Skip to content

Yazıhane’de All-Star Havası

Gelin gelin, büyük All-Star geyiği var.

1- All-Star’ın en sevdiğiniz bölümü hangisi?

İsmail Şenol: Smaç yarışması. Her sene yaratıcılığın son noktasına geldiğimizi düşünürken, bizi şaşırtan yeni bir şeyle karşılaşmak çok eğlenceli. Ayrıca hafta sonundaki belki de en rekabetçi oyun bu. Hayatım boyunca izlediğim all-star maçlarından 2001 haricinde aklımda kalan çok fazla maç yok belki, ancak kafadan en az beş smaç yarışmasını teker teker sayabilirim.

Sedat Koç: ne olursa olsun, smaç yarışması. and1, kadour ziani videolarıyla büyüyen bir nesil olarak, smaç yarışmaları hangi aktivitenin parçası olursa olsun, ana yemektir.

onun dışında favori aktivitem, legends brunch. o masalardaki muhabbetleri doğru düzgün derleseler aslında, kimbilir ne malzeme çıkar. victoria’s secret melekleriyle van kahvaltısı icat edilene kadar, pazar sabahı erken kalkmak için daha iyi bir aktivite düşünemiyorum.

Ozan Can Sülüm: Üç sayı yarışması. Basketbola yatkın bir adam olmamama rağmen (1.70m-70kg) hentboldan kalma “güzel” bileğe sahip olduğum için hatrı sayılır şut yüzdem vardı lise zamanında, biraz da o yüzden en sevdiğim olayı üçlüktür basketbolun. Ayrıca zaman karşı olmasının verdiği heyecan ve içine smaç yarışmasındaki gibi jüri girmediği için de “saf bir yarışma” olduğunu düşünüyorum.

Onur Erdem: Smaç yarışması. Üçlük falan da iyidir aslında ama… Yok, smaç yarışması. Son kararım. İlk üç yapayım bi’ de;

  1. Vince Carter (2000) / Mevzu o gün bambaşka boyutlara taşındı. Terbiyesizlik.
  2. Jason Richardson (2003) / Final smacı: Topu havaya at, sektikten sonra yakala, bacak arası + ters smaç. Yani…
  3. Josh Smith (2005) / JR Smith’in bel arkası+tek el smacı (nasıl anlatılır ki bu?) arada kaynamıştı ama olsun.

Altın Eşek Ödülü: Nate Robinson (2009 & 2010) / Skandal…

Can Birand: Tam bir draftnik olduğum için (seviyeyi düşürerek başlamak isterim: iyi bir scout’un elinde tam bir draftnik olmak istiyorum) çaylak – sophomore maçını severek izliyordum ancak bu sene format değişti, malum Shaq ve Barkley genel menajer olup bir veya iki yıldır ligde olan oyuncular arasından draft yapıyorlar. Bana kalırsa iş daha enteresan bir hal aldı, zaten işin içine draft mraft girdi mi ben daha bir neşveleniyorum. Yalnız bu maçların kalitesi genelde rezalet oluyor, ben adamları sahada bir arada görmeyi seviyorum. Onun dışında smaç yarışmasını merak edip takip ediyoruz ama yok jüri yarışmayı sattı, yok halk oylaması olayı bitirdi diye sinire kestiğimizle kalıyoruz. Yetmezmiş gibi bir de bu yancı müessesesi türedi şimdi. Neymiş? Shumpert efendi asistleri Lin’e yaptırıp oyları kapacakmış bak bak bak! Bi akıllı sen misin? O zaman beriki de Larry Legend’ı çıkartır, iş çok afedersiniz sidik yarışına döner. Sonra Obama’yı smaç yarışmasında pas verirken görürüz, ulan biz ne yapıyoruz kendimize gelelim diyemeyiz o saatten sonra.

