Skip to content

Her Mike’ın Yoğurt Yiyişi Farklı

Arka arkaya izlediğimiz ve birbirinden çok farklı Knicks performansları Mike D'Antoni'yi kötü, Mike Woodson'ı iyi koç mu yapar?

İki basketbol takımını kıyaslamak için, çoğunlukla da play-off serilerinden önce girişilen ilk beş-bench-koçlar değerlendirmesine aşinasınızdır. Özellikle yakın takımlar arasında yapılması çok anlamsız bir kıyastır çünkü bütünün önemini hiçe sayarak parçaları yarıştırır ama eğlenceli olduğu için hep karşımıza çıkar. Fazla önem yüklemediğiniz takdirde zararsızdır. 2008 Lakers-Celtics finalinden evvelkiler, bu tip kıyaslamaları yaparken farklı kadrolara sahip iki koçu bir seri için tartıya koymanın ne kadar yanıltıcı olabileceğinin çok çarpıcı örnekleriydi. O günlerde koç avantajı Massachusetts dahil dünyanın her yerinde Phil Jackson’ın Lakers’ına yazılmıştır. Jackson’ın parmaklarında o seriye kadar dokuz, Doc Rivers’ınkilerde ise evliliğini simgeleyen tek bir yüzük bulunduğu ve üstelik Jackson evli de olmadığı için Lakers’ın koç avantajına sahip olacağını düşünmek refleks gibi bir şeydi. Hatta coşup Celtics kadrosunun Lakers’a ağır bastığını ama Jackson faktörünün şampiyonluğu Lakers’a getireceğini söyleyenler de gördük. Ne de olsa Jackson hakkındaki tek tartışma NBA tarihinin en iyisi olup olmadığıydı, Rivers ise finale gelmeden önce ilk iki turu ancak yedinci maçta geçebilen Celtics’in taraftarlarınca, takımın önceki üç yıldaki kötü halinin de hatırasıyla sorgulanan bir adamdı.

Seri bittiğindeyse bu defa Rivers’ın koskoca Zenmaster’ı nasıl madara ettiğini duymaya-okumaya başladık. Evet, Celtics finali 4-2 almış, altıncı maçta dükkanı kapatırken acı bir fark atmış, kazandığı ikinci maçta benzer bir farka giderken gevşemiş, kaybettiği iki maçı da sonlarda vermişti ve Rivers, Lakers’ın ikinci yarısının başlarında bir ara 20 sayı önde olduğu dördüncü maçı James Posey’yi dört numara oynattığı kısa beş hamlesiyle çevirmeyi başararak kırılma noktasından takımının galip çıkarak 3-1 öne geçmesini sağlamıştı, yani açıkça iyi bir seri geçirmişti. Ama bu bir koçun diğerine üstün gelmesi durumu sayılamazdı çünkü Jackson mecbur kaldığı için ilk beşinde NBA finaller tarihinin gördüğü en olan bitenle alakasız rotasyon oyuncusu Vladimir Radmanovic’i oynatırken, tek uzun yedeği olarak da ribaund alamayan, pota altında bitiremeyen, az pozisyonda faulsüz savunma yapabilen Ronny Turiaf’ı kullanıyordu. Bir sonraki yıl takımın kilit oyuncusuna dönüşecek Trevor Ariza sezonun büyük bölümünü sakat geçirdikten sonra henüz yeterli seviyeye gelemediğinden Radmanovic’in yedekliğini de Luke Walton yapmaktaydı ve o da NBA finaller tarihinin gördüğü en yavaş kısa forvet olabilirdi. Radmanovic ve Walton’ın karşısında oynayan Celtics oyuncusunun adı Paul Pierce’tı ve kariyerinin en iyi basketboluyla final serisinin MVP’si oldu. Diğer taraftan Turiaf’tan hiçbir şey alamayacağını görünce Jackson beşinci maçta bir ara iki yıl önce geçirdiği ayak bileği sakatlığı tarafından kariyeri mahvedilen ve bir daha asla eskisi gibi olamayan, sezon içinde hiç kullanmadığı Chris Mihm’i bile denemeye kalktı ama vazgeçmesi için üç dakika yeterli oldu. Jackson bu kadro yetersizlikleriyle uğraşırken Rivers’ın elinde Rajon Rondo-Ray Allen-Paul Pierce-Kevin Garnett-Kendrick Perkins ilk beşinin arkasında serinin altıncı adamı Posey, ikinci maçın kahramanı Leon Powe ve Sam Cassell-PJ Brown gibi iki büyük tecrübe vardı. Bu malzemeyi kullanmakta çok iyi iş çıkardığı konusunda hakkı yenemez ama yaptığı şey Jackson’a üstün gelmek olarak da görülemezdi. Üstün gelen Celtics kadrosuydu.

