Skip to content

Eski Köprünün Altında

Tarihin üzerinde en çok spekülasyon dönen konseri olabilir mi? Red Hot Chili Peppers İstanbul Konseri. 8 Eylül 2012, bu sefer gerçek gibi duruyor.

Red Hot Chili Peppers İstanbul Konseri, 8 Eylül 2012. Bu sefer gerçek gibi duruyor.


Under the Bridge (1992)

Aslında sevdiğim ve dem vurmayı istediğim çok RHCP şarkısı vardı. Sizlerin de olduğu gibi… Ancak bu listede Under the Bridge olmasaydı sanırım gözüm açık giderdi. Hem hayatımda denk geldiği dönem olarak anısı çok fazla hem de Onur’un dediği gibi, grubun John Frusciante’siz bir ayağının eksik olduğunu en iyi hatırlatan şarkılardan. Şarkının yer aldığı ve 1992 yılında yayınlanan “Blood Sugar Sex Magik” isimli 5. albümleri grubun dünya sahnesine çıkmasını sağlamıştı ayrıca. RHCP için devrim yaratan bir albümdü. O zamanlar 12 yaşında olan ben ve akranlarım içinse önce içinde “sex” kelimesi geçtiği için ebeveynler tarafından kaseti almanızın zorlaştırıldığı bir hal almıştı. Zaten o yaşta Fransız lisesine gitmenin sancılarını yaşıyorsunuz; herkes yabancı, herkes sizden uzak. Kimseyle konuşmak istemiyorsunuz. Aynı şarkıda Anthony Kiedis’in anlatmaya çalıştığı gibi. Ama sizi asıl, o yaşlardaki yeniyetme İngilizcenizle anlamanızın daha zor olduğu derinlemesine Kiedis sözleri değil, John Frusciante’nin intro solo’su çarpıp durur.

Tek dostu olarak, yaşadığı Los Angeles’ı gören ve şehriyle dertleşen Kiedis’in hüznünü daha sözler devreye girmeden intro’yla beraber yüzünüze vurmaya başlar Frusciante… Sonra Flea devreye girer. Bu nerenin köprüaltı diye düşünürken sizi o köprüaltına zaten çoktan götürmüşlerdir. Kiedis’in arkadaşlarından uzaklaştığı, kendini çok yalnız hissettiği, mutluluğu 80’lerdeki sevgilisi Ione Skye’da değil de köprüaltındaki çetelerin sattığı uyuşturucuda bulduğu günleri anlattığı depresifliği çok net hissedersiniz. Hatta Onun LA’i sizin İstanbul’unuz olur. Flea ile My Own Private Idaho filminden dostluğu olan Gus Van Sant’in çektiği enfes video ise şarkının ve dolayısıyla grubun yeraltından bol ışıklı sahneye çıkmasını sağlar. Prodüktör Rick Rubin’in Kiedis’i zorlamasıyla şarkıya dönüştürdüğü şiirin getirdiği popülerlik, grubun sacayaklarından Frusciante’nin de ayrılığına giden karmaşayı ortaya çıkarır.

Frusciante’nin glam rock grubu T. Rex’in gitaristi Marc Bolan’ın 1971 tarihli Rip Off şarkısından esinlendiği (rip off ettiği) efsane soloyla başlayan şarkı, grubun kaderinde de fazlasıyla rol oynar. Bizim hatıratımızda da farklı bir yere ve anı girdabına sahip. Herkesin bildiği bir klasik zaten artık…

Dipnot: Gus Van Sant klipte şehir panorama görüntüsü olarak LA’i değil, kendi kenti Portland’ı kullanmıştır. Portlandia!

Son bir not: Kiedis’in o meşhur köprüaltı, 2004’te çıkan kitabı “Scar Tissue”dan da yola çıkılarak bulundu. İşte o meşhur köprüaltı.  Caner Eler

Warped (1995)

