Skip to content

E Grubu: [Sıkıntıdan] Ölüm Grubu

Yazıhane kuraları çekilip de bana E Grubu düştüğünde, Galatasaray'a elenişin hemen ertesinde Trabzonspor çeken Pavel Nedved gibi acı acı gülmüştüm.

Çok fazla ortak sportif hikayesi olmayan dört ülkeden mütevellit E Grubu, beni birazdan açıklamaya çalışacağım kimi teknik taktik veriler doğrultusunda çok büyük futbol heyecanlarına sevk etmemekle birlikte, tarifsiz bir melankoliye sürüklüyor. Bayraklar altında bir araya gelip ülkelerinin marşlarını, günün anlam ve önemine binaen en gür sesleriyle söylemeye gayret eden spor adamlarının, en büyük yetenekleri bir topu istenen bir noktaya gönderebilmek ya da istenen bir noktaya gönderilmiş bir topu yakalamak olan gencecik çocukların, Dünya Kupası, Olimpiyat Oyunları demeden bu sahnelerden alınlarının aklarıyla çıkma gayretleri, özellikle de bu bayrak-kimlik-aidiyet kavramlarının pek birbirine girdiği ve tanımlanmakta pek zorlandığı ülkeler söz konusu olduğunda enikonu hüzünlü bir hale dönüşüyor.

Her şeyin ama her şeyin göbeğindeki Fransa ve yine her şeyin ama her şeyin göbeğindeki İsviçre söz konusu olduğunda, her şeyin ama her şeyin göbeğinden pek uzaktaki Ekvador ve Honduras için davulun sesi eminim uzaktan hoş geliyor. Sadece Ekvador ve Honduras değil, dünyanın birçok ülkesinden insanlara, “nerede yaşamak isterdiniz” diye sorulsa ve 5-10 hak verilse, Fransa ve İsviçre hatırı sayılır oylar alırdı –malum. Hala Orta Çağ’da yaşayan kitlelerin nefes aldığı bu toprakların bu uzak misafirlere hazırlayacağı hoş geldin merasimi ise yer yer tatsızlaşabilirdi –o da malum. 15 milyonluk Ekvador ve 8 milyonluk Honduras beni belki de hiç görmediğim Afrika ülkelerinden bile daha çok meraklandırıyor, çünkü öylesine uzaklar ki, nelerden mahrum olduklarından bile öylesine habersiziz ki, kendi cehaletimiz içinde bilinmezliklerle her randevumuzu kutsallaştırıp, onları fedakarca acı çeker bir havada göğüslüyoruz –tıpkı benim şu anda yaptığım gibi.

Hislerimi kelimelere dökmeyi becerebilecek kadar iyi bir yazar olmadığımdan sanırım, sadede geleceğim. E Grubu’na daha dikkatle baktığımda, iki yürek burkan ülke görüyorum ve bunlar, haklarında çok az şey bildiğimiz Ekvador ve Honduras değil. Ölesiye kıskandığım, aynı oranda da sevdiğim Michael Haneke’nin belki de en sevdiğim filmlerinden biri, hayatımda gördüğüm en anlamlı film karelerinden birine sahiptir. Görsel dil temsilleri ile akademik makalelere, kitaplara, incelemelere kanlı canlı bedenler yaratan Haneke, 2005 tarihli Caché/Saklı adlı filminde, bizleri bir an için bir Zinedine Zidane posteriyle başbaşa bırakır. Cezayir asıllı birini gördüğünde kaldırımını değiştiren küçümsenemez bir kitle, Cezayir asıllı birinin taşıdığı bir takımın dünya çapındaki başarılarını bile üstlenmeye çalışırken, Zidane’ın, Pierrot’un odasının baş köşesindeki varlığı, koca filmi hap haline getirir ve adeta susuz yutturur. Nesiller/toplumlar arası bir entegrasyon figürü haline gelen Zidane’ın, tam sekiz sene önce, yine bir Dünya Kupası finalinde Materazzi’ye attığı kafa sadece Materazzi’nin mi canını acıttı bilemiyorum; tıpkı futbol takımının kadrosunda artık çok daha fazla göçmen “kahraman” bulunduran İsviçre’den, örneğin Arnavut asıllı Xherdan Shaqiri’nin birkaç yıl sonra yine benzer bir Materazzi’ye benzer bir kafa atıp atmayacağını bilmediğim gibi.

Bir sonraki kafa kimden? Shaqiri?

