Skip to content

İnsan Yiyen: Nanga Parbat

Nanga Parbat, Çıplak Dağ anlamına geliyor. Fakat dağcılar arasında başka bir isimle bilinir: İnsan Yiyen.

2 Temmuz 1953. Merkez kamptakiler ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Ekspedisyon liderlerinden Peter Aschenbrenner, zihnine üşüşen fikirleri kovalamak istercesine başını hafifçe iki yana salladı. Meteoroloji raporunda fırtına çıkabileceği söylenmişti.

Gözlerini elindeki kağıtlardan ayırıp Nanga Parbat’a baktı. 8126 metre yüksekliğindeki dağ, gökyüzünün derinliklerine uzanıyordu; gümüşî bir sessizliğe bürünmüş devasa kayalar, uzun gölgelerin işgal ettiği kasvetli vadiler, bulutların arkasından belli belirsiz görünen, buzlarla kaplı, semavî bir taçmışçasına parıldayan zirve… Aschenbrenner, önünde yükselen esrarlı, ihtişamlı, muazzam kütleyi tanıyordu; Nanga Parbat insanla besleniyordu.

Tam 21 sene önce, 1932’de Nanga Parbat’a tırmanmaya teşebbüs etmişlerdi. Aschenbrenner’ın yalnızca genç bir dağcı olarak katıldığı ekspedisyon, Willy Merkl liderliğinde ilerliyordu. Kötü hava koşullarına rağmen 7000 metrelik Rakhiot Zirvesi’ne ulaşmışlar, fakat daha fazla ilerlemeye cesaret edememişlerdi.

Avrupalı ve Amerikalı dağcılar Himalayalar’ı bilmiyorlardı. Yanlarına yeterince yemek, kıyafet ve alet edevat almamışlardı. Üstelik belli bir yüksekliğe dek malzemeleri taşıyan hamallar, daha önce ekspedisyon tecrübesi yaşamamışlar, yalnızca düşük ücretle çalışmayı kabul ettikleri için yerel halk arasından seçilmişlerdi. Gökyüzü kararıyor, kurşunî bulutlar toplanıyor, göğün derinliklerinde beliren kavuniçi  ve eflatun renkli perdeler havanın kar topladığını haber veriyordu. Willy Merkl, ekibi tehlikeye sürüklemek istemediği için tırmanışı iptal edecekti.

Aschenbrenner, kararı duyduğunda son bir kez korku ve hayranlıkla bu muhteşem manzaraya baktı; önünde uzanan doğu sırtı, kıvrılarak yükselip doğu zirvesine ulaşıyordu. Ardında Gümüş Plato, kuzey zirvesi ve ana zirve belli belirsiz görünüyor, adeta kar soluyup püskürten hayalî ejderhalara benzeyen şiddetli rüzgarlar Nanga Parbat’ı müdafaa ediyordu.

rak

1934 Ekspedisyonu’nda Rakhiot Zirvesi’nden yola çıkmış bir dağcı doğu sırtını tırmanıyor. Sırtı takiben doğu zirvesi yükseliyor. Doğu zirvesiyle kuzey zirvesi arasında uzanan, eyere benzeyen düzlük Gümüş Plato. Açı sebebiyle kareye girmeyen kısımda, buzlarla kaplı devasa kayaların üstünde yükselen ana zirve var.

Yalnızca iki sene sonra, 1934’te yine Willy Merkl önderliğinde bir ekip kurulmuştu. Hüsranla sonuçlanan ilk teşebbüsten dersler çıkarmış ve bu defa Nazi Partisi’nin finansal desteğiyle çok daha hazırlıklı gelmişlerdi. Britanyalı dağcılarla beraber Everest ekspedisyonlarına katılmış tecrübeli hamallarla anlaşmışlar, yanlarında bol bol yiyecek ve giyecek getirmeyi ihmal etmemişler, sabırla ideal hava şartlarını beklemişlerdi.

