Skip to content

Final Four: Köprüyü Geçerken…

Tarih burada yazılacak, tarih İstanbul'da yazılacak. Dört takım, dört farklı yapı, dört yüz farklı element.

Tarih burada yazılacak, tarih İstanbul’da yazılacak. Dört takım, dört farklı yapı, dört yüz farklı element. Her şey tek bir kupa için. Yıllara dayanan çalışma, dökülen terler, harcanan emekler, ödenen bedeller bunun içindi. Bir Cuma akşamı İstanbul’da Euroleague Final Four oynayan takım olmak için. Kazanan kim olursa olsun, kıracağı birkaç rekor, birkaç da kalp olacak.

Unutmayın, burada Samuel Beckett’in sözleri geçerli değil. “Dene, yenil, bir daha dene, yine yenil, daha iyi yenil” üç gün boyunca tedavülden kalkacak. Yenilen gidecek, üzgünüz.

Avrupa basketbolunun kalbi, hafta sonu boyunca İstanbul’da atacak. Yazıhane ekibi de bu şenliğe kayıtsız kalamadı. Herkesin tarihi kadar, herkesin hafta sonu da kendine.

Bakmadan geçmeyin: Kaan Kural, Caner Eler ve Çağrı Turhan, Euroleague Podcast’te eşleşmeleri tartıştı.

DD_playoffs

Panathinaikos

Panathinaikos’un başarıya giden yol haritası defalarca kez kendini kanıtladı. Eldeki malzeme ne kadar geriye giderse gitsin, binanın temeli Obradovic orada olduğu sürece her zaman bir çözüm mevcut olacaktır yoncalar için. Son şampiyonluğu ne şartlar altında kazandıklarını düşününce, tekrar yapmayacaklarını iddia etmek büyük cesaret işi.

Geçtiğimiz sezon ciddi anlamda gerileyen kadro, bu sezon biraz daha geriye gitti. Daha önce istenmeyip gönderilen 36 yaşındaki Jasikevicius’a bel bağlandı, David Logan gibi PAO düzeni içinde düşünemeyeceğiniz, belirsizliklerle dolu Steven Smith gibi isimler daralan bütçe yüzünden kadroya dahil edildi. Saras dışındaki kumarlar tutmamış olsa da şampiyonluk yılı sonrası Top 16’da veda etme döngüsünü kırarak, kağıt üstündeki pek çok favori takımın alamadığı İstanbul biletini almaları, onları küçümsemenin ne büyük bir hata olabileceğinin göstergesi. Diamantidis ve Batiste başta olmak üzere takımın çekirdeğini oluşturan isimler sezonu çoğunlukla rölantide geçirse de gerektiği yerde ağırlıklarını koymayı bildiklerini tekrar gösterdiler. Diamantidis var olduğu sürece de basit ama kusursuz düzenlerinin işlememesi için bir sebep yok.

Diamantidis’in geçtiğimiz sezonki gibi bütün sezonu yüksek viteste geçirmemesine rağmen, takım olarak kilit maçları oynama becerileri ve ihtiyaç duyduklarında yoğunluğunu çok üst seviyelere çıkarabildikleri savunmaları bu sezon geçtiğimiz sezonlara nazaran daha fazla öne çıktı. Geçtiğimiz yıl oldukça iyi performans gösteren Nick Calathes, Stratos Perperoglou gibi isimlerin istikrarsız performansları, geldiğinden beri büyük bir hayal kırıklığı olan Aleks Maric’le yeni transferlerden verim alınamaması endişe verici unsurlar olarak görülebilirdi. Ancak mevzubahis hedef maç olduğu zaman Obradovic’in Panathinaikos’u için bunların hiçbir önemi yok. Panathinaikos oyuncularının 20 Euroleague şampiyonluğu varken, CSKA, Barcelona ve Olympiakos oyuncularının toplamda 14 şampiyonluğu olması tek başına bir şeyleri anlatıyor zaten. Hedefe nasıl varılacağını onlardan daha iyi bilen yok ve tecrübe bu seviyede elzem.

