Skip to content

Mart 28, 2019

Peloton Günlükleri #3: Aynı Yüzler

23 Mart Cumartesi sabahı L’Equipe, Strade Bianche galibi ve Tirreno-Adriatico’dan iki etapla dönen Julian Alaphilippe’i Milano-San Remo için favori gösterdiğinde ilk tepkim, bunun Fransız usulü bir “adam kayırma” olduğunu düşünmekti. Fransız medyasının böyle bir niyeti var mıydı, hiçbir zaman bilemeyeceğiz ama şurası kesin ki Alaphilippe bundan böyle çıkacağı her yarışın favorisi.

Poggio yokuşuyla, inişiyle, sprint finişiyle her sene ayrı bir hikayenin yazıldığı yarışta geçen sene Poggio’da yaptığı atakla kazanmıştı ilk Milano-San Remo galibiyetini Vincenzo Nibali. Bu sene ise toplu sprint finişinde gülen taraf Deceuninck-QuickStep bisikletçisi Alaphilippe oldu ve ilk anıtsal yarış galibiyetini elde etti.

Güneşli bir Milano sabahı başlayan 291 kilometrelik yarış, kalabalık bir kaçış grubuyla açılsa da son 25 kilometreye girdiğimizde elimizin altında yalnızca her an bir atak yapılacağını sezdiren bir peloton kalmıştı. Direct Énergie’nin İtalyan bisikletçisi Niccolò Bonifazio’nun inişte yaptığı atakla birlikte hareketlenmeler de başlıyordu. Greg Van Avermaet için çalışan CCC’nin pelotonun önüne geçmesiyle son 10 kilometreye girdiğimizde Bonifazio da pelotona çekildi.

Capo Berta’daki duman ile birlikte pelotonu ele geçiren Deceuninck-QuickStep’in etkisiyle bambaşka bir yarış izlemeye başladık. Bünyesinde Van Aert, Sagan, Trentin, Kwiatkowski, Alaphilippe, Clarke, Nibali, Naesen gibi isimleri barındıran elit bir grubun en önde kalmasıyla birlikte kedi fare oyunu da başlamış oldu. Gözler son dünya şampiyonu Alejandro Valverde’nin üzerindeyken Alaphilippe’nin yaptığı atak, Fransız bisikletçiye bu sezonki yedinci zaferini ve kariyerinin ilk anıtsal yarış galibiyetini kazandırdı.

AG2R La Mondiale’in Belçikalı bisikletçisi Oliver Naesen, kariyerinin en iyi anıtsal yarış derecesine (ikincilik) imza atarken Team Sky’ın eski dünya şampiyonu Kwiatkowski, 2017’de kazanmış olduğu yarışta bu kez podyuma üçüncü olarak çıktı. Milano-San Remo ile birlikte anıtsal yarış sezonu da açılmış oldu.

Yarış öncesi konuşulan istatistiklerden bir tanesi de, yarıştan yaklaşık bir hafta önce koşulan iki haftalık tur Paris-Nice’te ve Tirreno-Adriatico’da yarışan sporcuların Milano-San Remo’da aldıkları sonuçlardı. Bu sene yarışın galibi Tirreno-Adriatico’dan çıkarken, podyumdaki diğer iki isimse Paris-Nice’ten gelmişlerdi. Buna ek olarak Kwiatkowski’nin Paris-Nice’te genel klasmanı üçüncü bitirdiğini ve puan mayosunu sırtına geçirdiğini hatırlatmakta yarar var.

Son olarak, “Strade Bianche’den beri yeni bir şeyler oldu mu peki?” diye sorulabilir. Yılın Fransa’daki ilk haftalık turuna Team Sky damgasını vururken İtalya’da ise 2016’da trajik biçimde Giro genel klasmanını kaybeden Jumbo-Visma (o zamanki adıyla LottoNL-Jumbo), bu sefer Primož Roglič’in zamana karşı performansıyla –bir saniyelik farkla– genel klasmanda birinciliği göğüsledi.

Koşulan iki haftalık turla ilgili bahsetmek istediğim bir diğer takım da Astana. Klasikler öncesi sezona ambargo koyan ekip, her iki haftalık turdan da ikişer etap galibiyeti almayı başardı. Bu galibiyetlerden Ion Izagirre’nin kazandığı Paris-Nice 8. etap galibiyetiyle, Jakob Fuglsang’ın Tirreno-Adriatico 5. etap galibiyeti arasında yaklaşık üç dakika vardı. Önceki senelerin aksine aynı yüzleri ve aynı takımları tekrar tekrar andığımız bir sezona başladık. Önümüzdeki anıtsal yarışların bu denklemi bozmamaları içinse hiçbir sebep yok.