Son 15 senedir Dünya ve Avrupa Şampiyonaları’nda daha önce hiç yakalayamadığı başarılara erişen Fransa, bu başarıları kendilerine kazandıran genç insanların geldiği mahallelere böcek ilacı sıktırma hayalleriyle yanıp tutuşmuş kimi politikacıları başa getirebilecek bir menfi potansiyele sahip çok yazık ki. Le Pen liderliğindeki aşırı sağcı Ulusal Cephe’nin, Avrupa Parlamentosu seçim zaferinin hemen ardından gelmesi olası sportif başarılarla nasıl yüzleşeceği şahsi merakımı çekerken, İsviçre’de de durum farklı değil. “Nazi selamının her koşulda suç yaratmadığıyla” ilgili bir hükme varan bir Anayasa Mahkemesi olan bir ülkeden, AB karşıtlığı yabancı karşıtlığına karışmış, bu karışımla adeta Avrupa’nın diğer aşırı sağ partileriyle aynı ortak hedef doğrultusunda keskin ve acımasız yöntemlerle ilerleyen bir oluşumu yükselten bir ülkeden, tüm bunların başını çeken Blocher’in milletvekilliğinden bile istifa edip sine-i millete dönerek çok daha tehlikeli işaretler verdiği bir ülkeden bahsediyoruz –yakın bir zamanda, bir başka sinematik şaheserin, bir başka realite turnusolu içerikli sahnesinde yukarıda bahsettiğimiz Shaqiri’yi, göğsünde İsviçre bayrağını taşıdığı formasıyla resmeden bir posterin baş rolünde görebiliriz diye söylüyorum.

Biz, her şeyin ama her şeyin göbeğinde olduğunu düşündüğümüz Fransa ve İsviçre’nin hemen yamacında bu hislerle harman olurken, esasında Dünya Kupası özelinde kazın ayağının pek öyle olmadığını da unutuyoruz: Dünya Kupası Brezilya’da düzenleniyor ve bu kez birkaç haftalığına da olsa “Fransızlar” ve “İsviçreliler”, “göçmen” kuşlar gibi denizleri aşıyorlar. “Çok uzakta” olduklarını düşündüğümüz Ekvador ve Honduras ise belki de düşündüğümüzden daha yakın bir yerde, bizlere gülümseyerek bakıyor. İsviçre, “1 Milyon Müslüman” uyarıları yaparken, ülkeye [özellikle de müslüman] göçmen girişini sınırlayan yasaları birer birer geçirirken, benim başörtülü bacılarım inançları yüzünden okullarından ayrı bırakılırken (pardon, istemeden oldu!); Honduras’ın, Filistin’i bağımsız bir devlet olarak tanıdığını biliyor muydunuz? Ya da Wikileaks kahramanı Julian Assange’ın 19 Ağustos 2012 tarihinden bu yana Ekvador’un Londra’daki büyükelçiliğinde kaldığını kaç kişi bir anda hatırlayabiliyor? Ekvador Devlet Başkanı Rafael Correa Delgado hem İngiltere’ye hem de Assange’ın peşindeki İsveç’e ve tabii ABD’ye sert mesajlar gönderirken, esasında öyle çok da “her şeyin göbeğinden çok uzakta” bir görüntü sergilemiyor. (Delgado sürekli olarak, ‘İngiltere’nin insan haklarını çiğnediğini, Assange’ın büyükelçiliklerinde 30 yıl kalması gerekirse 30 yıl kalacağını’ tekrarlayıp duruyor. SAĞLAM İRADE!)

Tüm bunlardan sonra, yine Cezayir asıllı bir edebiyat kahramanı Albert Camus’dan ödünç alarak diyebilirim ki; bu grupta kimin “yabancı” olduğu belli değil –işte melankoli de buradan kaynaklanıyor. “Eski Kıta’nın Göbeği vs. Amerika Kıtasının Göbeği” şeklinde, Atlas Okyanusu’nun da yardımıyla ikişerli gruplara ayrılan dörtlü, birbirlerinden çok farklı mecralarda, nice şekillerde ayrılıyor –mesafeler, coğrafi koşullar yetmezmiş gibi. Futbol sevgisiyle dolup taşan dedem, neredeyse her maçta farklı bir takım tutardı, çünkü neredeyse her maçın farklı bir kaybedeni olurdu. İşte tam da o hesapla; “gönüllerin şampiyonu” payesinin öncelikli sahipleri Ekvador ve Honduras’ın karşısında, çelişkileriyle bin bir kafa karışıklığının üstesinden gelmeye çalışan Fransa ve İsviçre’nin de en az onlar kadar bu payede iddiaları var –günümüzün yeni gerçekliğinde.

