Skip to content

İngiliz Haftası: #1

Daha önce denemiştik. Yine deneyeceğiz. Bir de rahatlayabilirsiniz, o Samuel Beckett lafı aklımızın ucundan bile geçmedi.

Premier League başladı. Biliyoruz halihazırda Guardian yapıyor, Independent yapıyor, Telegraph yapıyor. Hepsini biliyoruz. Bir de biz yapacağız: The Yazıhane! Arada sırada onlardan fikir devşirecek, bazen çalıp çırpacağız. İlk deneme dört hafta sürmüştü, belki hatırlarsınız. Bu sefer daha uzun ya da daha kısa sürebilir. 

Manchester United’ın esas sorunu Moyes muydu?

İngiltere’de kullanıldığını hiç duymadım ama bence Sir, Moyes’a enkaz devretmişti. Yaşlanmış oyuncuların (Vidic-Giggs-Ferdinand-Evra), doymuş/umursamaz (Rafael-Nani-Young-Valencia) çoğunluğu kariyer zirvesini görüp düşmüş (Kagawa-Fletcher-Carrick) ya da genç olup potansiyeli yanlış anlaşılan veya İngilizlerin sevdiği tabirle “yalnızca Sir’ün doğru oynatabildiği” oyunculara (Jones-Cleverley-Smalling) sahip bir takımı aldı Moyes. Çoğu teknik adam kafasındaki takımı kurmak için zaman ister ve “bu henüz benim takımım değil” der. Bu en güzel, hatta en uç örnekti bence.

Sir’den devralınan bir işe kötü başlamanız, o işe kötü devam etmeniz mümkün değil. Dünyanın en büyük kulübüne ister sahibinin referansıyla gelin, ister direkt Kraliçe tarafından atanın, Moyes’un gidişatı kovulma sebepleri bağırıyordu. Kendine ait uzatma süresi olan bir adamdan sonra bütün maç koltuğa gömülüp, maç önü-maç sonu açıklamalarında da karizma sayacına eksi yazarsanız, her şey normal. Ama sadece Moyes değil.

Van Gaal karizma eksiğini dolduracak, taktisyenliği özellikle büyük maçlarda ortaya çıkacak ve Sir’ün boşluğunu ebat ve mental anlamda dolduracak bir adam. Hazırlık maçlarında gördük ki, yukarıda saydığım heyecanı kalmamış adamlara da bir şeyler aşılamış. Young’da gördük. Ancak bence patlaması için iki sebep var. Şöyle ki;

Üçlü savunmayı Premier League’de geçen sezon Hull oynadı. İngiltere’nin Anadolu takımlarının hayvani fiziksel güçlerini çok iyi kullandığı, rakibi bozup sindirdiği bir sistem, ki bence 3-5-2’nin ya da Van Gaal’in 3-4-1-2’sinin esas amacından uzak kullanılıyor. Gerek Manchester United, gerekse lig, Van Gaal’in taktiğine çabuk adapte olabilir mi, çok sanmıyorum. Diyelim Ander Herrera’dan milli takımdaki Strootman’ı yarattı, Mata Sneijder görevi yapabilecek mi? Soru, yarın öbür gün üçlü savunmayla Liverpool deplasmanına çıkıldığında Raheem oraları kanırtmayacak mı? Bu ligde Raheem’den bol ne var?

İkinci sebepse İngiliz basını. Moyes’u hafiften yediler. Tabii Van Gaal karizması başka bir şey ama kendisinin de her zaman söylediği aşırı yüksek zekası ve kendini beğenmiş kişiliği başına iş açabilir. Gerek kulübün sahipleriyle, gerek Rooney özelinde oyuncularla, gerekse FA ve ligin geri kalanıyla…

Bence Van Gaal, Sir’ün yerini doldurabilecek nadir adamlardandı, geldi. Ama bitmedi. Dokuzuncu haftaya kadar kolay görünen bir fikstüre içeride mağlubiyetle başladılar. Dokuzdan sonra dört hafta içinde Chelsea-City-Arsenal var. Transferlerde geç kaldılar ama, hem acele, hem çabuk çabuk bir şeyler gerekiyor. – OCS

lvg-swansea

Swansea Yolu’nu yaşatacak isim Monk olabilir mi?