Mart 14, 2019

Peloton Günlükleri #2: Fransız Fedaileri

5 Mart 2019, Le Samyn

Taksi Şoförü’nde, Scorsese hem şoförün kafasında dönüp duran tüm psişik klişelerin, hem de şoförün neon ışıklı şehrin sokakları boyunca giderken gördüğü o kayıp geçen sesli ve görsel klişelerin kataloğunu çıkarır.”1

Mutlu sonla biteceğini daha ilk dakikalarından belli eden o filmleri düşünün; mekânı tanımaya başlamamız, kendilerini hak etmedikleri şartlar altında bulan iyi insanlar, şefkat dolu müzikler… Geçen sezonu 73 zaferle noktalayan ve sponsor sıkıntısı çeken bir takımı başka nasıl açıklayabilirim bilmiyorum. Ama bizim filmimiz iyi insanlar hak ettiklerini yaşayınca başlamıştı. Devamı ise hepimiz için bir merak konusu.

Pek çok bisiklet portalı Le Samyn öncesi favorileri saymak yerine yarışın gidişatını bir soruya çevirdiler: “Deceuninck-QuickStep’i kim durduracak?” Karşımıza çıkan en güçlü aday ise geçen sene QuickStep ile bu yarışı kazanan yeni Direct Energie bisikletçisi Niki Terpstra’ydı. Terpstra hafta sonu önce Omloop Het Nieuwsblad’da ardından da Kuurne-Brussels-Kuurne’de bu savaşı kaybetmiş olsa da QuickStep’in Le Samyn için diğer klasiklere nazaran daha zayıf bir kadro ile gelmesi, Terpstra’nın şeytanın bacağını kıracağına dair düşünceleri kuvvetlendirmişti. Öncesinde yağan yağmur ve esen sert rüzgârlarla bir anda bir film-noirsetine dönen Le Samyn klasiğinin galibi ise QuickStep’in Fransız bisikletçisi Florian Sénéchal oldu. Terpstra ise pazar günü Kuurne’de aldığı sonucu tekrar ederek yarışı üçüncü sırada tamamladı.

Yarışın çok büyük kısmını izlesem de, tüm bu bilgileri hatırlayabilmek hiç kolay olmadı. Zira yarışa dair aklımda kalan tek şey, Sénéchal ve eşinin haklı sevinci oldu.

Wanty-Groupe Gobert’in yeni bisikletçisi Aimé De Gendt ise yarışı ikinci sırada tamamlayarak kendisi ve takımı adına çok büyük bir başarıya imza attı. 24 yaşındaki bisikletçinin zorlu şartlar altında koşulan bir klasiği ikinci sırada bitirmesi, ona özgüven inşa ederken çok yardımcı olacaktır.

9 Mart 2019, Strade Bianche

Strade Bianche’nin geçen seneki edisyonu unutulmaz klasiklerden birisiydi. Cross kökenli Wout van Aert’ın sergilediği güç gösterisi ve yarış sonu acılar içinde yerde yatışı, çamura bulanmış Tiesj Benoot, neye uğradığını şaşırmış Peter Sagan… Yaklaşık 63 kilometrelik bembeyaz taşra yollarıyla üstündeki her bisikletçiye ne kadar zorlu olduğunu her saniye tekrar tekrar hatırlatan bu genç klasiğin, bisiklet seyircisinin daha pek çok drama tanıklık etmesini sağlayacağı bir gerçek. Aradan bir yıl geçtiğinde ise başrollerden birisi geçen sene hepimizi ekrana kilitleyen Wout van Aert oldu.

QuickStep’in ilk üç klasiği kazanmasının ardından Strade Bianche’de ne yapacakları büyük bir merak konusu olmuş olsa da bu sefer Favoriler listesi çok daha kabarıktı. Bu kabarıklığın en büyük sebebi ise, yarışı en fazla kazanan bisikletçinin, tecrübesini hiçbir yazıya sığdıramayacağım Fabian Cancellara olmasına rağmen yarışın genç bisikletçilere karşı oldukça bonkör davranması: Moreno Moser (2013), Tiesj Benoot (2018)…

Dört kişilik kaçış grubunda tek başına kalan Diego Rosa’nın da erken havlu atmasıyla büyük bir favori grubunun kendisini önde bulduğu yarışta; yaklaşık 20 kilometre kala Jakob Fuglsang’ın başlattığı atağın Julian Alaphilippe ve Wout van Aert tarafından takip edilmesi ile bünyesinde Benoot, Van Avermaet, Lutsenko gibi isimlerin yer aldığı favori grubunun arkada kalması yavaş yavaş bizlerin de podyuma dair tahminler yürütmesini sağlamıştı. Van Aert’ın kısa süre sonra tempoya ayak uyduramaması ile birlikte yalnız kalan Alaphilippe ve Fuglsang her kaçış grubunun izlemesi gereken bir performansa imza atıp yarışın son kilometrelerine kadar önde kalmayı başardılar. Van Aert’ın kendini bitirmesine karşın onlara yetişmesi hiçbir şey ifade etmedi ve son kilometre içerisinde Fuglsang’ı mağlup eden Alaphilippe, Strade Bianche’nin son edisyonunu kazandı. Böylelikle bir haftalık ara öncesi QuickStep klasiklerde 4/4 yaparken son iki yarış da Fransız bisikletçilerin oldu.