Müzik tarihinin en kendine has toplulukları sıralamasında ilk 5’e girmemesi ayıp olacak Red Hot Chili Peppers’la ilgili iki satır yazma fırsatı bulunca, biraz Şeytan’ın avukatlığını yapmadan edemedim. Ergenliğim tam “Californication” patlamasına denk gelse de aldığım ilk RHCP kasetinin “One Hot Minute” olmasından belki, aklımda yanan ilk şarkının adı Warped. 1995 tarihli, hayli sancılı bir kayıt sürecinin ardından çıkan “One Hot Minute” için anahtar kelimeler; bağımlılık, karanlık, kırılganlık ve elbette John Frusciante’nin ayrılmasından sonra ekibe katılan Dave Navarro. Anthony Kiedis’in temiz geçen yılların ardından tekrarlayan uyuşturucu bağımlılığının, kendine ve herkese dair hayal kırıklığının izlerini taşıyan sözlerine Navarro’nun Jane’s Addiction’da bilediği sert gitarları eşlik eder. Grupta bulunduğu süre içinde hep “misafir” olan, hiçbir zaman grupla bütünleşemeyen Dave Navarro’nun doğrudan, güçlü ve keskin gitar katkısı, aslında Kiedis’in kağıda döktüğü sözlere çok uygun bir yapı inşa eder. Navarro’nun grup içindeki ayrıksılığı, albümün RHCP diskografisi içindeki ayrıksılığıyla örtüşür ve yoldan sapmalar benim için her zaman değerlidir.

Albümün açılış parçası Warped, daha ilk cümlesiyle arkasındaki tüm süreci korkusuzca göz önüne serer: “My tendency for dependency is offending me.” Son derece çekici gitar riff’lerinin girdabına kapılıp gitmek çok kolay, tıpkı Kiedis’in kişisel cehenneminin girdabına kapılıp gitmesi gibi: “Descend all the way, all the way, every day warped and scared of being there.” Uyuşturucu bağımlılığı ve yoksunluk duygusunu, yutulması zor bir lokma olarak boğazımıza tıkar Warped. Navarro’nun gitarı şarkı boyunca öfke kusar. Grubun hayranlarının gözünde hep “istenmeyen adam” olarak kalan Dave Navarro, şarkının Flea’nin kayınçosu Gavin Bowden imzalı fetiş videosunun sonunda Anthony Kiedis’in dudaklarına bir öpücük kondurur. Videonun son planı kısa süreli de olsa huzurlu bir aile tablosu gibidir. Navarro, başını Kiedis’in kucağına koyar. Kiedis, Navarro’nun saçlarını okşar. Belki de bu yüzden Dave Navarro’nun RHCP tarihindeki izi bana hep dokunaklı gelir. Evet, grupla aralarında kan uyuşmazlığı vardır ama “One Hot Minute”teki katkısıyla grubun içindeki zehri akıttığı da göz ardı edilemez. Bu iyi bir şey. – Artemis Günebakanlı

Otherside (1999)

Lise günlerime denk geliyor “Californication” albümünün çıkışı. O zamanlar CD player’lar vardı ve bir hoparlörle yatakhanede hepimizi büyüleyecek kadar müzik çıkarabiliyorduk. Play’e basıldıktan sonra sessizlik olurdu. Around the World, Parallel Universe, Scar Tissue diye başlar; aradaki birkaç saniye sonra hep birlikte ezbere söylediğimiz Otherside‘ın girişine konsantre olurduk. Albüm dinlemenin getirilerinden biri de “bir şarkının sonundayken hemen diğer şarkının başlangıcını hatırlamak” değil midir zaten? Sağ olsun, Californication albümü bu konuda çok cömert. Birbirinden güzel 14 şarkıyı dinledikten sonra Road Trippin’ ile kusursuz bir son yapıyorsunuz. Albüm bitince bir kez daha en güzel “How long, how long will I slide” haykırışımızla Otherside… Lise dönemindeki suni ergen isyanı tatminimizi gerçekleştirmiş olurduk.

Gördüğünüz üzere şarkıyı dinleyen tarafından pek de ilgi çekici olmayan bir hikayesi var Otherside’ın. Fakat yazanların bu şarkıya yüklediği anlam çok farklı. Bu şarkı yüksek dozda eroin kullanımı yüzünden ölen eski Red Hot Chili Pepper Hillel Slovak için, en yakın arkadaşı Anthony Kiedis tarafından yazılmış. Sözler eroin bağımlısı iki kankadan Slovak’ın intiharı düşündüğü dönemleri, kendini ikna çabasını anlatıyor. Kiedis, bu şarkıyı Slovak’ın ağzından yazıp seslendiriyor.

Slovak, Kiedis’in aksine eroin bağımlılığını bir türlü kontrol altına alamıyor. Hatta bazen öyle noktalara geliyor ki, birçok insanın altın vuruş yapmasına yetecek kadar dozu alıyor. Her seferinde “bir şekilde” kurtulan Slovak, şarkıya da “How long will I slide?” derken “Daha ne kadar kaymaya devam edebilirim ki?” diye başlıyor zaten.