CSKA elbette ki favori, Panathinaikos’un düzenine çomak sokabilecek müthiş bir savunma malzemesine sahip. Kadro olarak çok ağır basmalarının yanında, rakibin hata marjını neredeyse sıfıra indiren acımasız oyunları Obradovic’in kariyeri boyunca karşılaştığı engellerin en büyüklerinden biri, belki de en büyüğü. Yarattığı koçluk dehalarına bir yenisini daha eklemek zorunda, onun da söylediği gibi kusursuz bir maç oynamak zorundalar. Zeljko’nun kartları tekrar karıştıracağı, CSKA’yı bir noktada mutlaka raydan çıkaracağı şüphesiz. Asıl mesele ise bunu nasıl yapacağı; zaaflarını çok iyi bildiği Kazlauskas’ın ne yapacağını iyi biliyor, keza yakından tanıdığı Milos Teodosic’in de. Aşil noktanız neresiyse bulan, yoksa da yaratabilen bu adamın taktik zekası ile oyuna etki eden her unsurun farkında olup, her birini lehine çevirmenin yolunu bilen bir takımın CSKA’nın tek maçta karşısında görmek isteyeceği son rakip olduğu aşikar.

Panathinaikos için bu Final Four başka bir açıdan da farklı bir önem arz ediyor olabilir. Takımın sahibi Giannakopoulos kardeşlerin takımı devretmesine dair belirsizlik ve Obradovic’in biten kontratı 13 yıllık bu unutulmaz serüvenin belki de sonunda olduğumuzu gösteriyor. Hem taraftarlar, hem oyuncular hem de Obradovic’in bu muhtemel son dansa çok farklı bir şekilde yaklaşacakları açık. Zeljko’nun sözlüğünde tanımlı olmayan imkansız kelimesinin daha da fazla anlamını yitirmesi için önemli bir motivasyon unsuru. Obradovic’e en unutulmaz Final Four’unun İstanbul mu olduğu sorulduğunda verdiği cevap çok net: “En unutulmaz Final Four’umun 92’deki değil 2012’deki olmasını istiyorum.” / Çağrı Turhan

ak47_cska

CSKA Moskova

Şu ahir ömrümüzde görüp görebileceğimiz en etkileyici takımlardan bir CSKA Moskova. Sezon başından beri bunu gösteriyorlar. Teodosiç gibi devrin en önemli organizatörünün kumandasında sanki parmak uçlarında koşarmışçasına sahada son derece estetik hareket eden ama bu zarafet içinde skorborda bir buldozer etkisi yaratan bir takım.

Jonas Kazlauskas’ın bir takımdan isteyebileceği her şeye sahipler hemen hemen. Sezon boyunca ligin en iyi hücum takımı oldular. Kazlauskas Litvanya genlerinden gelen tam sahada çok akıcı bir basketbol oynatıyor takıma ve çarklar işlerken, işler tıkırında giderken durdurulamaz bir makineye dönüşüyorlar. Biçerdöver gibi her şeyi önlerine katıp hasadı topluyorlar. Bu düzen 1999’da Zalgiris’le o yüzden çok başarılı olmuş, o beklenmedik ama çok büyülü Avrupa Şampiyonluğu’na ulaşmıştı. Keza Çin Milli Takımı ve Yunanistan’da o yüzden başarılı olmadı pek. Hakikaten… Kazlauskas gibi bir hücum koçunu Yunan Milli Takımı’nın başına getirmek hangi aklın ürünü acep?

Hücum için nereden başlamak gerek ki? Öncelikle hızlı hücum herhalde. İlla fast break olması gerekmiyor, açık alanda geçiş hücumunda bile ölümcül tehlike arz ediyor CSKA. Kirilenko ve Khryapa sahayı antilop gibi kat edip rakip potaya doğru uzuyorlar adeta. Keza Rus basketbol ekolünden nasıl çıktığı hiç anlaşılamayacak olan inanılmaz atlet Shved. Vorontsevich de pek belli etmese de bu atletizme ayak uydurabiliyor. Açık alanda kulvarlardan akıyor adeta CSKA. Kazlauskas’ın elinde bunu çok verimli yapmayı da öğrendiler. Geri koşmakta yarım saniye geç kalma lüksü bile yok rakiplerin.

Yarı sahada ise neredeyse kusursuz ve sınırsız derecede esnek bir yapıya sahipler. Temeli 1-5 ikili oyunu. İster bu işin belki de dünyada en iyisi olan Teodosic-Krstic olsun ister Gordon veya Kaun rollerden birini alsın hücum temeli buradan başlıyor. Diğer üç isim ise rollerini de pozisyonlarını da etkinlik alanlarını da değişerek kullanabiliyor. İlk beşte Siskauskas-Kirilenko-Khryapa. Kenardan Shved-Vorontsevich-Lavrinoviç fark etmiyor. Diğer “üçlü” iç-dış oynayabilen esneklik ve değişkenlikte. Savunmaya göre sürekli evrilip, değişebilen, opsiyonları neredeyse sınırsız bir yapı bu. Bir de bunu sahaya koyan oyuncu kalitesine bakınca hayran olmamak elde değil. Peki böyle bir durdurulamaz yapı nasıl bozulur? Nasıl yenilir?