Hem Omloop Het Nieuwsblad’ta hem de Strade Bianche’de güçlü gözüken Astana bisikletçilerinin (özellikle Lutsenko ve Fuglsang) önümüzdeki klasiklere göz kırptıklarını söyleyebiliriz. Yarıştığı her klasikte önde kalmak için her şeyi göze alan Wout van Aert’ın neler yapacağı ise klasikler sezonunun kalan kısmında da sık sık konuşulacaktır.

  1. Sinema I – Hareket-İmge, Gilles Deleuze, Norgunk Yayınları, çev. Soner Özdemir, 2014. []

Mart 5, 2019

Peloton Günlükleri #1: Açılış

  • 2 Mart Cumartesi Omloop Het Nieuwsblad ile birlikte Klasikler sezonu da açılmış oldu.
  • Deceuninck-QuickStep’in Çek bisikletçisi Zdeněk Štybar, kaçış grubunun uyuduğu bir anda atağa kalkarak yarışı kazandı. 1 dakika 28 saniyelik atağı esnasında saatte ortalama 56 km hızla ortalama 507 watt güç uyguladığını belirteyim. 2018’de 73 galibiyet elde eden QuickStep’in bu başarısına doğrudan bir müdahalesi olmayan Stybar’ın, QuickStep’in yıllardır kazanmakta güçlük çektiği Omloop Het Nieuwsblad’ı kazanması takımda geleceği için yapabileceği en doğru hareketti belki de.
  • QuickStep’in Flaman yarışlarındaki dominasyonu herkesçe bilinen bir gerçekken, bir de yıllardır kazanmakta zorlandıkları açılış klasiklerini de kolayca zaferle noktalamaları takımın geçen seneden de iyi durumda olduğunu gösterir mi, henüz konuşmak için çok erken. Ama şurası bir gerçek ki Philippe Gilbert, Bob Jungels ve Yves Lampaert gibi bisikletçileriyle istediği zaman pelotonu ele geçirebilen Flaman mafyasına kafa tutabilmek kolay olmayacak.
  • Pelotonu kırmızı ve siyaha boyayan BMC’nin dağılmasıyla birlikte World Tour klasmanına yeni yükselen Polonya takımı CCC’ye giden Greg Van Avermaet yarışı ikinci bitirse de öncesinde yarış için hazır olduğunu söylemesi ve yarış sonrası mimikleri yine de bir şeylerin tam hazır olmadığını gösterir gibiydi. 2017’de Paris-Roubaix’yi kazanırken “Olimpiyat şampiyonluğu daha özel” açıklamasıyla kendisine karşı duyduğum tüm sempatiyi yerle bir etse de, Belçikalının yeni takımında neler yapabileceği bu yılın en önemli bisiklet olaylarından bir tanesini oluşturacak.
  • BMC’nin ayrılma söylentileri ile birlikte -belki de öncesinde- Bora-Hansgrohe’ye transfer olan Daniel Oss, Peter Sagan’ın geçen seneki Paris-Roubaix galibiyetinde büyük rol oynamıştı. Bir anda takımın vitrin yüzlerinden birisi haline gelen İtalyan bisikletçinin Sam Bennett, Pascal Ackermann gibi Alman takımına transfer olduktan sonra açılan bisikletçiler jenerasyonunun son halkası olmasını bekliyorum. 32 yaşına gelmiş olsa da bu kariyer Sagan’ı ileri taşımaktan daha fazlasını yapmayı hak ediyor.
  • Yarışı üçüncü bitiren Tim Wellens ise Giro d’Italia etap galibiyeti de içeren müthiş bir 2018 geçirmişti. Yeni sezonun hazırlık bölümünde İspanya’daki yarışlarda elde ettiği üç galibiyet ve sezonun açılış klasiğinde gelen üçüncülük bu sene de Wellens’i kollarını havaya kaldırmış bitiş çizgilerinden geçerken göreceğimizin bir işareti. Bu sezon başı İspanya’da aldığı üç galibiyetten bir tanesinin bireysel zaman karşı etabı olması da Wellens için müthiş bir haber.
  • Bu yazı ileriki kısımlarda da Deceuninck-QuickStep övecek olsa da, sezonun ilk döneminde yaptıklarıyla adından söz ettiren bir başka takım daha var: Astana. Şimdiye kadar katıldıkları neredeyse tüm turları domine etseler de, World Tour seviyesindeki yarışlarda bu başarıyı sürdürüp sürdüremeyecekleri merak konusu. Izagirre Kardeşler’i kadrolarına katmalarının yanı sıra sezona müthiş bir giriş yapan Alexey Lutsenko’nun Omlopp Het Nieuwsblad’daki performansı Astana’nın bu sene yapacakları konusunda bizleri heyecanlandırıyor.
  • Büyük turlarda aldığı etaplarla kendisinden söz ettirmeyi başarsa da klasiklerle yıldızı hiçbir zaman barışamayan eski QuickStep bisikletçisi Matteo Trentin, Omloop’ta da dördüncü olarak kazanmaya çok yaklaştığı klasiklere bir yenisini daha ekledi. Pazar günkü Kuurne-Brussels-Kuurne’de ise yarışı bırakmak zorunda kaldı. Trentin için klasikler sezonunu kapatıyor ve büyük turlarda kendisine başarılar diliyorum.