Rakhiot Zirvesi’ne kolaylıkla ulaştılar. Dağın eteklerinde fırtına alametleri belirmiş olmasına rağmen bulutların üstündeki ekip Güneş ışıklarının keyfini çıkarıyordu. Doğu sırtını geçip doğu zirvesine ulaştıklarında Nanga Parbat’ı fethedeceklerini düşünüyorlardı.

Aschenbrenner, hem genç, hem de tecrübeli olduğu için bir arkadaşıyla beraber öncü gruptaydı. Gümüş Plato’ya ayak basan ilk insan olmuştu. Birkaç saat içinde diğer gruplar da yetişince, buz tutmuş bir çöle benzeyen 3 kilometre uzunluğundaki bu muhteşem düzlükte kamp kurmaya karar verdiler. Aschenbrenner, yıllar sonra o günkü kararlarını kederle hatırlayacaktı: “Sanırım zirveye mümkün olduğunca yakın olmak istemiştik. Oysa rüzgarlara böylesine açık bir platoda kamp kurmak… aptalcaydı.”1

Geceleyin çadırlarına girmeden evvel havada bulut yoktu; gökyüzü siyah, zarif bir kavise benziyordu, yıldızlar gecenin gerdanını süsleyen küçük mücevherlermişçesine parıldıyorlardı. Henüz kimsenin haberi yoktu ama yalnızca birkaç saat içinde üstlerine felaket çökecekti.

Ansızın fırtına çıktı. Pek çok malzemeyi uçuran şiddetli rüzgarlar sanki birer kırbaçmışçasına savrulup hızlanarak Gümüş Plato’yu dövüyordu. Gökyüzü adeta kar kusuyor, Nanga Parbat gümüşî bir cehenneme benziyordu.

Ekspedisyon ekibi, bir gün boyunca havanın düzelmesini bekledi ama fırtına gittikçe daha da şiddetleniyordu. Mecburen tırmanıştan vazgeçeceklerdi. Öncü grup oluşturdular; Aschenbrenner, bir dağcı arkadaşı ve 3 hamalla beraber inişe geçecek, aşağıdaki kamplara ulaşacak, zor bölgelere güvenlik halatları döşeyecekti.

Fakat iniş beklediklerinden çok daha meşakkatliydi. Hamallardan biri taşıdığı malzeme çantasını düşürüp sakatlanmış, geriye yalnızca tek uyku tulumu kalmıştı. Aschenbrenner ve dağcı arkadaşı, kendilerini hamallara bağlayan halatları çözüp hızlıca aşağıya inmeye karar verdiler.2 Fırtına, ara kamplarda konaklamalarına izin vermeyecek, onları merkez kampa inmeye zorlayacaktı.

İniş rotasında 3 dağcı ve 7 hamal kalmıştı. Ertesi gün hamallardan üçü geri dönecek; içlerinden biri, ekspedisyon lideri Willy Merkl’in hâlâ hayatta olduğunu, hastalanmasına rağmen inmeye çalıştığını, arkadaşlık kurduğu hamalın da onu böylesine zor bir durumda bırakmak istemediği için yukarıda kaldığını söyleyecekti.3

Aschenbrenner, birkaç kişilik ekiple beraber günlerce kurtarma çalışmaları yapmaya çalışsa da başarılı olamayacaktı. Çalışmalar sürerken engin tepelerin etrafında uğuldayan rüzgarın arasına keskin çığlıklar karışıyor, çok uzaklardan gelen bu acayip sesler parladıkları hızla sönüyor, yerlerini belli belirsiz sızlanmalara bırakıyorlardı. Dağcılar can çekişiyorlardı.

Aschenbrenner, 19 sene boyunca Nanga Parbat’a ayak basmayacaktı. Tâ ki o güne dek.

2 Temmuz 1953. Merkez kamptakiler ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Ekspedisyon liderlerinden Peter Aschenbrenner, hafızasını işgal eden hatıraları kovalamak istercesine başını hafifçe iki yana salladı. Meteoroloji raporunda fırtına çıkabileceği söylenmişti.