CSKA’yı bozabilecek bir takım ve bir koç varsa o da Cuma günü karşılaşacakları Panathinaikos ve Obradoviç olsa gerek herhalde. Rakibin en küçük zaaflarını ortaya çıkarmasını onlardan iyi bilen yok. CSKA’nın akıcılık üzerine kurduğu oyun sekteye uğradığı zaman bunun psikolojik olarak takımı ve özellikle Teodosiç’i sarsacağını biliyor. Hava güzelken Teodosiç ve CSKA’dan iyisi yok. Peki yağmur başlarsa?

Sırp oyun kurucunun baskı altında nasıl tuhaflaştığının sayısız örneği var. İstanbul’da degaj bağımlısı olması bunun sadece bir örneği. İşler tıkır tıkır işlerken iyi de, tempo düşüp sevdiği şeyleri yapması engellendiğinde küsüyor ve pasif-agresif bir şekilde oyunuyla protesto ederek belli ediyor memnuniyetsizliğini. Nitekim Panathinaikos da direkt buna oynayacaktır. Oyunu yavaşlat, çirkinleştir, CSKA’yı alıştığı akıcılıktan uzaklaştırıp şaşırt ve psikolojik olarak zayıf halkayı kırarak zincirlerden kurtul. Eh söylemesi kadar kolay değil uygulaması ama dediğimiz gibi bunu yapsa yapsa Pana yapar.

CSKA’nın zaman zaman baleye benzer akıcılıktaki hücumlarını göremeyeceğiz muhtemelen. Panathinaikos eğer oyunu siper savaşına dönüştürmeyi başarırsa CSKA’nın düzenden çıkmaması şart. Özellikle savunmada. Çünkü her ne kadar bir hücum takımı olsalar da Kirilenko ve Khryapa doğaları gereği savunmacı kimlikte oyuncular. Bir de her işin adamı Siskauskas’ı ekleyince hareketlilik ve kol uzunlukları ile sahada 6 kişilik savunma yapacak kapasitedeler. Yine aslında hücumdaki formülden farklı değil. Teo-Krstiç 1-5 oynayacak. Diğer üçü sürekli hareket halinde rol ve görev değişebilecekler. Oyunlarının odağı savunma olmasa da olağanüstü bir formül bu. Kirilenko-Khryapa’nın Avrupa’nın belki de en iyi 2 savunmacısı olma durumu da var üstelik. Savunma yağmur yağdığında sığınacakları çardak. Ne çardağı resmen nükleer saldırı sığınağı ama işte onu unutmamaları, hücum raydan çıksa bile savunmadan düşmemeleri.

Açıkçası CSKA’nın bu sahanın iki yanında da kullanabildiği “oyun kurucu-pivot ve 3 joker” formülü ile yenilmesi ancak oyundan düşmesi ile mümkün. Çelme takmaya hazırlananlar öncelikle de Teodosic’e taban girecek muhtemelen… / Kaan Kural

barca_basquet

Barcelona

Regal Barcelona’da sezon başında Ricky Rubio NBA’ye gidip de Avrupa’da oynayan en değerli oyun kuruculardan biri olan Brezilyalı Marcelinho Huertas ile anlaşıldığında basketbol “jamiasında” genel kanı bunun bir versiyon güncellemesi olduğuydu. Katalanların ilk başlarda Messi muamelesi yapıp sonradan işler geçen yıl boyunca ve özellikle de PAO serisinde kötü gidip kendi evlerindeki Final Four’dan uzak kalınca ellerinde ıslak odunlarla kovaladıkları Ricky Rubio’dan sonra Huertas onlar için takımı çekip çevirecek kurtarıcı yeni kurtarıcı gibiydi. Bu da yetmezmiş gibi Avrupa’da oynayan çok yönlülük anlamında istatistik kağıdının dışına taşan değerlere sahip olan üstün zekalı Chuck Eidson’ı Maccabi’den koparması Barcelona’yı iyice korkutucu hale getirmişti.