  • Fransız takımı AG2R La Mondiale’in Eski Belçika yol şampiyonu bisikletçisi Oliver Naesen ise klasikleri Omloop Het Nieuwsblad’da aldığı onunculukla açtı. Oss için söylediklerim Naesen için de geçerli. Gelecek bir galibiyet 28 yaşındaki bisikletçinin geleceği ve özgüveni açısından oldukça kıymetli olacaktır. Bu arada AG2R La Mondiale’i anmışken pazar günü Drome Classic’i kazanan bisikletçileri Alexis Vuillermoz’u tebrik etmek gerek.
  • Pazar günü koşulan Kuurne-Brussels-Kuurne’yi kazanan ilk Lüksemburglu bisikletçi olan Jungels’i övmeyi en sona bırakıyorum, zira yarışın ikincisi -alışık olmadığımız şekilde- bir Sky bisikletçisi: Owain Doull. Geçen sene Giro d’Italia’yı ve Tour de France’ı domine eden Sky en sonunda bahar klasiklerine de el attı ve kadrosundaki genç bisikletçilerle yarışa heyecan kattı. Kulislerdeki yeni sponsor dedikoduları ile birlikte Sky’ın akıbeti ne olacak tartışılır. Büyük turlara kadar Sky’ı tekrar anar mıyım, orası da bir başka tartışma konusu.
  • İki yarışı da ilk 10’da bitiren (sırasıyla yedinci ve beşinci) Belçikalı Yves Lampaert’i 7 Nisan’da koşulacak olan Ronde van Vlaanderen’e kadar izleyemeyeceğiz. Anlaşılan hem takımı QuickStep’in hem de kendisinin klasiklere dair beklentileri yüksek.
  • Artık 34 yaşına gelmiş olan Niki Terpstra geçen sene hem Dwars door Vlaanderen hem de E3 Harelbeke yarışlarından galibiyetle ayrılmıştı. QuickStep formasıyla Paris-Roubaix galibiyeti de bulunan Hollandalı artık yeni takımı Direct Energie için pedal çevirecek. Bu sene Kuurne-Brussells-Kuurne’den aldığı üçüncülükle önümüzdeki klasiklere dair mesajı verdi. Sıradaysa birisi geçen sene olmak üzere iki kere kazandığı Le Samyn var. Terpstra’nın salı günü takımına yılın ilk klasik galibiyetini kazandırması yadsınamayacak ihtimallerden bir tanesi.
  • 2016’da Orica GreenEDGE formasıyla aldığı etap galibiyetiyle kendisine dair beklentilerimizi yükselten ve 2018’de Lotto Soudal’e transfer olan Belçikalı Jens Keukeleire, Yves Lampaert’in başardığını yapmaya çok yaklaşmış olsa da, Kuurne’de aldığı yedinciliğe karşın Omloop Het Nieuwsblad’ı on birinci sırada bitirmişti. Lakin önümüzdeki yarışlara dair kendisi adına umut dolu bir cümle kuramıyorum.
  • Kuurne-Brussels-Kuurne’yi geçen sene kazanan isim Dylan Groenewegen, her an her şeyi kazanabilen ve her an her şeyi kaybedebilen takım Jumbo-Visma’nın (eski LottoNL-Jumbo) şahsına münhasır bisikletçilerinden bir tanesi. Kendisini bundan sonra Paris-Nice’te izleyeceğiz. Geçen sene Paris-Roubaix, Gent-Wevelgem gibi klasikleri de koşmuş bisikletçinin bu seneki radikal hamlesinin tek açıklaması ise Tour de France’tan alacağı bir etap galibiyeti.
  • “Umarım patron mutludur.” Kuurne-Brussels-Kuurne’yi kazanan Bob Jungels’in yarış sonu röportajından akıllara kazınan cümle bu oldu. Mutlu olması gereken patron Patrick Lefevere bir takım patronu olarak açılış haftasındaki ilk galibiyetini 1980’de Omloop’ta elde etmişti. Aradan 39 yıl geçti ve Lefevere kazanmaya devam ediyor. Bu sene cesur bir kararla taşlı klasiklerde yarışma kararı alan son Liège-Bastogne-Liège şampiyonu Bob Jungels’i tebrik etmemek de elde değil. Pazar günü tam 16.4 kilometre boyunca tek başına bir kaçış gerçekleştirdi. Bir bahar klasiğinde kilometreler boyunca yüksek tempoda pedal çevirdikten sonra kendinizi bir anda bireysel zamana karşıdaymışçasına rüzgarla karşı karşıya alıp bu savaşı kazanabilecek çok az bisikletçi vardır.
  • Hastalığı sebebiyle hafta sonunu pas geçmek zorunda kalan FDJ’nün Fransız sprinteri Arnaud Démare’a ve Omloop Het Nieuwsblad esnasında kaza yapan Michael Matthews’a geçmiş olsun diyerek anmakta fayda var. Sep Vanmarcke, Wout van Aert gibi isimleri de bu yazıda anmayı çok isterdim ama bu hafta sonu bunun için yeterli değildi. Strade Bianche ve Milano-Sanremo’da neler yapacağını çok merak ettiğim Van Aert, bu iki İtalya yarışı sonrası adından her halükarda bahsettirecektir.

