Skip to content

Roket Suyuna Çorba

Bir an için Rocket Juice and the Moon’u oluşturan isimleri unutalım. Tüm isimleri, ki zaten 3 kişiler..

Bir an için Rocket Juice and the Moon’u oluşturan etiketleri de unutalım, “Afro-impro-analogue-funk supergroup” gibi, ki zaten çok çizgili, çok uzunlar…

Şu lafa bir kulak kabartalım, bir müzisyenin Aydınlanma Çağı’ndan, Roll’un Mayıs 2003 sayısı:

“İngiltere’de bir ailem olmasaydı, dünyada yalnız olsaydım, sizi temin ederim, hiç durmazdım, yarın Afrika’ya dönerdim. Bamako’nun merkezinde trafik yoğunluğunda sıkışıp kaldığım o akşamı hep hatırlayacağım. Sanki Londra’daymış, sanki memleketimdeymişim gibi sövüp sayıyordum. Tam o anda zihnimde bir şimşek çaktı, aradaki mesafeler silindi. Hastalık kapmama korkusuyla dişlerini şişe suyuyla fırçalayan korkak Avrupa komplekslerimin hepsi yok oldu. Afrika’ya dair zihnimizdeki imge, çarpıtılmış ve gerçekle alakası olmayan olumsuz bir imge. Batı’daki insanlar, Afrika’da açlık, AIDS ve savaşlardan başka bir şey olmadığını sanıyor. Tabii ki bu şeylerin hepsi var. Ama Afrika aynı zamanda milyonlarca kişinin yoğunlukla yaşadığı ve bunu dile getirdiği bir yer.”

Sözlerin sahibi olan kişi tahmin edebileceğiniz üzere Damon Albarn. Hemen herkesin hayatında kendine yer bulan o anlardan birini yaşamış. Oğuz Haksever’in anlatmasına gerek yok, “O an” işte. Peki Albarn’ın işinin ehli iki meslektaşıyla yaptığı müziği dinlemek ister misiniz?

Aklınıza gelen ilk şeyler ne? Klasik bir Afrika davulu, hissedilir bir bas, İngiliz melankolisi, baştan sona hiç teklemeyen bir ritm, sükunet, The White Stripes’ın iki elementle yapmaya çalıştığı üçgenin gerçek bir örneği. Sözlerdeki klasik tekinsiz atmosferden bahsetmedik bile, 1001 ayrı şey gibi.

En önemlisi, Rocket Juice and the Moon’un müziğini dinlerken, sonrasında konuşurken asla Batılı müzisyenlerin sıkça ziyaret ettiği otantizm ve egzotizm kelimelerini kullanmamamız. David Byrne çok mutlu olmalı, eğer dinlediyse. Yine Roll’den alıntılayalım, bu sefer Haziran 01’den:

“Bazen fazlasıyla aşina olduğunuz kişileri, şeyleri egzotize etmekte fayda vardır. Fakat bunun haricinde insanları ve kültürleri egzotik olarak görmek, araya mesafe koyan bir mekanizmadır, genelikle sömürüye ve ırkçılığa yol açar. Şuna inanıyorum, belki naif gelecek ama bir kültürün müziğini sevmeye başladığınızda o kültürün insanını küçümsemeniz, onlara tepeden bakmanız söz konusu olamaz.

Belirli bir müziği kimin yapacağına dair kurallar koymaktan kaçınmakta fayda var. Rap’çilerin hakiki olduklarına ikna olmaları gerekiyor, Doğulu ve Asyalı sanatçıların mistik, Kübalı sanatçıların yaşlı ve tatlı olmaları gerekiyor. Müzik, ulusal ve kültürel motiflerin klişeleriyle pazarlanıyor.”

Damon Albarn da bu tuzağa düştü kariyerinde. İyi niyetle gittiği, her zaman samimi olduğu Afrika müziği mevzusunda bazı klişelere girdiği oldu. Çok büyük günahlar değildi bunlar, basit birkaç tane. Ama girmediği zamanlar da oldu ve bugün bunları harika duygularla hatırlıyoruz.

Blur’le “Music Is My Radar” şarkısını  yaparak saygı duruşunda bulunduğu, Fela Kuti hastası olduğu gençlik yıllarından beri çalışmak istediği Tony Allen’ı The Good, the Bad and the Queen kadrosuna dahil ettiği zamanlar, bunlardan biri. 2007’nin başında albümü ilk Lagos’ta kaydetiklerinde klasik bir “Afrika albümü” olmuştu, Britanya dimağının eksikliğinden yakınan Damon, Londra’ya döndüklerinde ekiple birlikte silbaştan yapıp bu çağın en unutulmaz işlerinden birine imza atmıştı.

Kot pantolonlu ve şapkalı Tony Allen, Memphis Grizzlies formalı Tony Allen ya da Fela Kuti ve Afrobeat’in Tony Allen’ı kadar başarılıydı.

The Rocket Juice and the Moon’un kuruluş sebebi de aslında biraz Tony Allen. Damon’ın tabiriyle, Tony’i 10 dakika boyunca keşfe çıkarken izlemek, 3 dakikalık bir pop şarkısının gerisindeki davulcu olarak konumlandırmaktan çok daha önemli.

Gelmiş geçmiş en büyük davulculardan birinden bahsediyoruz neticede. Kime göre? Bana, sana, Damon’a, Brian Eno’ya göre…

Flea da bunun farkında. O da Damon gibi Tony Allen’ın büyük bir hayranı, yine Fela Kuti yoluyla. İkili sanki yıllardır birlikte çalışıyor gibi albümde, hiçbir noktada “Hey Onbeşli”deki çılgın basçıyı hatırlamıyoruz, 12. saniyeden itibaren başlayan şova dikkat:

Biraz Tony, biraz onbeşli, biraz David Byrne. Rocket Juice and the Moon dinlerken gidebileceğiniz yolardan birkaçı sadece. Benim tercihim bunlar, siz kendi roketinizi kendiniz yapın.

Aslında pek de bir şey yazmadım, alıntılar kendisini yazdı, şarkılar da fena değildi yazma konusunda, aslında her şarkı üzerine sayfalarca yazabilirsiniz, Kubilay Kahveci’nin dediği gibi “Roket suyuna çorba” her şey bir bakıma…

“Her şey benim için aniydi, bir anda, önceden planlanmadan ortaya çıktı. Müziğin illa bir sonu olmak zorunda değil.”

Damon Albarn’la bitirmek istedim, o bitirme taraftarı değil. Peki, öyleyse…