Skip to content

Dünyanın En İyi Ligi

Hayır, dünyanın en iyi oyuncuları burada oynamıyor. Gerilim en üst seviyede olsa dahi, futbol kalitesi düşük, savunmalar kötü ve kulüpler Kıta Avrupasına kıyasla berbat yönetiliyor.

“Hâlâ İngiltere’nin en güçlü olduğunu söyleyebilirim, çünkü İngiltere’de eğer bir oyuncuyu isterseniz, alıyorsunuz. Böyle bir senaryo geçerli olduğu sürece her zaman Avrupa’nın en güçlüsü olursunuz. Peki Avrupa’nın en iyisi miyiz? İşte bu başka bir soru.”

Arsene Wenger1

“Hâlâ en iyisi miyiz?” sorularının geçmişini ancak Kasım 2012’ye kadar sürebildim. Aslında bunun öncesinde de, İngiliz takımları ve İngiliz futbolunun bilindik sorunları üzerine eleştiriler kuşkusuz ki vardı. Manchester United’ın Şampiyonlar Ligi finalinde Barcelona’ya kaybettiği maçın video analizini yapan Raymond Verheijen, United’ın taktikleri karşısında şaşkınlığını gizleyememiş ve hiçbir şeyi beğenmemesiyle alay konusu olan biri olarak belki de ilk kez dünyanın geri kalanıyla aynı fikirleri paylaşmak durumunda kalmıştı.2 Fakat bir yıl içinde, tartışmaların tamamen başka bir alana kaydığına tanık olduk ve yeni bir soruyla karşı karşıya olan Arsene Wenger, artık tamamen başka şeylerden bahsediyordu. Mesele Britanya ile Kıta Avrupasının futbol anlayışlarını kıyaslayan eski tartışma olmaktan çıkmıştı. Doğrudan Premier League’in kalitesi sorgulanıyordu.

Jose Mourinho’nun Ada’ya ayak bastığı ve İngilizlerin Şampiyonlar Ligi’ne ilk kez dört takımla katılmaya başladığı3 2004-05 sezonundan bu yana, her yıl bir Premier League takımını finalde görmeye alışmıştık. Bu periyottaki sekiz Şampiyonlar Ligi sezonunun yedisinde finalistlerden en az biri Premier League’den çıkmış, üç farklı ekip şampiyon olmuş ve üç sezon üst üste dört yarı finalistin üçünü İngiliz takımları oluşturmuştu. Wenger’in bahsi geçen soruya maruz kaldığı 2012-13 sezonu sonunda ise, İngiliz takımlarından çeyrek finali gören olmadı.4 Aslında keskin düşüş ilk olarak bir sezon önce, Chelsea’nin Şampiyonlar Ligi tarihinin en az hatırlanacak kadrolarından biriyle şampiyon olduğu 2011-12’de hissedilmiş, o sezon diğer üç İngiliz takımı son sekize gelemeden elenmişti. Ertesi sezon, Manchester City’nin gruptan yine çıkamayacağı ve Di Matteo’nun başarısının fazlasıyla yanıltıcı olduğu5 henüz Kasım ayında anlaşıldığında, “Bu dönem bir istisna olabilir mi?” sorusunun cevabı aranıyordu. Premier League, son olarak geçtiğimiz sezon da çeyrek finale hiçbir takım gönderemedi6 ve artık İngiliz takımlarının, o ya da bu sebeple, Avrupa’daki elit takımlar düzeyinde rekabet edebilmekten uzaklaştığına kendimizi inandırmak için yeterince gerekçemiz var. Milli takım seviyelerinde olmasa da, ciddi bir prestij kaybı yaşıyorlar, bu kesin.7

delph-slovenia

Sanki tüm bunlar bir anda beş sene önce ortaya çıkmışçasına, çöküşün sebepleri aranırken ilk suçlananlar Premier League ve ligin kendine özgü dinamikleri oldular. Diğer liglerin aksine kış tatili yapılmaması veya her maçın yüksek efor talep etmesi gibi faktörler, sahiden de Avrupa’daki başarısızlıkların ana nedenleri olabilir miydi? Medyadaki bazı isimlere bakılırsa, evet. Fakat durum gerçekten buysa, daha evvelki İngiliz kulüpleri onca yıl iyi idare etmiş olmalıydılar. Dahası, en büyük olma iddiasını doğrudan doğruya ekonomik gücüyle destekleyen bir lig, nasıl olup da tarihin en büyük TV geliri anlaşmasını yaptığı sezonda dibi görebilmişti?