Ekim 22, 2018

Ligue 1 Notları S02E10

  • N’oldu Henry gelince bi izlemeye başladınız Ligue 1 falan?

  • “Samuel Grandsir beni çok heyecanlandırıyor çünkü ilk dönemlerime benzetiyorum” – Thierry Henry, takımla ilgili fikri sorulduğunda. Grandsir Henry’nin ilk maçında oyuna girdikten 1 dakika 51 saniye sonra kırmızı kart gördü. 
  • Yeni hocayla başlayayım. Ben Henry’nin televizyonda çok iyi olduğunu düşünüyorum. Yorumcu olarak değil, televizyoncu olarak. Sempatiklik ve karizma arasındaki çizgiyi harika buluyordu, anlamadığım bir şekilde Martinez’in yanına Belçika’ya gitti. Orada ne yaptı, ne öğrendi çok emin değilim. Monaco’ya gelişini ise hiç anlamlandıramadım. Birincisi Jardim’in gidişi Monaco’nun gözümde zerre değerinin kalmamasını sağladı, o açıdan taraflı bakıyorum. Uzun uzun yazmayacağım, buradan bakabilirsiniz. Bununla beraber Henry benim futbolu sevme sebeplerimden. Başarısız olmasını bırakın, mutsuz olmasına bile çok üzülebilirim ki, hem Monaco’nun kadrosu, hem içinde bulunduğu hal, hem de Fransa Ligi’nin bu sezonki yapısı içerisinde kariyerinin başındaki bir teknik direktör yok olup gidebilir. Ha şu var, “Oldu oldu, olmadı zaten Londra’ya döner Sky’a yorumculuğa başlarım tekrar” diyorsa, o zaman Monaco bu sene düşebilir bile. Yok “Ben bu yola baş koydum, en zorundan başlayacağım, Zidane etkisi yapacağım” diye giriyorsa, hakikaten kendisine olan saygım acayip artar. Şimdi saha içine geleyim, Evet Strasbourg deplasmanı ama, Jardim’in topu rakibe bırakan oyunu yoktu. Evet daha ilk maçı ama sistem değişikliği kırılgan gençleri bir arada tutabiliyor ve daha akışkan bir hücum getirmiş. Belki de ilk maç gazı o tabii, bilemiyorum. Falcao-Jovetic-Golovin kağıt üstünde çok iyi, ancak onların arkasını toplaması gerekenler çok gençti ve işlemiyordu bu üçlü. Zaten çok fazla da bir arada oynamadılar. Bu üçlünün arkasına Ahoulou-Tielemans-Chadli’yi merkezde tutmuştu Henry. Thierry Laurey merkezi Monaco’dan daha sert ve kalabalık tutunca aslında maç çok ölü başladı. Gole kadar da, golden sonra da maçta hiçbir şey yok. Lala’nın 20 dk arayla engellediği goller olmasa, belki de Monaco öne geçip daha başka bir oyun izletecekti, olmadı. Erken yorumlamak çok mümkün değil ama, Henry için sorun idare etme. Nası bir idareci olduğunu göreceğiz. Ha direkt tehlike çanının üstüne oturdu, onu hepimiz biliyoruz. Monaco tarihinin en kötü ikinci başlangıcı, 1953/1954 sezonundan sonra. 
  • Son not, hoca şu Ahoulou’yu kes de Pele’yi koy.
  • Lyon bu geçiş oyunu şeysini çok abarttı ya. Nimes deplasmanda Lyon’a nası 23 şut çekiyo, Lyon neden 1-0’ı garanti skor gibi oynuyo, Lyon neden tamamen bir kontra takımına dönüştü falan bunları anlayamıyorum pek. Bence bu maçta gol yememiş olmaları büyük bir şans, hele ki son 35 dakika. Yani ikinci yarının ilk 10 dakikası hadi git-gelli de, 55’ten sonra 13 şut Nimes’ten, Lyon sürekli pas hatasında, özellikle direkt oynamaya çalışırken kaptırılan toplar falan… Hafif bi rotasyona yoralım hadi bunu, kabul, fakat Monaco’nun yokluğuna rağmen bu sene Şampiyonlar Ligi çekişmesi bu kadar sertken böyle kırılgan kırılgan gitmek olmuyo. Ha gene Genesio hoca Mart’tan sonra dizer 10 tane galibiyet diyorsanız bilmem.