İnan Özdemir: Çaylak – sophomore maçı. All-Star maçında daha büyük yıldızlar olabilir, smaç yarışması daha popüler, üçlük yarışması daha estetik olabilir ama hiçbiri cuma gecesi kadar eğlenceli değil. Oynanan basketbolun kalitesi denizler altında yirmi bin fersah olabilir ama Washington Wizards maçlarını çoğu zaman zevkle izleyen biri olarak buna “hayır” diyemiyorum. Sözlüklere girmeli: “Nasıl maçtı abi? Washington Wizards işte. Hayatım günün nasıl geçti? Washington Wizards”

Çetin Cem Yılmaz: Smaç, Üç Sayı ve bilumum geyik yetenek yarışmasının olduğu ikinci gün favorim. Ardından Çaylaklar maçı gelir benim için. Ne yazık ki belirli yıllar dışında All-Star maçı hep ligin, çevredeki insanların ve bizzat kendimin yarattığı o büyük beklentilerin altında kaldı.

Caner Eler: “Valla ben televizyonda sadece belgesel izliyorum, o magazin, yarışma programlarına bakmıyorum” diye riyakarlık yapacak değiliz. All-Star haftasonunda ne olursa olsun, kim yarışırsa yarışsın, son dönemlerde biraz kan kaybetse de en merak edilen ve herkesi ekrana yapıştıran dakikalar Smaç Yarışması’na aittir. Hatta Smaç Yarışması’nın akabinde Üç Sayı mancınıklarının savaşı gelir benim için. Hatta ve hatta toptan yarışmaların günü, ikinci gün diyebiliriz. Bilhassa All-Star maçının son dönemlerde şov istikrarına daha fazla kapılmasından dolayı insanın içindeki rekabet duygusunu uyandırmaktan uzak kalması bu yarışmalardaki rekabet yoğunluğunu daha değerli kılıyor. Sadece şov fanusunda kalmıyor. Bir de biz ne olursa olsun yarışmaları seven bir milletiz. Erkan Yolaç’ın Evet-Hayır’ı, Cenk Koray’ın kutuları, Mustafa Yolaşan’ın ışıklı yolu, Bülent Özveren’in Banko’su, Güner Ümit’in Turnike’si…. Say say bitmez. DNA’mızda var ne de olsa. Bir de All-Star ile izlediğim ilk şeylerden biri “His Highness” vs. “The Human Highlight Film” rekabeti olduğundan dolayı da olabilir. Nostaljik travma diyelim…

2- Eskilerle kıyaslayınca, son dönemde rekabetten eğlenceye doğru evrilen oyun izleme zevkini ne kadar değiştirdi?

İsmail Şenol: Maç için konuşmak gerekirse, kesinlikle izleme zevkini çok değiştirdi. Kişisel olarak rekabetçi yarışmacıların olmadığı bir mücadeleyi izlemeyi pek sevmiyorum. Ancak artık bir jenerasyon değişiyor. Durant-Westbrook-Griffin gibi yeni gelen oyuncular sıkılana kadar birkaç sene daha iyi maçlar izleyebiliriz.

Sedat Koç: bu durumu sadece all-star sınırları içinde değil, günümüz oyununda, oyuncularında ve izleyeninde de varolan bir değişim. eski yıldızlar ya da en azından o dönemi yakalayan yıldızlar, all-star maçlarının ayarını biliyorlar. yeni nesil ise biraz fazla sarkozy. smaç yarışmalarına burun kıvıran günümüz yıldızlarının, stense dahi oturmayan savunmacıların yanından vurdukları smaçlar bana hiçbir şey ifade etmiyor.

Ozan Can Sülüm: Hiçbir zaman çok sadık bir NBA izleyicisi olmadım ama özellikle 90’lar sonu ve 2000’ler başı sonrasında iş her zamankinden biraz fazla daha şova dönüştü sanki. Hikayesi olmayan maçları izlemeyi pek sevmiyorum, kaldı ki eskiye nazaran şehir ve oyuncu rekabetlerinden çok eğlenceye evrilmesi NBA’i biraz itici kılıyor. Ama Jeremy Lin gibi hikayeler arttıkça tekrar insanları çekecektir oyun.