Herkes takımın daha akıcı ve hücumda daha yaratıcı olacağını umuyordu. Fakat hesaba katılmayan bir konu vardı: O da koç Xavi Pascual’in sistemi. Huertas ve Eidson gibi yaratıcı gücü temsil eden isimler sistematik muhafazakar hücum yapısının içinde biraz sıkışıp kaldılar. Daha doğru ifadeyle bilhassa da Huertas ile doku uyuşmazlığı yaşandı. Her ne kadar Brezilyalı oyun kurucu şut yüzdelerinde işi idare etse de asıl takımın komutasında dizginleri elinde tutamamaktan dolayı tahmin edilebilir değişime sıcak bakmayan hücum dokusunda kendine istediği yeri bulamadı, etkinliğini tam gösteremedi. Sakatlıkların da etkisi oldu, yadsımamak lazım. Lakin Pascual sırtına yarı saha savunmasına dayayan bir anlayışa sahip olduğundan, her köşe bucağı belli olan sisteminde Victor Sada’nın savunmadaki katkısını tercih bile eder oldu. Hücumda neredeyse Erazem Lorbek’e inen her topun (üstelik hem içerde hem dışarıda) basket olarak hesaba geçtiği, Navarro’nun yine kritik maçlarda ortaya çıktığı, Eidson ve Mickeal ikilisinin sezon sonuna doğru ritim bulduğu sezonda savunma bir şekilde işleri halletmeyi başardı. Gerçekten de Euroleague tarihinin en özel savunma sezonlarından birini geçirdi Pascual ve takımı. Her ne kadar ilk tur gruplarında biraz zayıf takımlarla oynasa da Barcelona sezonu yediği ortalama sayı (19 maçta 61.5 sayı), savunma verimliliğinde (86.1 sayı 100 hücum sayısında) ve rakibe izin verilen efektif şut yüzdesinde (%45.1) gibi ulaşılması çok güç savunma rakamlarıyla bugüne kadar getirdi.

Rotasyon, yardım savunmasındaki uyum ve savunmada adam değişimi gibi temel ilkeleri makine düzeninde icra ettiklerini söylemek lazım. Rakibi en zor hücum tercihine yönlendirme konusunda uzmanlar. Pascual’in bazen Sada, Ingles, Wallace, Vazquez gibi oyuncuları fazla bir arada oynatarak kimin sayı atacağını hesaba katmayacak kadar sert savunma beşleriyle oynaması da cabası. Kariyer sezonu geçiren Ndong başta olmak üzere çabuk ayaklı uzunlarla ikili oyun savunmasında da iyi savaşıyorlar. Olympiakos’un en önemli kozu Spanoulis başta olmak üzere takımın hücum kimliği ikili oyunlar üzerine kurulu. Evet Spanoulis bazen yaratıcılığı ile kendi sayısını üretiyor ancak Hines ve Dorsey gibi uzunlar oyundayken pick-and-roll, Printezis ve Antic oyundayken pick-and-pop ile etkili olan Olympiakos’a karşı Barcelona uzunlarının çember savunmasında çok daha dikkatli olmaları gerekecek. Şu bir gerçek ki pota altı fiziki haritasında bir tarafta Ndong, Perovic, Fran Vazquez, CJ Wallace ve Erazem Lorbek ile Himalayalar göze çarparken, diğer tarafta Acropolis ancak gözüküyor. Lakin Hines, Dorsey, Printezis gibi isimler fiziksel eksiklikleri mücadele ve hücum ribaundlarına saldırmalarıyla telafi ediyorlar. Bu da Barcelona’nın bu yıl en fazla başını ağrıtan konulardan biri. Bu yıl Real Madrid’in yaptığının bir benzerini yapabilirse Olympiakos şansı olabilir. Ancak ellerindeki malzeme Real kadar bu operasyonu yapmaya muktedir gözükmüyor. Lakin takımın başında Duşan İvkoviç’in olduğunu düşünürsek, bu cümleyi yazarken iki kez düşünmemiz gerekebilir.