  • Nice’in özeti ektedir. Ben daha “Ayrılmak istiyorum” diye yazın kulüp dolaşıp sonra mecburen kalan adamın iyi performans çıkardığını görmedim. E ne işe yaradı şimdi Balotelli? Balotelli bir süredir Nice’i taşıyan oyuncuydu, şu an dibe çekiyor. Marsilya maçı öncesi onunla kazanma oranları %48’ken, onsuz sadece 3 maç kazanmışlardı. Şimdi 5 maçtır gol atamayan Balotelli’nin çıktığı 4 maçta sadece 1 kez gol atarken, 3 puan alabildiler. Balotelli de takımına 3 sarı kartla katkı yaptı. Hayır herkesi frenliyor, moral bozuyor, dağıtıyor ki, her an takımı 10 kişi bırakma tehdidini hepimiz biliyoruz. Çok zor hakikaten. Marsilya 19 Ocak 2018’den sonra ilk kez deplasmanda gol yemedi. Helal olsun. Nice’ten gol yememek çok haber niteliği taşımıyor ama, yine de önemli tabii. Skoru aldıktan sonra ikinci yarıda saha içinde birçok değişiklik yapıp, maçı 4 stoper, 2 bek, 3 orta saha ve 1 forvetle bitirdi Rudi Garcia. Aman başımıza bir şey gelmesin Adil Rami bey taktiği olarak tarihe geçiyo bu olay.
  • Lille’de Nicholas Pepe gol attı. 7 gol 4 asist. Bu bir haber değeri taşımıyor. Ha ama Zeki de asist yapmış. Valla muhteşem ya.
  • PSG’de artık Tuchel-Di Maria işbirliğine bir parantez açacağım. Di Maria anlama veremediğim bir şekilde Real Madrid’i Şampiyonlar Ligi şampiyonu yaptığı sezondan beri tam anlamıyla sürgünde. United’a gitti, korkunç bir döneme denk geldi. Arjantin milli takımı daimi hüsran. PSG’ye geldi, başlarda rotasyon, sonra orta oyuncu falan oldu, şimdi nihayet Tuchel ona gereken önemi veriyor, saygı gösteriyor. Yani öyle acayip sevdiğim falan bir adam diyemem ama kendinde olduğunda çok başka izlemesi. Underrated demiyorum, underratedlaştırıldığını düşünüyorum. Bunu da bir kelimeymiş gibi yazıyorum. Neyse, bu kadar yıldızın içinde takımın beyni olarak Di Maria’yı seçmesi Tuchel’e duyduyuğum saygıyı acayip artırdı. Maçı yazmıyorum, Amiens’a 5 atmaması garip olurdu PSG’nin de, güzel bir test geliyor şimdi. Önce eski hoca Ancelotti geliyor, sonra Marsilya deplasmanı, sonra Lille. Buradan çıkacak 3’te 3’ten sonra ligde Şubat’a kadar tatile çıkabilir herkes. Lig kapalı.
  • Emiliano Sala 12 yıl sonra hat trick yapan ilk Nantes’lı oldu. Vahid Hoca hızlı toparladı. Limbombe-Sala-Boschilia yeter zaten bi takıma galiba.

  • Caen – Guingamp maçında demişler ki madem gol olmuyo tren yapalım eğlenelim.
  • Montpellier de Şampiyonlar Ligi potasına girdi. Konuşmaya konuşmaya der Zakarian’a Die Besten dinleticez.
  • Hoffenheim – Lyon maçı aşırı zevkli geçmeli, çok gollü olmalı. PSG – Napoli tam Ancelotti’nin uyuzluk çıkaracağı maç, Avrupa Ligi’ndeki temsilcilerime hiçbir şey dilemiyoruz.