2005-06 sezonunda Swansea menajeri Kenny Jackett ile takımın tecrübeli defansif orta sahası Roberto Martinez’in arası son kez bozuluyordu. Bu kez geri dönüş yoktu. 2006 yazında İspanyol ile yollar ayrılınca, kaptanlık pazubandı takıma bir sezon önce Barnsley’den katılan ve League One’a yükselme başarısında önemli rol oynayan Garry Monk’a geçti. Sezon ortasında Jackett’ın görevine son verildi, yerine Martinez getirildi ve halen okumakta olduğumuz hikayenin prologu o gün yazıldı.

Martinez ilk sezonunda play-off biletine bir Blackpool galibiyeti kadar yaklaşmıştı. İçeride 6-3 kaybettiler, Blackpool Yolu ile tanıştılar. Ancak bu sadece işlerin zamanlamasını değiştirdi. Swansea karşılaştığı her yeni engeli kucakladı, yeni standartlar belirledi ve -bir sene erken yahut bir sene geç- her engelin öte tarafına geçmeyi başardı. Monk şehre geldiğinde formaları Bergoni yapıyor, harabeye dönmüş Vetch Field acısının dindirilmesini bekliyordu. Bu yükselişi kulüp yönetiminin yaptığı onca olumlu iş arasında temayüz eden menajer seçimlerine de borçluydular. Martinez adındaki riskli projeden harika bir menajer çıktı. Swansea’deki dönemi haleflerine oranla sönük geçse de Paulo Sousa devraldığı bayrakla fena bir 100 metre koşmadı. Brendan Rodgers ile gelen Premier League, Michael Laudrup ile gelen kupa başarıları o yeni standartların doğal sonuçlarıydı. Ancak geçtiğimiz Şubat ayında işler o kadar da iyi gözükmüyordu.

Başlangıçta herkesin görevin geçici sahibi addettiği Monk, yedi yıl birinci kaptanlığını yapıp dört farklı seviyede formasını giydiği Swansea’nin iplerini resmen eline aldı. Artık “Monks” değildi. Geçişin bu kadar çabuk olmasını beklemiyordu. Belki de beklemeliydi. Henüz ilk sezonunda gözden düşen Martinez yerine birkaç maça kaptan çıkmış, menajerlik kariyerinin ilk maçında Cardiff derbisine toslamış, balayının sona erdiği ve kötü sonuçların homurdanmalara yol açtığı günlerde ikiz çocuklarını karşılamıştı. Hayatın gelmeden önce aramak gibi bir alışkanlığı yoktu onun için.

Arasının bozuk olduğu yazılıp çizilen Chico ile birlikte Michu ve Pablo Hernandez’i de yolcu ettiği yaz döneminde kaledeki standartları yukarı çeken Michel Vorm’un yerini Lukasz Fabianski ile doldurmayı ümit ediyor Monk. Bunun yanında, ilk maça yetiştirilemeyen Federico Fernandez transferinin sonunda gerçekleşmesiyle biraz rahatlamış olmalı. Jefferson Montero da takımdaki ilk 20 dakikasıyla, en azından göz alıcı kalitesine rağmen hiçbir zaman aidiyet geliştirememiş gözüken Hernandez’in yokluğunu doldurabileceğinin ışıklarını verdi. Britton-Ki-Shelvey üçlüsü etraflarındaki her şey kötü gitse bile bir takımı kümede tutmaya yetecek bir zenginlik alameti. Wilfried Bony ve Bafetimbi Gomis fiyat etiketlerinin hakkını vermeye biraz niyetlenebilirlerse, arkalarında onları ihya etmek için bekleyen bir İzlandalı görecekler.

Bir Manchester United deplasmanı için bunu söylemek tuhaf -alışmaya çalışıyorum- ama ilk maçın yolun nereye çıkacağını gösteren mükemmel bir indikatör olmadığı açık. Üçlü savunma oynamaya uygun iki stoperinden birini sakatlığa kaybeden United’ın ilk golü bu düzenle başa çıkması en zor gözüken sağlıklı-uygunsuz stoperinin komik bir pozisyon hatasından, ikinci golü ise sakat-uygunun yerine oynayan sağlıklı-tecrübesizin empati duyulması kolay ve neredeyse komik bir tecrübe eksikliğinden yediği iddia edilebilir. En azından Marouane Fellaini’yi bir an için unutursak. Gelgelelim, bunlar Swansea’nin potansiyelini gölgelemeye yetmiyor. Bu Monk’ın takip ettikleri kadar özel teknik yetilere sahip olduğunu kanıtlayacağı sezonsa, en tepeye kadar çıkabilirler.1 – CP

monk-dugout

Southampton bitti mi hakikaten?

Yoo…

Ne alakası var?