NBA tarihinin en çok şampiyonluk kazanan ve en yüksek galibiyet yüzdesine sahip koçu bile bazen elindeki kadrodan ötürü çaresiz kalabiliyor. Jackson 2008’den dört yıl önce ve üç yıl sonra da benzer iki durumu yaşadı. 2004’te bugünkü Lakers gibi yükün gelecekte Hall of Fame’e girecek dört oyuncunun sırtına yıkıldığı bir kadroyla sarsıntılı bir sezonun ardından finale kadar gelmişti ama dizinden sakatlanan Karl Malone sahada sürünüp, bir zamanların en iyi savunmacılarından Gary Payton da Chauncey Billups-Richard Hamilton ikilisinden hangisiyle eşleşirse karşılarında paspas olup hücumda da dağılınca,1 doğrudürüst yedeği bulunmayan Jackson rakibi Larry Brown karşısında acemi bir koç gibi gözükmüştü. 2011’de benzer bir sakatlık sorunu yoktu ve takımı seri başlarken Dallas’a karşı hemen herkesin favorisiydi ama iki şampiyonluk ve üç finalin ardından hem yorulmuş hem de doymuş Lakers’ın iplerinin Jackson’ın ellerinden çoktan kaçtığı ancak sahada görüldü. Seri 4-0 bitti, Mavericks son maçta 36 sayı fark attı.

Yanlış anlaşılmasın, Jackson hep Michael Jordan, Shaquille O’Neal, Kobe Bryant, Scottie Pippen gibi çok özel adamlara koçluk yapmanın ekmeğini yemiş ve işler biraz terse döndüğünde çözüm üretememiş birisidir demeye getirmiyorum, haşa! O günlerde yaşımdan ötürü izleyememiş olsam da daha sonra hakkında okuyarak hayranlık duyduğum, başlamasına bir ay kala Jordan’ın basketbolu bırakmasıyla tek ayak üstünde kaldıkları ama daha sonra finalde Houston Rockets’a yedinci maçın sonlarında yenilecek New York Knicks’e play-off ikinci tur yedinci maçının sonlarında yenilerek bitirdikleri 1993-94’ü ve 20 yıla yaklaşan, beş şampiyonluk sevinci yaşadığım Lakers taraftarlığımın en özel yılı diyebileceğim, Smush Parker-Luke Walton-Kwame Brown’lı ilk beşle play-off’a girilen 2005-06’yı Jackson’ın koçluk kariyerinin en başarılı iki sezonu olarak sayabilirim belki de. Ama Jackson gibi büyük koçlar bile elindeki kadroları her zaman kapasitelerinin üzerine çıkaramayabiliyor ve hatta bazen takımları onları yetersiz bir koç gibi gösterebiliyor.

Sadece bir play-off serisinde değil, koca bir sezon boyunca da yaşanabiliyor bu. Daha önce çok başarılı olmuş bir koçun adam edemediği bir takımı, son deneyimleri hiç de parlak geçmemiş başka bir koç yola sokabiliyor. New York Knicks’i çalıştıran son iki kişide görüldüğü gibi…