İşin doğrusu şu ki, Premier League’in altın çağını yaşadığı dönemde taktiksel açıdan çok daha yetkin takımların yarışını izliyorduk ve tepeye oynayanlar arasındaki maçlarda çıkan saçma skorlar da 8-2 değil, 4-4 oluyordu.8 Geçen sezon Monaco karşısında hezimete uğrayan Arsenal’in, topu Premier League’e atmasını gerektirecek herhangi bir durum ortada yoktu. Bunu kendileri de kabul ediyor. Diğer yandan, ekonomik açıdan Chelsea’yi dahi geride bırakabilen yeni kulüpler ve Chelsea’nin bu anlamda underdog olduğu eşleşmeler ortaya çıkmaya başladılar. PSG, Deloitte Para Ligi’nde Chelsea’nin iki basamak üzerinde yer alıyordu ve çok fazla maç oynamaktan homurdanan İngilizlere kıyasla, o döneme gelindiğinde bir maç daha fazla oynamıştı. Gerçek bu ikisinin arasında bir yerde duruyor: İngilizler eskisi kadar iyi değiller ve Avrupalılar da yetişmeye başladı.

Şimdi tekrar Premier League’in en iyi olma iddiasına dönelim. En başarılı takımlara sahip olmadıkları konusunda sanırım anlaştık. Ayrıca trend futbolu belirlemekten çok uzak oldukları da muhakkak. Peki ama rakip liglerin tepkisini çekecek boyutlara ulaşan TV geliri anlaşmalarına ne demeli?9 Acaba burada da çarpık bir gerçeklik söz konusu olabilir mi? Wenger, Premier League’in yüceliğini istediği her oyuncuyu alabilmesiyle açıklarken, geçtiğimiz Eylül ayında daha da ileri giderek en iyi hücum oyuncularının İngiltere’de oynadığını söylemişti. Son açıklanan 23 kişilik Ballon d’Or listesinde ise, Premier League’den yalnızca 5 oyuncu yer alıyordu10 ve bu isimler arasında, son 10 yılın en belirleyici bireysel performanslarından birine imza atan Luis Suarez yoktu. Yılın Oyuncusu ödülünün sahibi Suarez, bir önceki sezon Bale’in yaptığı gibi, La Liga’nın yolunu tuttu.

“En başta kulağa garip geliyor, ama doğrusu bu. Tüm deadline day manasızlıkları, özel jetler ve kazanç endüstrisine rağmen, Premier League hiçbir döneminde dünyanın en iyi oyuncularını, formlarının zirvesindeyken transfer etmeyi başaramadı. Evet, harika oyuncular olmuştu, ama bu oyuncuların tamamını üç alt kategoriye ayırmak mümkündü” diye yazıyor Guardian’dan Barney Ronay. Ronay, Manchester United’a lig tarihinin en pahalı ismi olarak gelen, son Şampiyonlar Ligi finalinin en iyi oyuncusu seçilen Angel Di Maria’nın, niçin daha öncekilerden farklı, alanındaki ilk transfer olduğunu izah etmekle meşguldü. “İlki, Zola gibi, A listeden ama yaşını doldurmuş olan oyunculardı. Diğer kategoriyi, kariyeri sekteye uğramış ve yeni bir ev arayanlar oluşturdular. Dennis Bergkamp! Son olarak da potansiyel yıldız adayları vardı: imparatorluk yıllarını ilan etmeden önceki Ronaldo, Suarez, ve belki Hazard.”11

Büyüyen TV geliri anlaşmaları en iyi oyuncuları Premier League’e çekebilmekte pek işe yaramazken, diğer yandan, ligin geleneksel en iyinin bir altı transferlerinin bonservis bedellerinde ciddi bir enflasyon meydana getirdi. Savunma oyuncularının dünya çapında fırlayan piyasa değerleri sonucu günümüzde David Luiz’e 48 milyon pound değer biçilebiliyor olsa da, Mangala için 32 milyon pound ödemeyi ancak bir Premier League kulübü göze alabilirdi. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, bu kalibredeki bir oyuncuyu, bu paraya, ancak bir Premier League kulübüne satabilirdiniz.