Slovak tek çıkış yolunu intihar olarak görüyor. “I’ve gotta take it on the otherside” dediğinde anlıyoruz bunu. “Öteki tarafa göçmenin” tek kurtuluşu olduğunu görüyor. Fakat bir sorun var, önce kendisini ikna etmesi lazım. Bunun için sürekli kendisiyle kavga ediyor. İkna çabaları esnasında “I don’t believe it’s bad” diyor, “aslında o kadar da kötü olduğuna inanmıyorum…”

İkna faslı bittikten sonra intiharın yöntemlerini düşünüyor. “Slit my throat” derken boğazını kesmeyi aklından geçiriyor. Fakat bulduğu yol, altın vuruş. Bunun -kendince- en eğlenceli intihar yöntemi olduğunu şarkının bir yerinde “I don’t believe it’s sad” olarak değiştirdiğinde anlıyoruz. Sonuçta yüksek dozda uyuşturucu almanın hayatının son anlarında onu mutlu kılacağı fikrine varmış.

İş intihar kısmına geliyor. Şarkının en hüzünlü kısımlarından biri, burada ciddi bir kriz var. Slovak “turn me on take me for a hard ride, burn me out leave me on the otherside” diyor. “Hard ride” ile altın vuruşu kastediyor, “beni bu yolculuğa çıkarın, yakın ve diğer tarafta bırakın” diyor. İntihardan önce son kez:

“I yell and tell it that
it’s not my friend
I tear it down I tear it down
and then it’s born again”

bölümünde uyuşturucu bağımlılığıyla savaştığı dönemi anlatıyor. “Eroinin dostum olmadığını biliyorum, bırakmak için çok uğraştım ancak söküp attıkça yeniden doğdu” sözleri kendisinin tek çıkışının bu olduğuna bizi de ikna etme çabası…

Müziği, vurgusu, çıkışları, anlamı ve vokalinin güzelliğiyle bence muhteşem bir şarkı Otherside. Yetmiyormuş gibi, olağanüstü bir de klibi var. Picasso’nun son dönemine hayran birisi olarak, klipte kübizmden esintiler olması bu şarkıyla ilgili her şeyi kusursuz yapıyor.

Son olarak hip-hop sevenler için şarkının sample’ının kullanıldığı bir de rap şarkısı mevcut. Macklemore & Ryan Lewis’in Otherside’ını dinlemek isteyenleri de şöyle alalım… – İsmail Şenol

Scar Tissue (1999)

Benim için Red Hot Chili Peppers, her şeyden önce John Frusciante… Hillel Slovak’tan, Dave Navarro’dan ya da Josh Klinghoffer’dan ve hatta Anthony Kiedis’ten, Flea’dan, Chad Smith’ten, hepsinden önde. Ezeli rakibe gol atıp gerçek X’li olan topçular gibi, gerçek RHCP albümleri de “Mother’s Milk”, “Blood Sugar Sex Magik”, “Californication”, “By the Way” ve “Stadium Arcadium” gibi içinde John’un gitarını barındıranlar elbette.

Ne mutlu ki bunu savunurken yalnız değilim ve destekçilerim de baya’ sağlam: Flea gibi. John’un uyuşturucuyla boğuşup ölüme göz kırptığı dönemde onun yerini alan Navarro hakkında “Biz ondan sadece gitar çalmasını istemiştik ama o ‘çok fazla’ gitar çaldı” demişti Flea ve bir nevi ten uyuşmazlığından bahsetmişti. Oysa John varken böyle dertleri olmamıştı hiç, mutlak bir uyumdu aralarındaki.

Road Trippin’ şarkısının ortaya çıkışı da bunun en saf kanıtıydı belki de… Neden bahsettiğimi anlatmak için, ödenmesi gereken bir borç gibi hissederek yazdığım şu yazıdan yardım alacağım:

“Şarkının nasıl ortaya çıktığını anlatırken, grup içindeki ‘birbirine bağlılık’ hakkında ipuçlarını veriyordu aslında. Bir gün sörften dönüyor ve gitarıyla bir riff çalmaya başlıyor. Daha sonra Anthony geliyor, “Bu ne?” diye soruyor, John “Bu mu? Hiçbir şey” diyor. Ardından Flea, John’un çaldığının üzerine bir şeyler ekliyor; “Hadi” diyorlar, “Bir de geçiş koyalım” ve ortaya Road Trippin’ çıkıyor. Mükemmel bir şey yaratıyorsunuz; düşünmeden, aniden, emprovize, içgüdüsel. Ne derseniz deyin… Dünya adaletli bir yer değil, eyvallah. Ama bazılarına bahşedilen yetenek de biraz fazla kaçıyor işte.”