2008 yazında Knicks’in başına geçerken Mike D’Antoni boştaki koçların en havalısı ve talep göreniydi; zaten bu nedenle Knicks’e “layık görülmüştü”. Önceki dört yılda Phoenix’te yaptıklarıyla NBA basketbolunun yönünü değiştiren adamlardan biri olmuştu, bir kez Yılın Koçu ödülünü almıştı, eğer 2005’te Joe Johnson’ın elmacık kemiği kırılmasa, 2006’da Amare Stoudemire tüm sezonu kaçırmasa, 2007’de Robert Horry’nin Steve Nash’i hakem masasına itmesi sonrası Amare Stoudemire ve Boris Diaw sahaya girip sonraki maç için ceza almasalar ya da 2008’de takımın genel menajeri Steve Kerr, Lakers’ın Pau Gasol takasıyla paniğe kapılıp Shawn Marion-Shaquille O’Neal takasını yapmasaydı muhtemelen parmağında en az bir şampiyonluk yüzüğü de bulunacaktı.2 D’Antoni, bütün planlarını 2010’da LeBron James’i almak üstüne yapan ve salary cap esnekliği yaratmak için takımı boşaltmaya başlayacak Knicks’in taraftarlarına servis ettiği lezzetli bir ara sıcak gibiydi. “Bizden iki yıl bir şey beklemeyin, ama sonra bu ligin tozunu atacağız. O güne kadar son yılların izlemesi en keyifli takımının koçunun oynatacağı basketbolla vakit geçirebilirsiniz.”

D’Antoni iki yıllık o oyalanma döneminde toplam 61 galibiyet alabildi ve play-off göremedi ama önceki dört sezonda oyun kurucusu üzerine kurduğu sistemle başarı kazanmış bir koçun o iki yılda çalıştırdığı en iyi oyun kurucunun Chris Duhon olduğu ve kadroların kalanında da pek parlak isimler bulunmadığı düşünülürse bu gayet normaldi. 2010 yazında Knicks LeBron yerine babayı, bir de Amare Stoudemire ve Raymond Felton’ı aldı. En azından koçun eline Nash kadar zeki olmasa da penetre edebilen bir point guard ve David Lee’den daha iyi bir skorer geçmişti, bu sayede Mike D’Antoni’nin kafasındakine daha yakın bir basketbol oynayabildiler. Sezon ortasındaki takasla Felton yanında Danilo Gallinari, Wilson Chandler ve Timofey Mozgov’la gönderilip karşılığında Carmelo Anthony ve Chauncey Billups alınana kadar… Takas Knicks için uzun vadeli düşünerek yapılması gerekendi, hatta dahil olan tüm oyunculardan en iyi ikisini Knicks’in aldığı söylenebilir ama bu personel değişikliği D’Antoni’nin kafasındaki basketbolla zıt yönde olmuştu. Gerçi oraya kadar 28-27’lik dereceyle gelen Knicks sezonun kalanını da 14-13 geçti ve 42-40’la bitirdi ama takım bozulmasa dereceleri daha iyiye gidebilirdi. İyi ama çok da göz almayan bir ilk beşle birlikte kenardan getirdiği en iyi oyuncu Toney Douglas olan bir takım için fena bir sezon değildi geride bırakılan. Play-off’ta Celtics’e ilk maçta sonuna kadar direnip 2 sayıyla kaybettiler; kaybettikleri diğer şey de sakatlanan Billups’tı. İkinci maçın ilk yarısında bu defa Amare Stoudemire’ın sırtı iflas etti, ikinci yarıda o da oynayamadı, yine son topa kadar götürüp bu defa da 3 sayıyla kaybettiler. Billups yokken ve Amare’nin sırtı fena durumdayken New York’taki maçlar Celtics için haliyle çok daha kolay oldu, seri 4-0 bitti. Yine de Knicks süpürülmeyi haketmemişti ve kötü bir sezon da geçirmemişti.