Liverpool maçının ilk yarım saati bitmiş diyenler çoğunluktaydı gerçi. Takımın teknik direktörü, forveti, sol beki, oyun kurucusu, sağ beki ve stoperi gitti. Normalde çok başarılı sezonlardan sonra FM’de ben de bütün takımı satıp 250 milyon civarı kar yapıyorum, sonra takım dengeleri mahvolduğundan istifa edip kulüpten kaçıyorum. Koeman yapmaz.

Geçen sene bayağı sınırlı, rotasyonu çok sıkıntılı ve tarihinin en kötü lig başlangıcını yapan Feyenoord’u lig ikincisi yapmayı başardı Koeman. Elindeki kadroyu kullanmayı iyi bildiği gibi burada kendi kadrosunu oluşturma şansı vardı ki hemen Tadiç ve Pelle’yi getirdi. Pelle’yi geç de, ben buraya fazla yumuşak kaçar dediğim için Tadiç’ten özür dilerim. Bayağı iyi uyum sağlamış gözüktü ki ileride coşacaktır. Bir Shane Long’u pek anlayamadım.

Koeman’ın altı sene sonra ilk kez yurt dışına çıktığını, Premier League’e ilk kez geldiğini düşünüp onu bir handikap olarak sayanlar oldu ama sanıyorum ki Southampton’ın ilk yarı sonu ama özellikle ikinci yarı başı oynadığı oyun adaptasyonun ne kadar hızlı geliştiğini göstermiştir. İlk haftanın dönem dönem en iyi oyunlarından birini oynadılar. Feyenoord’da da Mulder, Vilhena, Boetius gibi oyuncuları işleyip parlattıktan sonra, muhteşem Southampton altyapısından çıkma gençleri bu sene iyi kullanacaktır Koeman. Ward-Prowse’u geçtim, o zaten olur gibi artık da bunun Isgrove’u var, Sinclair’i var, Reed’i var… Yani kadro dar değil, oldukça geniş.

Southampton bir şey kaybetmedi. Geçen senenin güzel takımı, kabuk değiştirdi ve hala güzel. Rodriguez dönsün, Pelle biraz alışsın, takım az daha otursun, herkesin göz ucuyla maçını takip edeceği günler yakındır Southampton’ın.

Gelecek sene Liverpool’a gidecekler listesi: Ward-Prowse, Tadiç, Rodriguez, Schneiderlin, Clyne. – OCS

tadic-pool

“Yukarı mı çıkıyor?”

Asansörler için özel olarak üretilmiş, sevdiğimiz bir soru tümcesi.

Sezon öncesi değerlendirmelerde sözün bittiği, anlatının çıkmaza girdiği yerde başvurulacak konu bellidir: Neden yeni gelenler hakkında biraz daha endişelenmiyoruz? Çünkü Premier League ile Championship arasındaki uçurum muazzam ve birkaç sene önce Championship’te tutunup tutunamayacağı tartışılan birtakım kadroların sonraki seviyede rekabetçi kalabileceklerini düşünmek saflık olur.

Bilmiyorum, benim aklıma 2008 Derby felaketinden beri lige çıktığı sezon rekabetçi kalamayan bir takım gelmiyor. O takımlar genelde bir süredir güç kaybeden ve sonunda dibe vurmuş ligin görece eskileri arasından çıkıyor. Bir de ilk sezonlarında şansları yaver gitse de asansördeki kaderlerine bir sene gecikmeli kavuşan ve literatüre “İkinci Sezon Sendromu” kavramını sokanlar (hangi literatür?) arasından. Fakat bu kimseyi durdurmaya yetmeyecek. Hele ki Burnley ve Leicester gibi son Premier League deneyimlerinin hatırasından eser kalmamış takımlar söz konusuyken.2

Biz bildiğimiz sorulardan başlayalım. QPR geçen sezonun başlarında sadece kadrosunun değil, oyununun ağırlığıyla da bir Premier League takımı gibi duruyordu. Kenardaki büyük pragmatist Harry Redknapp ile çok zorlanacaklarını sanmıyordum. Financial Fair Play’in altından girip üstünden çıktıkları iki sezondan sonra zorlanmasalar iyi ederlerdi. En kötü senaryoda paraşüt ödemeleri denklemden çıktığında olası bir transfer yasağı ile alt lig dehlizlerini boyladıkları yazıyordu. Kulağa çok da gerçek dışı geliyor sayılmazdı. Her şeye rağmen play-off finaline kapak attıklarında, karşılarında sezon boyu yüzde yüzüne yakın oynamış bir Derby bulduklarına seviniyor olmalıydılar. İlk 15 dakika geride kaldığında Steve McClaren’ın takımının oyun kontrolünü ele geçirmesinden etkilenmiştim ama fazla uzun süreceğini sanmıyordum. Yanıldım, geri kalan 75 dakikada sezonun en edilgen QPR performanslarından birini izlemeye devam ettik. Üst ligi hak ettikleri tartışılırdı ama o maçın her anında Derby yazıyordu. 90. dakika, Bobby Zamora.