Onur Erdem: Benimkini baya’ bir değiştirdi; artık eskisi gibi merakla beklemez, takvime not düşmez oldum. Yarışmalar falan güzel, onlara lafım yok da maçlar çekilmez bi’ hale büründü. Rekabet yok, rekabet olmayınca da ‘Crazy Dunkers’ tadında bir şeye dönüyor iş. Dünyanın en iyi basketbolcularının kıyasıya kapışması dünyanın en güzel şeyiydi belki ama sponsoruydu, şişirme yıldızıydı, savunmaların ikinci plana itilmesiydi derken oyun parkına çevirdiler mevzuyu. Tamam, eskiden de ‘şov’ kısmı ön plandaydı ama bi’ yerde vidaları sıkardı herkes. En azından ben öyle hatırlıyorum… Ya da hafızam, olumlu anılara öncelik veriyor. Bilemedim…

Can Birand: Buna en güzel cevabı büyük söz üstadımız ulu çınar Aydemir Akbaş verdi zaten: Ulan bunlar soytarı! Ulan bunlar para peşinde koşuyor! NBA’i ilk takip etmeye başladığım yıllarda bu maçı çok önemserdim, iş gevşeyince izlemeyi bıraktım. Bırakınca da kendi kendime dedim ki ulan neyi protesto ediyorsun? Beklentini düşür izle işte! O günden beri rahatım dostlar. NBA sezonu uzun bir maraton, ben zaten üst seviye rekabet olan 1000 tane maç izliyorum, leaguepass’de dördüncü çeyrekten başka bir dördüncü çeyreğe sekiyorum, rekabet anlamında tatmin oluyorum. Bir maç da gazozuna olmuş çok mu?

İnan Özdemir: 80’lerden 70’lerden All-Star anılarını okuyunca, işte Isiah Thomas önderliğinde milletin kararlaştırıp Michael Jordan’a pas vermediği 85 All-Star’ı gördükten sonra bugüne bakmak daha da keyfimi kaçırıyor tabii. Fakat jenerasyon değişiminin arifesindeki NBA’de geriden gelenlerle son demlerini yaşayanların karışımını izlemek ilgi çekici olacaktır, ilk panyaya topu vurup smaç deneyen ve bunu başaramayan isme kadar.

Çetin Cem Yılmaz: İlk cevaptan devam edersek, benim All-Star maçlarındaki hayal kırıklığım sanırım evrenin en iyi basketbol oyuncuları bir aradayken hem rekabetin, hem de eğlencenin üst düzey olacağını sanmam. Her yıl bu saflığa düşüyor ve iki uzatma sonunda son saniye alley-oop’uyla maç kazanılmasını falan bekliyorum. Çok rekabet olduğunda “E bunun daha iyisi final serilerinde oluyor zaten” diyorum, eğlence ağır bastığında “Ne lan bu, Harlem mi izliyoruz?” oluyorum. Bir erkek klişesiyle, “Mesele sen değilsin, benim.”

Caner Eler: Bunu aslında tarihin en büyük oyunculardan, rekabetin krallarından 12 kez All-Star olmuş Oscar Robertson güzel özetliyor (Yaşı ilerlemiş bir efsane gibi homurdanmıyor merak etmeyin): “Ben All-Star’da oynadığım zamanlarda rekabet unsuru çok daha fazlaydı. Artık öyle değil, çok şey değişti, hem ligde hem de All-Star maçında, artık çok etkileyici bir şov var, artık insanları daha fazla eğlendiren bir oyun var. Oyun bu şekilde evrim geçirdi ve bence hiç bir sorun yok.” Biraz da bu dönemde oynayan oyuncuların bu konuda ne kadar rekabetçi özelliklere sahip olduğuyla da alakalı. 1988 All-Star’ında Chicago’da, Michael Jordan’ın biraz savsaklayan Doğu’daki takım arkadaşlarına “Arkadaşlar burası benim evim, burada kaybetmem, adam gibi oynayın lan!” mealinde bir şeyler söyleyip tonu belirlediği bilinir. Ha keza Kobe Bryant, Kevin Garnett tarzı oyuncular için orada kola kutusuyla da maç yapılsa aynı algı söz konusu olduğu için rekabet unsuru devreye giriyor. Ama genel resim de eğlencenin ağır bastığı, savunmanın London Towers kıvamına geldiği zamanlar hakkaten bunaltıyor. Ancak Magic Johnson’ın zamanında Tom Chambers’ı devamlı ikili oyunlarda kullanıp galibiyeti ulaşırken, Chambers’ı da MVP yaptığı anlar da fazla rekabetçi kaçabiliyor. Velhasılı kelam rekabetin var olduğu anları sevmeme rağmen bu konuda çok da puriten olmaya gerek yok aslında. Beklentileri büyük tutmadan biraz gazozuna biraz rekabetçi bir maçın keyfini çıkarmak lazım. Yaslan arkana, ayaklarını uzat, aç arpa ya da üzüm suyunu gerisi sana kalmış..