firmino-pool

İngiltere’de transfer bedelleri üzerine en fazla kafa yoran isim olan Paul Tomkins, Premier League’in kurulduğu 1993 yılından bugüne yaklaşık 10 katlık bir artışın meydana geldiğini söylüyor. 1993’te 2 milyon pound değer biçilen bir futbolcunun bugünkü maliyeti 20 milyon pound civarında, hatta belki de daha fazla. Tomkins’in bu enflasyonu dikkate alarak oluşturduğu Transfer Price Index (TPI) modeline göre, 29 milyon pound bonservis bedeliyle Liverpool tarihinin en pahalı ikinci oyuncusu olan Roberto Firmino, aslında düşündüğümüzden çok daha ucuza yapılmış bir transfer. Firmino, CTPP (Current Transfer Purchase Price) baz alınarak oluşturulan listede, Aquilani ve Downing’in altında, 10. sırada kendine yer buluyor.12 Dolayısıyla, Sky ve BT Sport’un anlaşmalarının kulüplerin transfere ayırdığı meblağı artırmaktan daha ziyade, Avrupalı satıcıların ceplerini doldurmaya yaradığını söyleyebiliriz.13  Fakat orta sıra takımları açısından, Wenger’in iddiasını destekleyecek biçimde, başka bir senaryo ortaya çıkmış durumda. Geçtiğimiz sezonu 17. sırada bitiren Aston Villa, muhtemelen de Lyon’u saf dışı bırakarak, Ligue 1’nın en gözde sol beki Amavi’ye imza attırabiliyor.14 Alım gücündeki artışı, esas olarak orta sıra kulüpleri düzeyinde görüyorsunuz.

Kısacası, Premier League’i aklama çabalarını büyük ölçüde yetersiz buluyorum. Hayır, dünyanın en iyi oyuncuları burada oynamıyor. Gerilim en üst seviyede olsa dahi, futbol kalitesi düşük, savunmalar kötü ve kulüpler Kıta Avrupasına kıyasla berbat yönetiliyor. Premier League, dünyanın en fazla izlenen ligi konumunu çok büyük ölçüde pazarlama başarısına borçlu, ama yine de, buraya kadar bahsettiğimiz tüm meselelerin ortaya çıkardığı başka bir gerçeklik var ve en iyi olma tartışmasından ziyade, beni asıl ilgilendiren kısım burası.

Elinizdeki modellemelerin en iyi niyetlisi dahi, Sir Alex’in şampiyon bıraktığı takımın o sezon dördüncü sırada bitirmesi gerektiğini söylüyorsa, ertesi yıl Moyes olsun ya da olmasın, United’ın fena tökezleyeceğini bilirsiniz. Puan rekoru kırdığı sezonda facia ExpG (Expected Goal) yüzdelerine sahip olan Swansea’nin, bu şekilde, bu seviyede bir başka sezon daha geçiremeyeceği de açıktır.15 Çünkü Premier League, ekonomik determinizmi ve yoğun fikstürüyle, şansa en az açık kapı bırakan, dünya üzerindeki en zor lig hâline gelmeyi başardı.16 Açıkçası bunun iyi bir şey olduğundan emin değilim, belki de günden güne daha sıkıcı bir hâl alıyor. Ama gerçek şu ki, burada overachievement’a bir sezondan fazla izin yok.

Liverpool’un hayal kırıklığıyla noktalanan sezonunu yorumlayan Tomkins, “Tahminleri ters köşe yapmayı başarabilen çok az kişi çıktı. Fakat bunun gerçekleştiği dönemleri de, çoğu kez, keskin düşüşler takip etti. Söz konusu lig pozisyonu ve harcamalar olduğunda, öyle görünüyor ki, her şey bir süre sonra ortalamaya geriliyor” diye yazmıştı.17 2011-12’yi beşinci sırada bitiren Newcastle’ın ertesi sezon ancak on altıncı olması size sıradışı gelebilirdi, ama işin doğrusu, iki sezonun ortalaması olan onuncu sıra, TPI beklentileriyle birebir uyuşuyordu. Benzer bir durumu geçtiğimiz sezon Everton yaşadı. Buna göre, Liverpool’un ikinci bitirdiği sezonun ardından, tekrardan modellemelerin uygun gördüğü beşinci-altıncı sıra bandına gerilemesi de sürpriz sayılmazdı. Bu ligde, beklentilerinizi daha makul düzeyde tutmak zorundasınız. Kulüplerin hareket alanları çok sınırlı, ve bir 10. sıra kulübünden 7. sıra kulübü hâline geldiğinize ikna olmak için dahi, üç sezon geçmesi gerekebilir. Burası belki dünyanın en iyi ligi değil, ama hiç değilse en zoru olduğuna ben ikna oldum.