Belki böyle olması daha iyi olmuştur ve Loftus Road sakinleri yeni Premier Lig fırsatları için bir öncekinde izine rastlanmayan bir minnet gösterebilirler. Sezonun açılış maçında bu yönde fazla ümit vermediklerini söylemeliyim. Kaçan penaltı işleri -anlaşılır biçimde- dramatik bir boyuta sürüklese de manzara, üç yiyen takımlarını alkışlayan Turf Moor ile pek bir ortaklık taşımıyordu.

Saha içine geçelim ve Loic Remy ile başlayalım. 1-0 mağlup olan takımın santrforunun tartışmasız yıldızı olduğu bir maç izlemeyeli epey olmuştu. ’Arry kendisini takımda tutabileceğine inanıyor. Bir yandan da Remy’nin takımını son anda yüzüstü bırakacak bir karakter taşımadığını söyleyip akıl oyunlarına yatırım yapıyor. Eduardo Vargas transferi ise işini şansa bırakmaya niyeti olmadığı ya da Adel Taarabt’tan ümidi kestiğine yorulabilir. Akşam pazarını iyi bilen Redknapp’in kendine hakim olamaması da bir ihtimal elbette. Bu sene üçlü savunma işine kalkışan ve kalkışması muhtemel çokça menajer varken, QPR personel bakımından buna en uygun gözüken takım olabilir. Ligin yenileri arasında beni en çok heyecanlandıran isimlerden Mauricio Isla ile görmeliyiz bir de. İlk maçta vasat bulduğum Barton-Faurlin tandemi ise Leroy Fer transferiyle endişe kaynağı olmaktan çıktı. Geriye bir tek Burnley günlerinden beri Championship golcüsü olarak yaftaladığım Charlie Austin’in beni yanıltması kalıyor.

Burnley ve ilk hafta izleyemediğim Leicester ilk bakışta daha fazla soru işareti taşıyor gibi gözüküyor. Böyle olması çok doğal ve bir o kadar yanıltıcı. Championship’te başarıya ulaştıran iskeletlerine şüpheyle yaklaşıyoruz. Daha önce de benzer takımların benzer iskeletlerine aynı şüpheyle yaklaştık ve haksız çıktık. Leicester’ı ilk hafta izlemediğim için söz hakkımı saklı tutacağım ama Burnley adına ilk maçta gayet olumlu şeyler vardı sahada. Genç yaşta Premier League kumaşı göstermedikleri gerekçesiyle sürgüne gönderilen Dean Marney ve David Jones bu kez kalıcı olabilir mesela. İlk maçta savunma görevleri nedeniyle pek maceraya atılamasa da Kieran Trippier’nin, önündeki Scott Arfield ile beraber korkutucu bir kombinasyon oluşturacağına da kuşku yok. Yine Chelsea savunması içinde kaybolan Ings-Jutkiewicz ikilisi de bence toplamda 20-25 gol kapasitesine sahip.3 Sonuçlar istediği gibi giderse bayağı bir Sean Dyche dilencisi türeyecektir.

West Brom ve son Mackay-Moody skandalından sonra toparlanması zaman alabilecek4 Crystal Palace gibi rakipleri düşünülürse, Burnley ve Leicester’ın seneye de burada olacağına para yatırmak çok büyük akılsızlık olmaz. – CP

redknapp-hoddle

  1. Kendi liglerinin en tepesi olan sekizinciliği kastediyorum. []
  2. Özellikle Emile Heskey ve Mustafa İzzet’in yoklukları dikkat çekiyor. Diğer tarafta ise yazlık emeklisi Owen Coyle’a edilen beddualar adresine ulaşmış gözüküyor en azından. []
  3. Marvin Sordell’i de epeydir bekliyoruz: http://www.yazihaneden.com/2012/04/burada-her-sey-gercek/ []
  4. Tim Sherwood sempatik herif ama şu gerginliğin ortasına atılacak son adam. Şakalarıyla Mustafa Karadeniz’e dönüşmesi kaçınılmaz. []