3- En unutulmaz All-Star anınız nedir?

İsmail Şenol:2000 Smaç Yarışması. Vince Carter’ın dirseğini potanın böğrüne sokmasını ilk kez görmüştüm. Sonra Jeff Trepagnier gözümün önünde canlısını yaptı gerçi.

Sedat Koç: spektaküler, kendinden emin, estetik, yaratıcı, kusursuz. bir otomobil markasının reklam metninden veya yanınızdan gülümseyerek süzülen, yeşil gözlü, çilli bir kızıldan bahsetmiyorum. vince carter’ın 2000’de smaç yarışmasını bir raftan alıp diğerine koymasından bahsediyorum. bambaşka birşey izledik orada. tarihte birçok kült an var elbette ama sanırım herkesin kendi jenerasyonuna ait anlar, arşivden izlediklerine nispeten daha özel oluyor.

Ozan Can Sülüm: 2009 Phoenix’te Shaquille O’Neal’ın çıkışta yaptığı dans. Uyuklayan 6 kişiyi kahkahalarla ayıltmıştı.

Onur Erdem: 2003 All-Star maçında normal sürenin son 5 saniyesi… 136-136, bitime 4.8 saniye kala Marion’ın üzerinden fadeaway’i sayıya çeviren Michael Jordan Doğu’yu öne geçiriyor… Son all-star maçına çıkan Jordan… Ve maç kazandıran basketi atan Michael Jordan… Her şey filmlerdeki gibi; kahraman son kez sahneye çıkıyor ve kötüleri alt edip bir kez daha dünyayı kurtarıyor… Çoluğuna çocuğuna anlatacağın hikaye sana; koy cebine, 30 yıl konuş üstüne… Çeksen filmi çekilir, kitabı yazılır, o son şutun posteri duvara asılır… Ama filmlerdeki gibi olmuyor; bir dana çıkıyor ve bütün senaryoyu berbat ediyor. 3 saniye kala Batı molası, topu kenardan oyuna sokuyorlar, Kobe Bryant alıyor ama bıraksan bench’e düşeceği pozisyonda Jermaine O’Neal üstüne atlayıp faul yapıyor… Ve o kusursuzluktan eser kalmıyor, senaryo pert. Neden? Taş kafalı Jermain O’Neal yüzünden… Çok güzel…

Can Birand: Ben de aşağı yukarı NBA’i yakından takip etmeye başladığım zamanlara denk gelen 2003 All-Star maçını unutamam. Neredeyse 10 sene geçmiş üzerinden ama o maçı hayal meyal de olsa canlı izlediğimi hatırlıyorum. O zamanlar üniversitede son senem, heyecanlıyım, molalarda ve devre arasında harıl harıl proje yetiştirmeye çalışıyorum. Ertesi gün kritik var, maymun olmayalım diyorum. Vay anasını ne günlerdi be!

İnan Özdemir: Saçmadan girdik, saçmadan gidelim. Antoine Walker’ın 2003’teki üçlük yarışması performansı hâlâ aklımdan çıkmaz. Kusursuz şut stili, özgüveni, topu elinden çıkarma mekaniği, ritmi… Aşağıdaki video’da sabredin, 2:03’ten sonrası ders gibi.

Çetin Cem Yılmaz: Tabii ki canlı izlemedim ama 1980’lerdeki Michael Jordan-Dominique Wilkins smaç rekabeti gözümde efsaneleştirdiğim ve hala videolarını izlediğimde tüylerimi diken diken eden bir kapışmadır. Arka arkaya dört yıllık rekabeti anlatan kompakt kurgulanmış bir video bu. Aşağıdaki ise ikilinin son kez karşı karşıya geldiği ve Jordan’ın kendi seyircisi önünde gerçekleşen 1988 kapışması.