Bu yazının, “Ribery atar Fransa coşar” basitliğinde olmaması gerektiğini, TRT ekranlarında bolca maruz kalacağımız Ömer Üründül sığlığından biraz olsun yalıtılması gerektiğini ve en nihayetinde bu web sayfalarını ziyaret ettiğinize göre Dünya Kupası hakkında en az benim kadar malumat sahibi olduğunuz gerçeğini hatırlamam gerektiğini bir kenara kocaman harflerle yazdığımdandır sanırım, biraz fazla gevezelik etmiş olabilirim –bu denli “tuhaf” bir grup bulunca karşısında insan, kendini tutamıyor.1

Pavel Nedved

Galatasaray üstüne Trabzonspor çeken Nedved’i anlamak

İşin tüm bu perde arkası bir yana; bu grubun uyandırdığı merak, iş futbolun kendisine geldiğinde çok da iştah açıcı bir menü sunmuyor. Dünya Kupası grup değerlendirme yazıları için Yazıhane kuraları çekilip de bana E Grubu düştüğünde, Galatasaray’a elenişin hemen ertesinde Trabzonspor çeken Pavel Nedved gibi acı acı gülmüş, birbirinden şenlikli gruplara adlarını yazdıran diğer Yazıhane yazarlarına ise, “bunlar kendilerine bağladılar hortumu, ken-di-le-ri-ne bağ-la-dı-lar!” şeklinde laf atmıştım da ciddiye alıp cevap veren olmamıştı. Arkadaşlarım, dünya devlerinin, başabaş güçlerin olduğu kimi grupları “Ölüm Grubu” olarak niteleyen birbirinden güzel yazıları kaleme alırken, benim payıma da “[Sıkıntıdan] Ölüm Grubu” düştü –elden ne gelir.

Takip edenler bilir; kısa bir süre önce kimi Yazıhane yazarları, Kumanda Savaşları başlığı altında, tamamen kendi öznel bakış açılarından, takımların izlenebilirlik derecelendirmelerini yaptılar.2 Giriştiğim basit birkaç toplama işlemini takiben, bilin bakalım, İsviçre, Fransa, Ekvador ve Honduras’tan oluşan E Grubu bu sıralamada sekiz grup içinde kaçıncı sırayı aldı? Ve yine bilin bakalım, ilk turun 48 maçının arasında en düşük bileşik izlenebilirlik derecesini tutturan grup maçının aktörleri kimler?3

Yazarların tamamen kişisel tercihlerinden hareketle paylaştıkları bu 10’luk sistem notları bile E Grubu’nun meşin yuvarlak hareketliliği anlamında vadettiklerinin ufak bir girişi niteliğini taşıyor. Tavsiyem, bu gruba ait maçlar oynandığı esnada, uzun süredir ertelediğiniz bazı işlerinize odaklanmanız, nicedir ihmal ettiğiniz sevdiklerinizle zaman geçirerek gönüllerini almanız, beklemede olan kimi planlarınızı hayata geçirmenizdir –çok büyük kayıplara uğrama olasılığınız %50’nin altındadır.

Bir tarafta “ev sahipleri” Ekvador ve Honduras, diğer tarafta genç yeteneklerden kurulu kadrolarıyla “Batılı” misafirleri Fransa ve İsviçre. Takımlar neredeyse dönüş hazırlıklarına girecekken, “Dünya Kupası’na nasıl geldiler” masalları anlatmayacağım; ama en formda gelenin, dünya sıralamasının 6. basamağına kadar yükselen İsviçre olduğunu belirtmezsem de Heidi’nin dedesi kovalar.

Neden “[Sıkıntıdan] Ölüm Grubu”?

Şöyle özetleyeyim: Kısır skorlar, ezeli rekabet noksanlığı, Süper Lig’sizlik.