Evet, bugün John yok belki ve artık o kadar kusursuz değiller. Ama ben, yitip giden eski bir dostun ardından onun çocuğuna sarılır gibi sarılıyorum kalanlara. Tamam, Anthony Kiedis’in sesi apayrı, Flea’nın bası benzersiz, Chad Smith hala arıza ve eyvallah, Josh da iyi elbette ama bi’ John değil işte. Onun başıboş, kendi kendine takıldığı bölümler yok artık, notaların üstünde şuursuz ama bir o kadar kusursuz yürüdüğü sololar da eskide kaldı.

Scar Tissue’ya bir bakın; Olympia’da John’un nasıl kendinden geçtiğine ve o şarkıyı nasıl bir boyut ileri götürdüğüne. Sonra en üstteki yorumu okuyun; “İkinci solo bu dünyanın dışından” yazan hani, anlarsınız ne demek istediğimi…

Benim için RHCP, Radiohead ve The Smiths’le birlikte ayrı bir yerde. Ama kabul etmek gerekir ki; cumartesi, İstanbul’da bir ayakları eksik çıkacaklar sahneye. Tıpkı bu şarkının adı gibi; bir yara var, üstü kapanmış ama o iz duruyor yerli yerinde. – Onur Erdem

The Zephyr Song (2002)

Ortaokul döneminde hayatımın ilk yabancı kasetini almıştım. FM’de continue’ya basacak ve galibiyet-mağlubiyet cümlelerini anlayacak, dersten de 4 alacak seviyedeki İngilizce bilgimle Anthony Kiedis aksanından ‘yes’ duysam bile anlamıyordum. Elimde padişah fermanı misali açarak tuttuğum sözlerle, çalan her şarkıya saçma sapan eşlik etmeye çalışıyordum.

Sadece Californication‘ı bilerek aldığım “By the Way” albümünü başta sevmiştim desem yalan olur. Açılış şarkısı By the Way‘i Californication‘la karşılaştırıp çok yavan, Universially Speaking‘i gereksiz uzun, This Is The Place‘i meeh, Dosed‘u ise fazla bulmuş, Don’t Forget Me de sert gelince “ya bunların bir tane şarkısı varmış herhalde” demiştim. Sonrasında The Zephyr Song başladı çalmaya. Kiedis’in birbiri ardına, rapvari biçimde, Frusciante’nin tınılarına uygun, hızlıca söylediği sözlere yetişmeye çalışıp yetişemiyor, başa alıp alıp tekrardan başlıyordum. İnat edip bir haftada ezberledim şarkıyı. Ne diyordu şarkıda, gram fikrim yoktu. “Kenageçço hentu laydon…”

Ruh halinize göre neye ihtiyacınız varsa onu verir The Zephyr Song. Neşeliyseniz biraz hüzünlendirebilir, hüzünlüyseniz kafanızı dağıtabilir, umutsuzsanız umut verebilir, yahut Winamp’ta hazırlanmış gibi duran klibiyle eğlendirebilir. Bu yönüyle de zaten Flea’yla John Frusciante’nin yaratmak istediği o değişken ruh halini yansıtan şarkı olmayı başarır The Zephyr Song. Yıllardır forumlarda “yahu bu şarkıda ne anlatılmak isteniyor, perde arkası anlamı nedir?” sorularıyla devam eden tartışmaların aslında pek bir anlamı yoktur. Grubun gitaristleri kendi deyimleriyle “saykedelik” bir şeyler yapmak istemişlerdir sadece. Aslında kimsenin sevmediği o klip de ikilinin yaratmak istediği halüsinasyonları anlatır.

Ezberlediğim ilk yabancı şarkı olarak bireysel tarihime geçen The Zepyhr Song, tanıdığım hiçbir RHCP severin Top 5’ine girememiş, bana göre hep ‘underrated’ kalmıştır. Rolling Stone‘a göre Kaliforniya güneşini ihtiva eden şarkı hep bonus track’im olarak kalmıştır, kalacaktır. Cumartesi çalınması dileğiyle…

Şöyle buyrunuz, halüsinasyon görünüz… – Ozan Can Sülüm