  1. http://www.arsenal.com/news/news-archive/wenger-england-still-has-strongest-league []
  2. https://twitter.com/raymondverheije/status/90478855143440384 []
  3. 2004-05’i rahatlıkla modern dönemin ilk sezonu sayabiliriz. []
  4. Son sekizde bir İngiliz olmadan oynanan son Şampiyonlar Ligi 17 sene önceydi ve o dönem yalnızca bir Premier League takımı katılıyordu. Spartak Moskova, Legia Varşova ve Rosenborg’un olduğu grupta Blackburn bir galibiyetle son sırada yer almıştı. []
  5. Mourinho’nun Inter’inden sonra tarihin en negatif takımıyla şampiyonluğa ulaşan Di Matteo açısından ironik, fakat en önemli sorun açık bir şekilde savunmanın savruk hâliydi. Di Matteo, önceki kulübü West Brom’dan da benzer sorunlar sebebiyle kovulmuş, yerine ise Roy Hodgson getirilmişti. Durumu siz anlayın. []
  6. Hatta İngilizlerin zulüm olarak gördüğü Europa League’i de resme dahil edersek, 1993’ten bu yana ilk kez hem Kupa Bir hem de Kupa İki son sekizi bir İngiliz takımı olmadan oynandı. []
  7. İngiltere’nin EURO 2016 elemelerindeki rakibi Slovenya, maç günü kitapçığına şöyle yazmıştı: “İngiltere, bundan böyle sadece varlığıyla rakiplerini korkutmayı başarabilen futbol süper güçlerinden biri değil.” Futbolun beşiğinden buraya. []
  8. Arshavin’in ayağının tozuyla 4 gol attığı, yakın tarihin en iyi Premier League maçı: https://www.youtube.com/watch?v=wGDQESFNevM []
  9. St. Etienne yöneticisi Bernard Caiazzo tepkili: “Futbolun NBA’i olacaklar, UEFA harekete geçmeli!” []
  10. Özellikle de Manchester United CEO’su Ed Woodward’un bu konudaki kaygıları biliniyor. Woodward, göreve geldiği 2013 yılında kulüp fanzini United We Stand’e şunları söylemişti: “25 kişilik Ballon d’Or listesinde yalnızca Wayne Rooney ve Robin van Persie’nin yer alması hoşuma gitmiyor. Listede her sene İspanya’dan daha fazla oyuncunun olmasından memnun değilim. Kulüp olarak en iyi oyuncuları arzulamalıyız. Geçmişte buna sahiptik.” []
  11. Zlatan Ibrahimovic, Guardian’a verdiği röportajda “Futbolu bıraktığım gün, İngiltere’de oynamamış olduğum için pişmanlık duymayacağım” demişti. Bu şekilde düşünen ilk süperstar olmasa gerek. []
  12. Listenin tamamına şuradan ulaşabilirsiniz: http://tomkinstimes.com/2015/06/roberto-firmino-much-cheaper-than-you-think/ []
  13. Premier League eskiden göreceli olarak daha fazla harcıyordu iddiasını şöyle destekleyebiliriz: Transfer Price Index’in 2014 başında düzenlenen versiyonunda, ilk 10 sırayı oluşturan transferlerden yalnızca bir tanesi, Mesut Özil, son beş yıl içinde gerçekleşmiş. Örneğin birinci sıradaki Shevchenko’nun 2013-14 sezonu itibariyle yansıtılmış transfer bedeli 76 milyon pound, fakat şu anda 90 sınırlarına dayanmış dahi olabilir. Listenin tamamına şuradan ulaşabilirsiniz: http://tomkinstimes.com/2014/01/transfer-records-and-why-they-mata/ []
  14. Jordan Ayew’in Aston Villa’ya transferi bir an için tıkandığında, Lorient başkanının “Amavi için 10 milyon pound ödüyorlarsa, Ayew için daha fazla ödemeliler!” talebinde bulunduğunu işitmiştik. Stoke City’nin Konoplyanka, Shaqiri gibi oyuncuların peşinden koştuğu; PSV ile Şampiyonlar Ligi’nde oynayacak Wijnaldum’un, 15 milyon pound karşılığında Premier League’in en kaotik kulübü Newcastle’ı tercih ettiği bir yaz ayını geride bıraktık. []
  15. Meraklısı şu linklere bakabilir: http://statsbomb.com/2013/08/epl-2013-14-season-preview-manchester-united/ & http://statsbomb.com/2015/06/were-swansea-lucky-to-finish-8th/ []
  16. Maç yoğunluğu arttıkça sürpriz ihtimalinin azaldığı eskiden beri bilinir. İşte Türkiye Kupası’nın yeni formatından nefret etmemiz için bir sebep. Premier League’de son sırada yer alan takımın şampiyonluk favorisini yenebildiği doğru olsa da, kulüplerin sezon sonu sıralamaları diğer liglerden daha büyük ölçüde, ekonomik güçleriyle güvence altına alınmış durumda. 2005’ten bu yana yalnızca bir takım Top Six monopolünü bozabildi. 2012’de Pardew’un Newcastle’ı. []
  17. Daha fazla Tomkins linki vermek yok, bu sonuncusu: http://tomkinstimes.com/2015/05/listen-up-fuckwits/ []