Dünya Kupaları tarihinde İsviçre, Fransa, Ekvador ve Honduras’tan ikisinin birbirlerine rakip oldukları yalnızca iki maç var: 2006’da Fransa-İsviçre karşılaşırken, 2010’da İsviçre bu kez Honduras’la oynadı. Bu iki maçın da skoru aynıydı- tahminleri alayım?4 Bu takımların birbirleriyle -bu platformda- bu kadar az karşılaşmış olmaları (Dünya Kupası’na ilk kez katılan takımlardan da bahsetmiyoruz: Fransa 13, İsviçre 9, Ekvador ve Honduras ise 2’şer kez katıldı), ezeli rekabet kıtlığına da işaret ediyor. Dünya Kupaları her zaman için bu ezeli rekabetlerin peşinden gider, izleyenleri de bu rekabetlerin varlığıyla ve çarpışmalarıyla sürükler. Bu grupta herhangi ezeli rekabetten, eskiye dayanan futbol hesaplaşmalarından mahrumuz.

Bu dörtlü grubun kadrosunda yer alan toplam 92 futbolcudan Allah için bir tanesinin bile Süper Lig’de top koşturmamasından dolayı, toplum içi dinamiklerimize can verecek kimi geyiklerden de benzer şekilde mahrum bırakılmış durumdayız (Türkiye Ligi, biraz da şaşırtıcı şekilde, 26 oyuncu ile Dünya Kupası’na en çok oyuncu gönderenler listesinde 7. sırada yer alıyor) ki, bu millet hiç olmadı bir Souleymanou Hamidou hak ediyordu.

Hiç mi olumlu bir şey yok?

Didier Deschamps’lı Fransa’nın, 1998’den itibaren son dört Dünya Kupası katılımına baktığımızda ilginç bir tablo ile karşılaşıyoruz: Final-Çuvallama-Final-Çuvallama şeklinde bir gidişatları var ki, bu grafik Brezilya’da oynanacak yeni bir finale işaret ediyor.5 Play-off’un ilk maçında alınan 2-0’lık Ukrayna yenilgisinden sonra, “tarihin en kötü Fransa’sı” yakıştırması yapılan takım, 3-0’lık rövanştan sonra imajını biraz düzeltmişti ya hani, bu, “çözülme” ile ilgili yakın tarihten kötü hatıraları olan bir takım için taze bir başlangıç sayılabilir. Bu yolda; Brezilya’nın, son Dünya Kupası olacağını daha önce ifade eden Ribery’nin yokluğundan illa olumlu bir şey çıkaracaksak, o da O’nun yerini alabilecek bir genç yetenek olabilir: Örneğin; 23 yaşındaki Antoine Griezmann. Kendileri bu sezonu 16 adet Real Sociedad golü ile tamamladı. Gün gelir, Oleg Salenko bir maçta 6 gol atıverir ve Dünya Kupaları her zaman için kendine has, beklenmedik yıldızlar çıkarır –bazen uzun bazen de kısa ömürlü. En yüksek kalibreli oyuncusu muhtemelen Karim Benzema olan bir grup için de ‘yeni yıldızlar çıkarmaya adaydır’ denebilir.

Turnuvanın Gana, Nijerya ve Belçika’dan sonra en genç takımı İsviçre (25,6 yaş ortalaması) ve yine genç sayılabilecek (26,7 yaş ortalaması) bir kadroyla gelen ve yol üzerinde yaşlı sayılabilecek oyuncularından Ribery’yi kaybeden Fransa’nın akıbeti bu anlamda merak uyandırıyor. Bunu, kadroların toplam milli olma sayılarıyla da doğrulayabiliyoruz: Honduras 1.059 (genelde üçüncüler), Ekvador 860, İsviçre 741 ve en nihayet Fransa sadece 559. Fransa bu departmanda sadece Cezayir ve Avustralya’yı geride bırakabiliyor.

Ekvador son olarak Almanya 2006’ya katılırken, gruptaki diğer üç takım da Güney Afrika 2010’da yer almıştı. Turnuvanın istatistiksel olarak en tecrübeli takımlarından Honduras, 2010’da bir gol bile atamaz ve son grup maçında da İsviçre ile 0-0 berabere kalırken, bu kez o kötü izleri silmek isteyecektir. Yıldızsız takım oyunuyla günleri kurtarma peşindeki Honduras, geçen turnuvadan 10 oyuncusunu birden Brezilya’ya getirirken, bunların önemli bir kısmı da MLS’te (Major League Soccer) top koşturuyor. En çok istikbal vadeden oyuncuları, elemelerde 9 gol atan Jerry Bengtson ve 21 yaşındaki Anderlecht’li yıldız adayı Andy Najar olan Honduras’ı, gruptaki rakipleri Ekvador’u 2006 Dünya Şampiyonası’nda Son-16’ya taşıyan Kolombiyalı Luis Fernando Suarez’in çalıştırdığını da hatırlatayım. Ekvador ve Honduras’ın bir başka ortak özellikleri ise, son hazırlık maçlarında dört gün arayla İngiltere ile berabere kalmış olmaları!