Elindeki hava raporunu bir kenara bırakıp çadırda volta atan arkadaşına baktı: Karl Herrligkoffer. Aschenbrenner’le beraber ekibi yöneten bu adam, 32 ve 34 ekspedisyonlarına liderlik yapan Willy Merkl’in üvey kardeşiydi. Dağcılık tecrübesi olmamasına rağmen kardeşinin mirasını devralmak istediği için sürekli fonlar buluyor ve ekspedisyonlar için gerekli izinleri alıyordu. Onun için Nanga Parbat’a çıkmak, kardeşinin son arzusunu yerine getirmek anlamına geliyordu.

Çılgıncasına zirveyi fethetmek istemelerine rağmen yaklaşan fırtına her ikisini de korkutuyordu. Tırmanışı iptal etmekle etmemek arasında kalmışlardı.

1895’ten beri onlarca dağcı Nanga Parbat’a tırmanmaya çalışmıştı. Almanlar, başlarına gelen büyük felaketlere rağmen Nanga Parbat’a meşhur dağcılar ve yeni ekspedisyon ekipleri göndermekten vazgeçmemişlerdi.4 İkinci Dünya Savaşı arifesinde Britanya kontrolündeki Hindistan’a giremedikleri için Pakistan’daki 8000 metrelik dağlara tırmanmaya çalışıyorlar, 1937’de dağcılık tarihindeki en korkunç kazanın kurbanı olmalarına rağmen mağlubiyeti kabul etmiyorlardı.5 Naziler için Nanga Parbat, yalnızca bir dağ değil, Alman milletinin kader haritasına çizilmiş, onlara vaat edilmiş bir hazineydi.

İkinci Dünya Savaşı’nı takiben Britanyalılar, İtalyanlar ve Amerikalılar da ekspedisyonlar düzenlemiş ama hiçbir ekip zafere ulaşamamıştı. Tâ ki o güne dek.

2 Temmuz 1953. Merkez kamptakiler ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Aschenbrenner ve Herrligkoffer bir yandan hava raporlarına bakıyor, bir yandan geçmişte başlarına gelenleri düşünüyordu. Hatıraların hücumuyla ağırlaşan zihinleri, fırtına haberlerini tahlil edemeyecek kadar kuvvetsiz hale gelmişti.

Artık Nanga Parbat’a kurban vermek istemiyorlardı. Tırmanışı iptal etmeye karar verdiler.

6900 metrede kamp kurmuş olan 4 dağcının emirlere uyması ve merkez kampa inmesi gerekiyordu. Fakat 28 yaşındaki Hermann Buhl meteoroloji tahminlerine itimat etmeyecek ve emirlere uymaksızın tırmanmaya karar verecekti.

Sabaha karşı yola çıktı. Doğu zirvesine tırmandıktan sonra Gümüş Plato’yu geçti. 7700 metre yükseklikteki bu muazzam plato, her dağcıyı susuzluktan kurutabilecek bir çöle benziyordu. Güneş ışığı karlardan yansıyıp tabaka tabaka etrafa dağılıyor, Hermann Buhl’un gözlerini yakıyordu.

Kuzey zirvesini geçtiğinde gözlerine inanamadı. Bugüne dek kimse zirveye ulaşamamış ama Gümüş Plato’nun ardından yolun kolaylaşacağı zannedilegelmişti. Oysa yaygın incanın aksine Hermann Buhl’un önünde devasa kayalar yükseliyordu. Zirveye uzanan yol, belki de tüm rota boyunca karşılaştığı en tehlikeli araziydi.6

Sırt çantasını kenara attı. Böylesine teknik maharet gerektiren bir tırmanışı, sırt çantasıyla yapması mümkün değildi. Zirveye alp usulü çıkmak zorundaydı.7 2 metamfetamin tableti alıp tırmanmaya başladı.

