Skip to content

Spurs’e Yakışır

(Bu yazı eşşeklik ve yoğunluk ortak katkısıyla Spurs’ün galibiyet serisinin devam ettiği günlere yetiştirilememiş, ancak 3-2 oldukları serinin altıncı maçından saatler önce tamamlanabilmiştir. Spurs’ün işinin bitmediğine inansam da, yarın sabah bu yazı anlamını biraz yitirmiş olabilir.)

Kimi insan kendi tuttuğu takımın yer almadığı maçları ya da turnuvaları bir tarafa kaymadan izleyebilir, ben ise genelde bunu becerebilenlerden değilim. Yeri geliyor, hiç sevmediğim takımların bile kazanmasını isteyebiliyorum. Maçtan daha fazla keyif almak için iki taraftan birini seçtiğim olmadı hiç, o bir his yaratamayacak kadar yapay geliyor, ama bir tarafı tutacaksam maça kadar sebeplerim çoktan hazırdır. Lakers elendikten sonra da kalan takımlar arasından kimi tutacağımı düşünmeme gerek yoktu. Daha sezon ortasında Spurs’ü yedek listeye yazmıştım bile.

Bundan önce 1997 ve 1998’de Michael Jordan’dan sıkıldığım için Utah’ı, 2005 ve 2006’da Shaq’ın şampiyon olamaması için Detroit ve Dallas’ı, geçen sene Miami tuhaflığı yolda kalsın diye yine Dallas’ı (öncesinde Chicago’yu) tutmuştum. Doğrusu bu sene de kazanmasını istemediğim takımlar var (mesela kalanların üçü de) ama Spurs’ü başkaları yolda kalsın diye değil, öncelikle onların kazanmasını istediğim için tutuyorum.

Neden mi? Birbirine bağlı birkaç nedeni var.

Son dört yılı yaşamasaydık, ne bileyim takvimde 2008 falan yazsaydı, Spurs’ün buraya kadar sezonun en iyi dereceli ve en iyi top oynayan takımı olması gayet sıradan bir durumdu. Ya da mesela 2008’deki Celtics-Lakers finalinin dördüncü maçından sonra1, aynı maçı izlemesine rağmen hiçbir şey olmamış gibi akşam Mark Knopfler konserine gideceği için zıp zıp zıplayan arkadaşım Şansal’ı örnek alıp sağlığımı düşünerek NBA’le alakamı kesseydim ve yıllarca hiç ilgilenmedikten sonra bugün laf açılsın maksadıyla “NBA’de durum ne, kimler şampiyon olabilir?” diye sorduğum birisi Spurs deseydi, herhalde Duncan dışında kadronun çoğunu dağıtıp bir iki yeni acayip genç buldular diye düşünürdüm. Çünkü iyi hatırlıyorum, o yıl Lakers play-off’ta Spurs’e 4-1 çektikten sonra “Devir artık Lakers’ın devri, Spurs yavaş yavaş sahneden çekiliyor” lafları başlamıştı. Şimdi 2012’deyiz, Lakers’ın devrinin kapandığına kanaat getiriliyor, Spurs ise yeni süper gençlerle falan değil, yine Parker-Ginobili-Duncan temelindeki bir takımla hala burada. Ve belki de bugüne kadar çıktığı en üst seviyede.

Dört yıl önceki o konferans finalinde Lakers Spurs’ü ilk maçta 20’nin üzerinde, beşinci maçta 17-18 sayılık bir farktan gelerek yenmiş, ikinci maçta da 30 sayı gibi bir fark atmıştı. (Açıp bakmaya üşendim ama tam sayıların bir önemi yok) İki defa bu tip farklardan dönerek, bir kere haşat ederek kazanan, deplasmandaki iki maçtan da ihtiyacı olan tekini alan takım genelde diğerinden net biçimde daha iyidir, ki o zaman da Lakers Spurs’e göre öyleydi. 2009’da daha ilk turda elendi Spurs, hem de 4-1’le. 2010’da ikinci turda Phoenix süpürdü. Geçen yıl normal sezonu Batı birincisi olarak bitirdikten sonra yine daha ilk turda Memphis indirdi. Başka bir takım olsa 50 defa dağıtılmış ve yeni bir yola girmişti, ki Adrian “yazdıysa doğrudur” Wojnarowski’nin kaynaklarına göre onlar da Parker’ı takas etmek için etrafı yoklamışlar ama cazip bir alışveriş seçeneği bulamadıkları için çekirdeği korumayı tercih etmişlerdi. İşte Spurs’ü tutmak için ilk motivasyonum: Devri geçti denilen ve önceki play-off’larda sahada gerçekten de öyle gözüken bir üçlünün etrafında kurulan takımın tekrar şampiyon olabileceğini görmek istiyorum. Belki şimdilerde kendi takımımın da bittiği söylendiği için…

Spurs kadrosunun temel taşlarını değiştirmedi belki ama öylece yerinde durup aynı şekilde oynamaya da çalışmadı. Ne yaptılar? Öncelikle Tim Duncan’ın artık ligin en baba uzunu olamadığını belki de herkesten önce farkedip kabullendiler. Duncan ne üst düzey bir savunmanın her yere yetişen temel direği olabilirdi, ne de her ihtiyaç duyulduğunda 25-30 atan, üzerine sürekli yardım çeken hücum silahı. (Ayrıca çok özel bir savunmacı olan Bruce Bowen da hızla sıradanlaşmıştı.) Bununla birlikte NBA’in artık hızlı kısaların at koşturduğu bir lig olduğunu ve ellerinde bu tip iki yıldız bulunduğunu biliyorlardı. Onların iplerini tamamen çözüp, Hıncal Uluç’u bile “Popovich korkak” demeden önce biraz bekletecek hücum ve o hücumun yanında yetecek ölçüde savunma formülüne dayandılar. Dönüşümden önceyse bu takımın meşhur yemeği savunmasıydı. Rakipleri 2003 play-off’larında %40.4’le maç başına 89.3 sayı, 2005 play-off’larında 92.6, 2007 play-off’larında 91.7 sayı atabilmişlerdi. Spurs tümünde şampiyon olduğu bu üç yıl arasında en fazla 2007’de 95.7 sayı ortalamayla oynadı.

