Skip to content

Nazım-Nesir, Nazım-Franz

Birisi bu topraklardan çıkmış, burada ölememiş; diğeri kendi topraklarında hep öteki olmuş...

Ne zaman tarihler 3 Haziran olsa, eve bir karanlık çöküyor. Kütüphanedeki iki dev gani gani rahmet istiyor. Birisi bu topraklardan çıkmış, burada ölememiş; diğeri kendi topraklarında hep öteki olmuş…

Acımızın şairi Hasan Hüseyin Korkmazgil döker dizelere günün tarihini: “Yıllar var ter içinde / taşıdım ben bu yükü / bıraktım acının alkışlarına / 3 Haziran 63’ü”

Nazım Hikmet bir özlemdir birçok kuşak için. Türkiye sosyalistleri, Türkiye solu ve Türkiye’nin entelektüel alanı, öyle ya da böyle bir Nazım Hikmet şiiri ya da yazısıyla başı derde girenler cemaatidir. Bursa Hapishanesi’nden siyatik ağrısına, sürgünden Sovyetler Birliği’ne kadar uzanan yolculuğunda Nazım Hikmet Ran hiçbiri durak olmayan kadınlar sever. Onun gözünde sevdiği kadınların ya da memleketin bir hiyerarşisi yoktur. Bazen, bir hava alma saatinde, bir pazar günü haykırır:

“Bu anda ne düşmek dalgalara,
Bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben…
Bahtiyarım…”

İçeriye düşüşlerinden sonra geçen zamanda dünya değişir, dostları değişir; ama Nazım için değişmez olanlar vardır. Bir yanda hayatına giren kadınlara duyduğu sevginin şiddeti, öte yanda kavgasına duyduğu büyük tutku. 3 Haziran’da ölen ustanın bu iki tutkusuna bir üçüncüyü eklemiştir devlet; son döneminde oralardan çıkma bir kasketi, ayakkabısı dahi kalmayan memleketi.

3 Haziran, sürgündeki Nazım’ın da yolunun geçtiği Prag’ın bir çocuğunu, Franz Kafka’yı Avusturya’da yutmuştu. Milena’ya duyduğu sevginin şiddeti, bir ömrü aşkın süredir dünyayı sarsadursun, 1924’te vefat eden büyük usta, bir nevi Müslüman mahallesinde salyangoz satandı. Kim bilir gerçekten bir böcekti başkalarının gözünde; Çek topraklarında Alman azınlığa mensup bir Yahudiydi. Tanışılan bir Çek Cumhuriyeti başkonsolosunun “O bizden değildir, Çek değildir, Almanca yazmıştır” cümlesi hâlâ kulaklarımda çınlarken, dünyanın en iyi giriş cümlelerinin yazarı “Almanca benim anadilim, Çekçe kalbimde yatıyor” demişti.

Eserlerini yakmasını vasiyet ettiği Max Brod tarafından ihanete uğramasa, bugün kimi davalarda yaşadığı diyarlardan binlerce sigara içimi uzaklıkta savunma olarak okunamayacaktı. Tabii bazıları yakın arkadaşının, Kafka’nın son dileğini yerine getirmeme ihtimalini de severler ya neyse…

Dileğini Naziler gerçekleştirse de iş işten geçmiş; dünya yazıyla örülmüş bir girdabın içinde çoktan kaybolmuştu.