2010’da tarihin en tahakküm altında tutulan sezonlarından birinin ardından Barcelona yıkıcı gücü finalde Paris’te Kleiza, Teodosic, Childress gibi yıldızların olduğu Olympiakos’u tarumar etmişti. Şimdi işçi arıların yoğunlukta olduğu bir Olympiakos’a karşı çok ağır basıyorlar. Ancak son 30 yılda Euroleague şampiyonluğu yaşayan tek İspanyol koç olan Pascual maç içi paniğiyle hep bir soru işareti oluşturuyor. Sanırım bize düşen Navarro-Spanoulis eşleşmesinin keyfine varmak. Büyük bir sürpriz olmazsa da yüksek ihtimalle de Barcelona’nın finale çıkışını izlemek. Ama bu sefer işleri 2010’dan çok daha zor olacak gibi gözüküyor. / Caner Eler

olympiakos-prokrisi-apoduthria-aggelopoulos-video

Olympiakos

Barcelona’nın ve CSKA Moskova’nın favori başladıkları sezonda İstanbul biletine kavuşmaları kimse için inanılmaz bir sürpriz değil. “Malumun ilamı” buraya yakışır. Şampiyon olduğu sezonların ardından kazanamamasıyla tanınan Panathinaikos’un F4’e bu kez kalması ise tarihin her zaman tekerrür etmediğinin bir kanıtı olabilir. Peki ya Olympiakos? Var mı onlara uygun bir sıfatınız, var mı onlara uygun bir tanımlamanız?

Olympiakos geçen yıla kupanın en büyük adayı olarak girmişti. Milos Teodosic, Vassilis Spanoulis, Theo Papaloukas gibi yıldızların etrafına bir takım kuran Yunan ekibi, Dusan Ivkovic’in komutasında şampiyonluğa yürümek istiyordu. Olmadı. Çeyrek finalde Siena’ya kaybedilen seri, rüyanın sonu oldu. Neyin yanlış gittiğini Ivkovic’ten duyalım:

“Siena’ya yenilmemizin sebebi çok açıktı. Yıldızlarımız egolarını bir kenara bırakıp takım için hizmet etmeyi başaramadı…”

Çok açık değil mi? Peki bu sene doğru giden neydi? Ekonomik krizin ortasında, yıldızları satılmış, bütün tersanelerine girilmiş Yunan ekibinin Final Four sırrı neydi? Rehberimiz yine kurt koçtan başkası olamaz:

“Sene başında sahiplerimiz takımı bırakmak istediğinde ve bütçe kısıntısı geldiğinde, zor günler yaşamıştık, kabul etmeliyim. Fakat tüm takım, tüm bu genç oyuncular tek yürek, birlikte oynamayı başardı…”

Bütçe kesintisi, Yunan ekibini sezon başında oldukça derinden etkilemişti. Transferlerine bir bakalım: Pero Antic, Kyle Hines, Lazaros Papadopoulos, Martynas Gecevicus. Çok etkileyici isimler değil, öyle değil mi? Yanlarına gençlerden oluşan bir topluluk koydu Ivkovic, belki zorunluluktan, belki de öyle olmasını istediğinden. Altyapı seviyelerinden isimlerine aşina olduğumuz Kostas Sloukas, Kostas Papanikolaou, Dimitrios Katsivelis, Evangelos Mantzaris’i Avrupa sahnesine çekinmeden çıkarmıştı kurt koç. Lider Vassilis Spanoulis ise sakatlığına rağmen yine işbaşında olacaktı.

Sezona çok kötü başladılar. 1-3’le girdikleri ilk turda arka arkaya aldıkları dört iç saha galibiyeti, rakiplerini ağırladıkları Peace and Friendship Salonu’nda pek de “ismiyle müsemma” davranmadıklarının kanıtıydı. Takım rayına oturmaya başlamıştı. Top 16’da gelen Acie Law ve Joey Dorsey hamleleri de anahtar-kilit uyumu sağladı. Geçen sene yenildikleri Siena karşısında yaptıkları müthiş mücadele, bir an bile teklemeyen takım oyunu ile birlikte İstanbul biletini getirdi.

Genç olabilirler, tecrübesiz isimlerden kurulu olabilirler. Fakat Olympiakos Dusan Ivkovic gibi bir koça, Vassilis Spanoulis gibi bir yıldıza sahip. Eğer, oyunun en sıkıştığı anda, rakip savunmanın üzerinde mesafe ayırt etmeden geriye çekilerek şut sokan bir süperstarınız varsa, her kupayı kazanabilirsiniz. Final Four’un tüm anlamı da bu değil mi zaten?

Olympiakos İstanbul’da. Gözlerimi kapıyorum, Kostas Sloukas’ın Galatasaray maçındaki son saniyesi geliyor aklıma. Aslında hiç gitmedi gözümün önünden. Bazen büyük şutlardan sonra uyanmak zor oluyor.

İstanbul, Olympiakos’u bir kez daha şaşırtması için bekliyor. Kaybedecekleri bir şey yok. Kazanacakları bir rüya var. 1997’den beri bekledikleri bir rüya. / İnan Özdemir