Normalde böyle bir takımın, play-off gibi kritik dönemlerde sakatlık yaşamadığı ve oyuncuların hem birbirlerini hem de koçu daha iyi tanıyacakları bir sonraki sezonda gelişim göstermesi beklenir. Oysa D’Antoni bir ilerleme kaydedilecekse bile bunun, yaratılan beklentiyi karşılayacak şekilde şampiyonluğa kadar uzanamayacağını öngörmüş olmalıydı ki, söylentilere göre sezonun erken safhalarında Knicks yönetiminden Carmelo Anthony-Deron Williams takası için Nets’in dürtülmesini istedi. İki oyuncunun bugünkü vaziyetlerine bakıp D’Antoni’ye sallamak kolay, tabii eğer bir yıl önce Williams’ın bu kadar kötü bir dönem geçirmediğini, o günlerde Chris Paul’la birlikte pozisyonunda ligin en iyi ikisinden biri olarak gösterildiğini ve daha önemlisi, Billups’ın serbest bırakılması sonrası D’Antoni’nin elindeki tek adamakıllı oyun kurucuyu da kaybettiğini unutursanız. Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz ama D’Antoni’nin iyi point guard gerektiren bir sistemi vardı ve geçen sezona bu mevkide -herkes için dünyanın en büyük sürprizi olan Jeremy Lin’i saymazsak- Mike Bibby-Toney Douglas ikilisiyle başlamıştı. Bütün bunlar aklınızdaysa D’Antoni’nin isteğinde haklılık payı bulursunuz. Knicks’in geçen yıl koç değişikliğinden önceki en (ve tek) başarılı dönemini Melo’nun sakatlığı nedeniyle oynamadığı ve sürekli ikili oyun arayan Lin’in ortaya çıktığı günlerde geçirmesi tesadüf olmasa gerek. O da fazla uzun sürmedi ve sezonun ortasında D’Antoni’nin istifası sonrası koltuğa yardımcılarından Mike Woodson oturdu.

Woodson 2004’te başa geçtiği Atlanta Hawks’ta enteresan altı sezon geçirdikten sonra 2010’da şutlanmıştı. Takım 2004-05’te 13 galibiyetle başlayıp her yıl daha fazla maç kazanarak 26, 30, 37, 47 derken 2009-10’da 53’e kadar gelmişti fakat Woodson ayrıldığında hiçbir Hawks taraftarının biraz olsun üzüldüğünü sanmıyorum çünkü ortada görüp görülebilecek en kişiliksiz play-off takımlarından biri vardı. O Atlanta takımını hiçbir şey, 2009 play-off’larının ikinci turunda Cleveland’a dört maçta ortalama 18 sayı fark yiyerek süpürüldükten sonra, 2010’da yine ikinci turda bu defa Orlando’ya ortalama 25 sayı fark yiyerek yine süpürülmeleri kadar iyi anlatamaz. Woodson görevden ayrıldığında Hawks, play-off dışında kalmak için kadrosu fazla iyi olup aynı zamanda ligin en tiksinti veren basketbolunu oynayan takımlardan biriydi. Kaan Abi’yle NBA TV’de Atlanta maçı anlatacağımız zaman ciddi anlamda içimizin sıkıldığını biliriz. (Takımın taraftarı olduğu için İsmail bizim kadar olumsuz etkilenmiyordu.) Woodson başka bir NBA takımını çalıştıracaksa da, ancak 2004’teki Hawks gibi diplerde bir takımda başlayabilir gibi geliyordu o günlerde.

Oysa Knicks’te ne oldu, biliyorsunuz. Woodson başa geçtikten sonra takım ciddi biçimde toparlanıp normal sezonun kalanında 18-6 gibi bir şampiyonluk adayı derecesi tutturdu. Play-off ilk turunda Miami’ye beş maçta elendiler ama en önemli dış savunmacıları Iman Shumpert ilk maçta dizini dağıtıp, Stoudemire ikinci maçın ardından sinir şov yaparken mal gibi elini parçaladıktan sonra zaten ellerinden fazlası gelemezdi. Bu sezon ise kadronun biraz genişlemesi ve Woodson’ın hazırlık kampından itibaren takımı yönetmesiyle Doğu’da Miami’nin önündeki en büyük tehdide dönüştüler. Dahası, son 10-11 maçta -bazı sakatlık sorunlarının da payıyla- bu konudaki istikrarlarını yitirseler de, NBA’in en planlı hücum eden takımlarından biri Knicks. Hawks taraftarlarını ağlatacak kadar… Ve Woodson’ın Hawks’ının aksine, zoru görünce sinen bir takım değil bu; bilakis, şampiyonluk adaylarına karşı daha da iyi oynuyorlar.