Evet, bu etkileyici ve saygıyı hak eden bir dönüşüm ama bir takımı sırf çekirdeğini korudu ve kendisini başarıyla yeniledi diye desteklemezdim. Diğerlerinin arasında Spurs’e sempati duymamı sağlayan başka şeyler de var.

Şu an şampiyonlukla Spurs’ün arasında duranlardan Oklahoma City ve Miami sırtlarını bir araya gelişlerine nadir rastlanacak üçlülerin bireysel yeteneklerine dayamış takımlar. Bir tanesinin elinde belki de NBA tarihinin gördüğü en iyi 1-2-3 numara, başka deyişle kısa pozisyonları üçlüsü var2, diğerindeyse ligin en iyi oyuncusu, yanında sağlıklıyken en iyi ikinci olduğunu iddia edebileceğiniz bir başkası ve onları iyi tamamlayan bir All-Star uzun. Bunlar bütünüyle dağınık ve topu bu adamlara verip kafalarına göre takılmalarını istemekten başka bir planı bulunmayan takımlar değil elbette ama çok organize olmadıkları da kesin. Daha sıradan bir takım aynı şeyi yapmaya çalıştığında ortaya Atlanta Hawks çıkıyor işte. Ha, böyle oynamak kesinlikle yanlış mıdır, kabahat midir? Kime göre, neye göre? Belki de bu oyuncu yapısı için doğrusunu yapıyorlardır, o ayrı bir tartışma konusu. Ama ben Spurs’ün oynadığı, bu takımların ters yönünde giden, topun ve oyuncuların belli bir plan dahilinde çok daha fazla hareket ettiği, sorumluluğun daha fazla paylaşıldığı, yeteneğin yanına daha fazla takım çalışması koyan ve onları sezon başı tahminlerinin çok üzerine çıkaran oyunu daha çok seviyorum, o oyunun başarılı olmasını istiyorum. (Boston Celtics’in isminin neden geçmediğini merak eden yoktur herhalde?)

Spurs kazanırsa yalnızca doğru bulduğum basketbol değil, doğru bulduğum ve NBA’de yayılmasını dilediğim bir koçluk tarzı da kazanmış olacak. Gregg Popovich’in basketbol aklına dair fikrim yukarıdaki satırlarda gizli. Bana onu esas sevdiren ise oyuncuları üzerinde kurduğu, despotluğa varmayan otoritesi ve yıldız oyuncuları tarafından bükülemeyen, onları yöneten adam olması. Sezon ortasındaki Celtics-Spurs maçında tanık olduğum oyuncu değişikliğini unutamıyorum. Spurs ilk yarıda yakaladığı ciddi bir farkı ikinci yarı koruyamamış ve maç kafa kafaya gelmişti. Bitime 2-3 dakika kala Popovich bu sezon tartışmasız en iyi oyuncusu olan ama o gün özellikle son bölümde pek iyi oynayamayan Parker’ı, üstelik Ginobili de yokken kenara çekti, maçın en kritik bölümünü Parker yerine Gary Neal’la oynadı. Popovich’i özel kılan, şov için değil ama gerekli gördüğünde en iyi oyuncusunu yanına oturtup onsuz devam etme yürekliliğidir. Ve onun oyuncuları üzerindeki bu hakimiyeti sayesinde bize bu sezonki şahane basketbolu izletmişlerdir. Çünkü bu oyunu sahneye koymak için yetenekli adamlara sahip olmak ve iyi hazırlık yapmak yetmez.

Bugünün NBA’inde Spurs gibi takımları, Popovich tarzı koçları bulmak ne yazık ki kolay değil. Bir tarafta Wade maç içinde koçuna dayılanıyor ve hiçbir şey olmamış gibi devam ediliyor, bir tarafta Andrew Bynum sezon boyunca molalarda takımdan ayrı oturuyor ve kimse bir şey diyemiyor, Bynum’ın koçunun (ki kendisi Spurs tedrisatından yetişmedir, ne acı) Kobe’den ödü kopuyor, şu dakika itibarıyla şampiyonluğun favorisi olan Thunder’ın koçu takıma çok az şey katıyor… Ben de bu ortamda Spurs’ü tutuyorum. Son bir defa örnek olsunlar diye…

  1. Lakers kendi sahasında bir ara 24, üçüncü periyodun ortalarına doğru 20 sayı önde olduğu maçı verip, 2-2’ye getireceği seride 3-1 yenik duruma düşmüştü []
  2. Çok genç oldukları ve fazla kilometre yapmadıkları için şu anda onları tarihtekiler arasında bir yere oturtmak zor gelebilir ama sakatlık gibi bir sorun yaşamadıkları sürece kariyerlerinin sonunda gelebilecekleri noktayı düşünün []