Christian Benitez

Ekvador’dan bahsederken, ülkenin ölümsüz 11 numarası Christian Benítez’i atlamak olmaz –nasıl derler: Unutursak kalbimiz kurusun.6 Benítez, yaklaşık bir sene önce, sadece 27 yaşındayken ani bir şekilde hayata gözlerini yumduğunda, tüm ülke elbette ki yasa boğulmuştu. Kanatlardan Jefferson Montero ve Antonio Valencia’nın taşımaya çalışacağı, süper yıldızlardan yoksun Ekvador’un turnuvada atacağı her gol, 11 numaralı milli forması emekli edilen bu golcüye yazılacaktır. (Gol atmaya çalışırken, hantal bir görüntü veren orta sahalarını biraz canlandırsalar fena olmaz.)  2008’den bu yana (bu turnuvadan sonra emekli olacak) Ottmar Hitzfeld ile çalışan ve son Dünya Kupası’ndaki fazla defansif oyun yerine biraz daha hücumu düşünmeye başlayan, amma velakin kontraatak yeme konusunda problemleri olan İsviçre’ye açılış maçında zor anlar yaşatabilirler.

Aman süreç zarar görmesin

Turnuvaya şunun şurasında 3-4 gün kalmışken, zaten bildiğinizi tahmin ettiğim tüm bu ayrıntılara derinlemesine bulaşmamaya, “İsviçre’de Josip Drmic’e dikkat! Fransa’da Pogba’ya dikkat!” gibi yavanlıklara girmemeye gayret gösterdikten sonra, iş geldi çattı bir de tahminde bulunmaya…

Turnuvanın son maçının son düdüğünden sonra kupayı kaldıracak güçlü ama yorgun kolların bu tuhaf, derme çatma, toplama gruptan bir oyuncuya ait olmayacağını söylemek zor değil. Turnuvadaki Almanya, Brezilya, Arjantin, İspanya gibi olağan şüphelileri; Portekiz, İtalya, Uruguay, Hollanda gibi ikinci grup büyükleri; Şili, Meksika, Bosna Hersek, Belçika, ABD, Hırvatistan, Falcao’suz Kolombiya, hatta Japonya gibi sürpriz yapması muhtemel ekipleri; her biri birbirinden renkli Afrika takımlarını; İran, Cezayir gibi umumi merak uyandıranları; son olarak da diğerlerinden ayrık şekilde kendine has haliyle bir köşede duran İngiltere’yi düşünelim… Düşünelim… Düşünelim… Bir şey dikkatinizi çekti mi? E Grubu’ndan hiçbir takım saymadım, sayamadım…

Aman takımlar arası bu barış sürecine zeval gelmesin; hemen ikinci tur tahminlerimi vereyim: Fransa ve Ekvador. Elbette ki her şeye rağmen bir Dünya Kupası grubundan bahsediyoruz ve yine elbette ki maçlar sırasında yorum yapıyor olması muhtemel Ömer Üründül, “Yalçın’cığım, erken gol olursa maç güzel olur” diyerek, bir Ekvador-Honduras maçına bile kendince heyecan katmaya çalışacak, ama görünen köy de kılavuz istemiyor. Buna rağmen grupta -ve devamında turnuva genelinde- akıl almaz işler olursa, “Üsküdar açıklarında vapurla dolmuşu yan yana yürüten, Ankara metrosunun içine şakır şakır yağmur yağdıran rabbim, bu gruba da bereketini verdi” der, işin içinden sıyrılıveririm.

  1. Ribery’nin Kupa’da yer almayacağı yazı kaleme alındıktan sonra açıklandı ama değiştirmek istemedim. []
  2. http://www.yazihaneden.com/2014/06/dunya-kupasi-kumanda-savaslari/ []
  3. Bkz; Turnuvanın 26 numaralı müsabakası: Ekvador-Honduras. []
  4. 0-0 []
  5. Fransa, hatırlanacağı üzere, Güney Afrika’daki son Dünya Kupası’nı facia skorların ardından 29. olarak tamamlamıştı! []
  6. Bir başka destan da an itibariyle Lice’de yazılıyor! []