Bu kadar hafıza tazelemenin ardından soracağım şu: Oyun kurucusu üzerine oturttuğu bir sistemle Phoenix Suns’ı dört yıl boyunca şampiyonluk adayı yapan ama New York’taki üç buçuk yılının yalnızca buçuktan biraz fazla kısmında istediği tarz bir oyun kurucu ve kadroyla çalışabilip ardında 121-167’lik bir derece bırakan Mike D’Antoni için Knicks günlerine bakarak kötü koç demek adil midir? Ya da onun bıraktığı takımı ayağa kaldırıp bir sonraki sezon şampiyonluğu telaffuz edebilir hale getiren ama Atlanta’da zoru gördüğü an dağılan bir takımda imzası bulunan Mike Woodson için?

Hayır. Bu iki koç da kendileri için doğru kadrolarla çalıştıklarında başarılı olabileceklerini göstermişlerdir. D’Antoni’nin NBA koçluğunu, iki senesini 2010 planı doğrultusunda boş geçirdiği, sistemi için elzem olan istediği tipte bir oyun kurucuyla yarım sezon çalışabildiği Knicks kariyerindense, biraz şansı ya da iddialı bir takım için para harcama konusunda cimri davranmayan bir patronu olsa en az bir şampiyonluk kazanacağı Suns kariyeriyle değerlendirmeyi tercih ederim. Knicks’te kendimce çok hatalı bulduğum işlerini hatırlasam da…3 Woodson’ın NBA koçluğunu belli ki bir şekilde takımın dizginlerini elinden kaçırıp bir daha yakalayamadığı Atlanta’daki son iki yılındansa, oyuncularıyla çok daha iyi diyalog kurduğu belli olan New York’taki bir yılıyla değerlendirmeyi tercih ederim. Hayatım boyunca hiçbir play-off takımından 2009 ve 2010’daki Hawks kadar nefret edeceğimi düşünmesem de…

Üst düzey koçlar zaman zaman elindeki malzemeye göre sistemlerini değiştirebilir, kendilerini şartlara adapte edebilirler. Zaman zaman kadrosu çok iyi gözükmeyen takımlarla beklentileri aşabilirler. Fakat bir koçu “iyi” kabul etmek için sadece bu tip durumlar üzerinden not veremezsiniz. Bazen çok iyi bir koç bile takımının kontrolünü kaybedebilir, ayrılırken herkesin bittiğine sevindiği bir noktaya getirebilir. Mike D’Antoni sizin için ikna edici değilse Phil Jackson gibi örneklere bakabilirsiniz.

  1. Normal sezonu %47 isabet, 14.6 sayı, 5.5 asist gibi düzgün bir performansla geçiren Payton’ın istatistikleri play-off’ta %37’yle 7.8 sayı, 5.3 asiste indi. Ama Detroit karşısındaki haliyle kıyaslayınca buu play-off istatistikleri iyi bile. Final serisinin beş maçında 9/28 isabetle toplam 21 sayı atabilmişti. []
  2. O Suns takımından söz açıldıkça Steve Nash hep ilk akla gelen olacak, şüphesiz. Bunun ötesinde Mike D’Antoni’nin de Nash sayesinde iyi gözüktüğünü söyleyenler var. Fakat Nash’in D’Antoni’yle çalışmadan önce MVP olmayı bırakın, MVP tartışmalarında adı geçebilecek 50 oyuncu arasında bile yer almadığını atlamamak gerekir. D’Antoni’nin Nash’e olduğu kadar Nash de D’Antoni’ye borçludur. []
  3. 2011-12 sezonu başında Mike Woodson’ın savunma koçu olarak takıma katılmasına karşı çıkması bunlardan biriydi. Bu sezon Lakers’ın başına geldiğinde, geçmişte yardımcıları arasında savunmayla özel olarak ilgilenecek birisini bulundurmamasının hata olduğunu kabul etti. []