Ayaklarının altında uzanan binlerce metrelik uçurum, azametle dehşetin iç içe geçtiği dipsiz bir kuyuya benziyordu. 15 saatlik solo tırmanışın ardından akşam 7’de zirveye ulaştı. Yorgunluktan titremesine rağmen adrenalinle ayakta duruyordu. Onlarca dağcının can verdiği, ihtişamlı, mucizevi, adeta beyaz kadifelerle örtülmüş engin tepelere yukarıdan bakarken içinde kabaran coşku ve heyecana hakim olamıyordu.

Birkaç fotoğraf çekti. Cebindeki Pakistan flamasını dolayıp yere sapladığı kazmanın da fotoğrafını çekecek, bu kare seneler sonra Dünya çapında meşhur olacak, Almanya ve Avusturya’da posta pullarına basılacaktı.

Buhl

Rota hayal edemeyeceği kadar zorlu çıktığı için çok vakit kaybetmişti. Geceyi açıkta geçirmek zorunda kalacaktı. Kayalıklarda yarım insanın bile sığamayacağı bir kovuk bulup bivak olarak kullanmaya karar verdi. Uçuruma düşme riskini göze alamadığı için uyumamaya gayret ederken, fırtına çıkması bir yana rüzgar bile esse donarak öleceğini düşünüyordu.

Sabahleyin tekrar yola çıkarken buz kazmasını zirvede unuttuğunu fark etti, üstelik kramponlarından birini de düşürmüştü. Vücudunu saran açlık, susuzluk ve yorgunluğa rağmen yürümeye devam etmeliydi.

Arkadaşları Buhl’un öldüğünü düşünmeye başlamışlardı. Umutsuzca aranırken Rakhiot zirvesi yakınlarında belli belirsiz hareket eden, ebedî beyazlıkları yararcasına kendilerine doğru gelen bir gölgeye rastladılar: Hermann Buhl; sayıklıyor, halüsinasyonlar görüyor, ama hâlâ düşe kalka yürümeye çabalıyordu.

Birkaç gün içinde Güney Asya şehirlerinden Batı Avrupa’daki kraliyet saraylarına dek tüm Dünya Nanga Parbat’ın fethedildiği haberiyle çalkalanacaktı.

* * *

Nanga Parbat’ın üç cephesi var: Rakhiot (kuzey), Diamir (batı) ve Rupal (güneydoğu). Hermann Buhl’un efsanevî Rakhiot zaferini takiben genç dağcılar diğer cephelere yoğunlaştılar. Pek çok dağcının canına mâl olmasına rağmen Diamir cephesi kısa sürede fethedildi. 4 kilometre yüksekliğinde yekpare bir kaya duvarın oluşturduğu Rupal cephesiyse8 dağcılık camiasının süper yıldızlarından Reinhold Messner’e nasip olacaktı.

Başarıları, kaprisleri, kibri ve yeteneğiyle dağcılık tarihine geçen Reinhold Messner, 8000 metrelik tepelerin tamamına tırmanan ilk insan oldu. Alp usulü tırmanışlarıyla şöhret kazanan, magazinel kişiliğiyle insanlarda hayranlık uyandıran, günümüzde kendine ait bir şatoda yaşayan Messner, 8000’likler macerasına Nanga Parbat ile başlamıştı.9

Zirveye çıktıktan sonra tanımadığı bir rotadan inmeye karar veren Messner, yolda kardeşini kaybedecek, günlerce tek başına dağda gezinecek, yerliler tarafından bilincini kaybetmiş halde bulunacak, pek çok ayak parmağı kangren sebebiyle kesilecekti. Messner, kaybettiği kardeşini obsesyon haline getirecek, defalarca Nanga Parbat’a tırmanmaya çalışacaktı.10

90’lara dek %70’lik ölüm reytingiyle dosta güven, düşmana korku salan Nanga Parbat, günümüzde kutsal tepelerine ayak basmaya teşebbüs eden cüretkar dağcıların yalnızca %5’iyle besleniyor. Yeni teknolojik imkanlarla en güvenli rotayı ve en doğru hava şartlarını belirleyen dağcılar, rahatlıkla zirve yapabiliyorlar artık. Tabii tüm imkanlara rağmen Naga Parbat hâlâ kış mevsiminde fethedilebilmiş değil.