Ekim 8, 2018

Ligue 1 Notları S02E08-09

  • Şimdi sevgili Tuchel, oyuncumuz 10 dakika civarında 3-5 gol falan atıyorsa böyle tepki veriyoruz. Geçen haftadan başlayayım, Nice’i mektebe yollamıştı PSG, Kızılyıldız’la da maytap geçti. 3 maçta 14 gol attılar 7 gün içinde ve sadece 1 gol yediler. Her şeyi bir kenara bırakacak olursak, Cavani-Mbappe-Neymar şu anda Real’in veya Barcelona’nın zirve dönemindeki üçlüsü kadar iyi durumda. Lyon’un neden Morel’le çıktığını hadi Marcelo’dan daha hızlı olmasıyla açıkladık diyelim, hadi ileriye Memphis’i de saf kontra sebebiyle koyduk diyelim, 10 kişiyken dahi topu alıp %60’la falan oynamışsın. Topu bırakamıyorsan hızlı takım çıkarmanın, komple kontracı olmanın falan amacı nedir sevgili Bruno Genesio? Bence kötü plan ve kötü uygulamanın üstüne Fekir sakatlanıp Tousart kırmızı görünce bu maçın skorunun bir garipliği kalmıyor. Lyon bu maçı unutabilir, PSG zaten şampiyon, bunu daha en başta yazdım. İki takım da Şampiyonlar Ligi’ne odaklansın. Lyon ligde Şampiyonlar Ligi potasında olmaya, PSG Şampiyonlar Ligi’ni almaya. İstatistikten gelelim, 13 dakikada 4 gol bir rekor. 9’da 9’la lige başlamak Ligue 1 tarihinin rekoru. 9 maçta da 2’den fazla gol attılar, bu seri bir Ligue 1 rekoru. Neymar-Mbappe 8 gol 3’er asist. Şu Avrupa’nın en iyileri. Valla bu yatırım onlarca takım, teknik direktör ve rekor gördü, Tuchel’in en büyük şansı bu kadar kötü rakiplere denk gelmesi. Evet, elindekinden normal bir oyun çıkarıyor şu anda, olması gerekeni, ancak PSG dışındaki büyüklerin böylesine felaket başlaması PSG’yi esas inanılmaz gösteren etken. Yoksa 9’da 9 falan tabii müthiş olaylar.

Luiz Gustavo Pepe’den çalım yememek için kaçarken

  • Bakın bu Lille alev aldı. Artık şey geyiği var ya, bireysellik yavaş yavaş ölüyor, takım oyunu olmadan kimsenin maç kazanması mümkün değil geyikleri falan var. Aha, geçen hafta Lille Pepe’yle Luiz Gustavo’yu öldürüp Marsilya’yı darmadağın etti, bu hafta da St. Etienne’i 3’lediler. Nicholas Pepe Avrupa’da Mbappe ve Neymar’dan sonra 10 gol katkısı yapan üçüncü futbolcu. Ha üçü de Ligue 1’dan yanlış olmasın bak. Bi kanatta Bamba, diğer kanatta Pepe, biri 8 gol, diğeri 10 gol üretti. Skor yükünü çekmeleri için onları serbest bırakan Christophe Galtier’nin huyudur bu, adam St. Etienne’deyken Romain Hamouma’ya, Monnet-Paquet’ye falan skor yaptırmış bi insandır, bunları mı kullanamayacak. Şimdi neyse onu geçtim, Lille’in Şampiyonlar Ligi potasında olması bu ligde bayağıdır görmediğimiz bir şey. Yapılanmasıdır, altyapısıdır, başkanı falandır güzel bi kulüp Lille, e nihayet hocayı da buldular. Milli araya ikinci giriyorlar, dönüşte PSG maçına kadar iki tane temiz maçları var Dijon ve Caen’le, onları alırlarsa PSG’ye karşı kafaları rahat çıkarlar. Monaco yok, Marsilya ve Lyon da Avrupa’yla cebelleşirken bu takımın yürüyebilmesi lazım ilk 3’te.
  • Baştan söyleyeyim, deplasmanda 4 maçta 12 gol yiyen bir takımın bence ilk 3’te olma şansı yok bu ligde. Marsilya sana diyorum. Evet iç sahası hayvan gibi gidiyo, evet takımı taşıyan Thauvin ve Payet durmuyolar ama arkası felaket. Yani Rudi Garcia’nın elinde öyle bi savunma var ki, adam en iyi defansif orta sahasını stopere çekip Lille karşısında sirk maymunu gibi kalmasına mecbur. E n’oldu, hafta arası Apollon’u da yenemedin, oldu sana 2 maçta 1 puan. Ha taraftar sana der ki ya sen Şampiyonlar Ligi’nde kal seneye, ligde ilk 3’ü bırakma, o bize yeter. Ama ben bu savunma sorunlarının ileride daha büyük rezillikler getireceğini düşünüyorum. Lyon’un PSG deplasmanında yaşadığı gibi. Bak şimdi Caen maçında 2-0’a kadar Caen zaten sahada yok. İkinci yarıya geliyoruz Crivelli XG’si 5 milyon olan bir pozisyonu kaçırıyo, sonra Mandanda’nın iki tane net kurtarışı var, bir de sayılmayan gol. Crivelli atsa o maç net 2-2’ye gidecek. Rudi Garcia’nın buna bir çözüm üretmesi lazım. Her şey stoper ikilisi değil yani. Lille-Apollon-Caen maçlarında maç başına 12 şut görmüşler kalelerinde. Bu ne?
  • Kombouare hocamı iki maçtır Benezet taşıyor. Adamsın Benezet. Thuram’ların oğlan maçı sattı ama gene de 1-1 bitti. 3 maçtır namağlup Guingamp hehe.

