vefat ettiği günü asla unutamadım.

Düşünüyorum da Bülent Tanör kuvvetle muhtemel kanserden çok, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’nden çekmiş; on yıl önce son nefesini vermişti.

Müthiş bir hukukçu, aydın, kedi aşığı, öğrenci dostu, otobüs arkadaşı… Klişe tabirle adam gibi adam. Kim bilir belki de sadece insan!

Kasım 27, 2012

CSKA Film Festivali

CSKA’da herkes bir kahraman, her maç ayrı bir film. Vizyonda sırada Aaron Jackson’la halihazırda Bilbao’dan tecrübeli olduğu Men in Black, Anton Ponkrashov’la American Pie gibi yapımlar var.