* * *

Takehido İkeda, 1999’da Nanga Parbat’a tırmanan bir ekipte yer alıyordu. Zirve yakınlarındayken karların arasında metalik bir cisim fark etti: buz kazması. Sapından kırmızı ve sarı renkli paçavralar sarkan kazmanın üstüne Almanca yazılar işlenmişti. İkeda afalladı. Vücudunun derinliklerinde sevinç ve hüznün iç içe geçtiği karmaşık duygular kabarıyor, gözleri doluyordu. Elindeki kazma, Nanga Parbat’ın zirvesine ayak basan ilk insana, Hermann Buhl’a aitti.

  1. Dağcılar Merkez Kamp’tan itibaren zirve rotası boyunca kendilerine kamp yerleri hazırlarlar. Merkez kamp 4500 metredeydi. 7700 rakımlı Gümüş Plato’da sekizinci kampı kurmuşlardı. Olası bir felakette hayatlarını kurtarabilmek için gıda maddeleri ve korunma malzemelerinin bulunduğu dördüncü kampa ulaşmaları gerekiyordu. []
  2. Hazırsanız Beyaz Adam ve Irkçılık isimli oyunumuz başlıyor. Soluk benizlilerin her ırkçı hareketinde bir kadeh fondipleyecek, yazı bittiğinde eski sevgilileri arayacak kıvama geleceksiniz. []
  3. Willy Merkl’in özel hamalı Nepalli bir şerpaydı: Gay-Lay. Bedenleri yıllar sonra yan yana bulunacaktı. []
  4. Mesela Heinrich Harrer. Alpler’deki kaya tırmanışlarıyla şöhret kazanan Harrer, SS subayı unvanıyla yeni rotalar keşfetmek için Nanga Parbat’a gönderilmişti. Pakistan macerası sona ererken İkinci Dünya Savaşı ilan edildiği için Britanya askerlerince esir alınacak, hapisten kaçacak, yedi sene boyunca Tibet’te kalıp Dalai Lama’yla arkadaş olacaktı. Kendisi bugün Brad Pitt olarak biliniyor. []
  5. 7 dağcı ve 8 hamal Rakhiot Zirvesi’nin eteğinde kamp kurmuştu. Zirveden kocaman bir buzul kütlesi koptu ve ekibin tamamı çığ altında kaldı. Arama çalışmalarında pek çoğunun bedeni bulundu. Dağcıların kol saatleri 12:30’da durmuştu. Ölüm ansızın gelmişti. []
  6. Bu yol, ileride 5.7’lik zorluk derecesiyle işaretlenecekti. Pek çok farklı derecelendirme sistemi var ama klasik olarak en alt mertebe 1, en üst mertebeyse 5.9 kabul edilir. []
  7. Dağcılık malzemelerini düşünün; çadır, uyku tulumu, güvenlik halatı… Düşündünüz mü? Tamam, şimdi bunların olmadığını düşünün. İşte Alp usulü tırmanış. []
  8. Dünya’daki en yüksek kaya duvar. []
  9. Yeryüzünde 14 tane +8000 metrelik tepe var. Senozoik Çağ başlarken Hint Adası’nın Asya’yla birleşmesi sonucu oluşan bu tepelerin tamamı Karakurum ve Himalaya hattında. []
  10. Dağcılık tarihinin belki de en meşhur hikayesini uzun uzun anlatmaya gerek yok (Evet, üşeniyorum.). Zaten birkaç yıl önce Nanga Parbat isimli bir film çekildi. İlgili torrent makamlarına başvurarak izleyebilirsiniz. []