  • Nantes’ın başına Mr. Burns geçti. Senin bu lige niye geri döndün Vahid hoca ya. Gidin 65’ten sonra emekliliğinizi yaşayın lütfen. Yani Montpellier Michel der Zakarian ikilisinden özür diliyorum, daha korkunç bir birliktelik oldu Halilhodzic-Nantes. Ha evet kulüp efsanesi falan da, son işi olan Japonya Milli Takımı’ndan sıkıcı futbol oynatıyor diye Dünya Kupası öncesi kovulan bir teknik direktörü takımın başına getirmek……………………………………….
  • Monaco’yu uzun uzun konuşalım. İlk yazıda var, böyle olmaz. İkinci yazıda da var, böyle olması çok zor. Üçüncü yazıda da demişim ki olmuyor. Maç sonu Leonardo Jardim “Kulübün bu hafta alacağı karar herkesin geleceğini etkileyecek, her şeye saygı duyacağım” demiş. Evet, bu takımla gerçekten çok zor, ancak eğer birileri bir şey yapabilecekse o da Jardim. Gençleri parlatma ve yetenekleri serbest bırakıp sonuç alma konusunda ondan iyi birkaç tane adam var sadece. Yalnız bu Raggi ısrarını gerçekten çözemiyorum. Raggi de çözememiş olacak ki attı Grenier’ye yumruğunu yedi kırmızıyı. Neyse problem şu, Monaco’nun an itibariyle bir a planı yok, Jardim’in elinde ilk 11’e gözü kapalı yazılacak oyuncu sayısı 2-3’ü geçmez, formda oyuncu sayısı ise sıfır. 2 aydır maç kazanamayan bir takımın hocasının çırpınışını izliyoruz her 11 açıklandığında. 2000’li çocuk ilk kez 11 görüyo, sonra rezerv takıma dönüyo, Falcao 11 çıkıyo, yanında sabit bi oyuncu yok, oyunu kim kuracak, geriden kim top alacak, bu takım nasıl gol atacak falan derken Monaco düşme hattında. Düşmezler devre arasında takımda kalan babalar gitmezse de, Ruslar “Ulan takım zaten düşüyo, sat hepsi toplayalım parayı gidelim” derler mi, bilemem. Ha bu arada Rennes de 23. lig maçında da gol atmış üst üste. Hatem ben Arfa, ip gibi şutlarını özlemişiz abi.

  • Sıradaki parça sadece 4 gol atabilmiş ve gol atmayı düşünmeyen tüm Reims’lılara gelsin…
  • Yann Karamoh ne gol attı be.
  • Artık yeni nefret objem Halilhodzic, o yüzden Montpellier’yi yazacağım. Yeteneklerin ligi diye tanıtıyor Fransa Futbol Federasyonu artık bu ligi ve genellikle o yetenekler hep hücumcu. Fakat Montpellier, Toulouse, Reims veya Strasbourg gibi takımların savunmacıları parlatan oyunları hakikaten değerli. Nicholas Cozza, üçlünün solunda oynadı, tertemiz ayağı var, acayip sorumluluk alıyor, topların nereye gidebileceğini hızlıca sezip araya girebiliyor, dripling kabiliyeti var ve özgüvenli. Der Zakarian’ın 3-4-1-2’si hem savunma yaparken rakibi öldürüyor, hem de öne geçince çok hızlı öne gidebiliyor. Ben ilk 3’te kalabilmelerini mümkün görmüyorum ama, geçen seneki Rennes veya Bordeaux olma ihtimalleri az değil.
  • Milli araya gidiyoruz, bi de milli takım şeyapayım. Fekir sakatlanınca Payet girdi. Rami’nin korkunç performansı devam edince Zouma geri döndü. Oynatmıyor olsa da Thauvin’in yeri sabit ve Ndombele nihayet kadroda. Galiba ilk kez itiraz edecek bir şeyim yok Döşana. Rabiot annesine şikayet etti mi acaba hocayı?