Caner Eler: Her ne kadar 80’lerin ikinci yarısında akıl bir şeyleri süzmeye başladığında abimlerin getirdiği All-Star kasetlerinin değeri ve o ilk soruda bahsettiğim smaç yarışmalarının etkisi fazla olsa da biraz duygusal davranıp izlediğim en keyifli all-star maçlarından biri olan, kesinlikle en anlamlısı olan, 1992 All-Star maçı diyeceğim. Ne de olsa Magic Johnson bu oyunu sevmemi sağlayan ilk sebeplerden belki de en başta geleni. Magic Johnson HIV virüsü nedeniyle basketbolu bırakmasına rağmen o maçla onurlandırılması ve onun MVP ödülünü alması… Ama en keyifli anlar sanırım Magic’in önce Michael Jordan sonra da en yakın arkadaşı Isiah Thomas’a karşı bire bir oynadığı anlardı. Gece gece adamı fena çarpmışlardı dayanışmaları ve o zaman dokunursan yanarsın misali algılanan HIV hakkındaki tavırlarıyla… Ha bu arada Vince Carter’ın smaç yarışması da jüri özel ödülü alır kesinlikle.

4- All-Star seçim kriterleri ve yöntemi hep tartışılır. Sizce var olan sistem sağlıklı mı? Yoksa öneriniz var mıdır?

İsmail Şenol: Şimdiki sistem gayet sağlıklı. Neticede taraftar için yapılan bir şov olduğu için 5/12’nin taraftarın isteğiyle seçilmesi güzel. NBA’de all-star’ın iyi oyuncuları onurlandırmak için düzenlenen bir sıfat olduğunu da hatırlarsak 7/12 de ligin içinden seçilmesinde fayda var. Ek olarak oyuncuların da dahil olacağı bir sistem düşünülebilir. Yani 5/12 taraftar, 5/12 koçlar, 2/12 oyuncular olabilir.

Sedat Koç: sistem olabilecek en iyi sistem. basit de bir sistem. organizasyonu bizim federasyon düzenlemediği için amerikalılar çok şanslı.

Ozan Can Sülüm: Daha sağlıklı bir sistem olabileceğini düşünmüyorum. Şu ana kadar “X’in hakkını yediler, Y’ye yazık oldu” geyikleri çok fazla dönmediyse sistemin sağlıksız olduğunu söylemek yanlış olur.

Onur Erdem: Oyuncu seçimiyle ilgili bi’ sıkıntı olduğuna inanmıyorum. Mevcut düzen içinde optimum fayda sağlanıyor bir şekilde. Birkaç sistem hatası olmuştur, olacaktır da. Sonuçta, kusursuz bir yapı yaratmak mümkün değil.

Can Birand: Bence bu kadar sübjektif parametrelerin olduğu bir süreçte yüzde yüz sağlıklı, herkesi memnun edecek bir sistem yaratmak (Aydemir Abi sesiyle) mümkün değil!

İnan Özdemir: İlk beş seçimi bence gayet iyi fakat yedekler anlamında yazılı olmayan bazı kuralların değişmesi hoş olabilir. Mesela “Ligin en iyi takımı bunlar, tek adam yetmez, üçe kadar gidelim” mantığıyla yapılan seçimler neredeyse 10 sayı, 5 ribaunt ortalamalı adamları ve “Shane Battier’nin görünmeyen katkısını” All-Star yapacak.

Çetin Cem Yılmaz: Sistem sağlıklı, hatta bence fazla sağlıklı. Ben NBA’i gerçekten severken (yani Supersonics’i Seattle’dan çaldığı için lige küsmeden önce) en çok keyif aldığım şey “bizim çocukları” orada görmekti. Beni All-Star’a bağlayan şey Sonics oyuncuları (Gary Payton, Shawn Kemp, Ray Allen) dışında Jason Kidd, Steve Nash, Scottie Pippen gibi sevdiğim adamları görmekti. 2007’de Mehmet Okur’un 14 dakika 43 saniye sahada kalmasının da tadı hala damağımda. Dolayısıyla aidiyet kurabileceğim oyuncuları görmek bana tat veriyor. Mesela şu kısa sezonun All-Star’ında Jeremy Lin’in olmamasını kabullenemiyorum. “Fazla sağlıklı” derken kastım buydu. Belki ikişer tane wild-card kontenjanı eklenip sürpriz oyuncuları ve farklı ülkelerden yıldızları sahaya sürmenin yolları aranabilir.

Caner Eler: Ben genel tüm sporlarda kurallarla, geleneklerle çok fazla oynanması taraftarı değilimdir. Bilhassa da işler yolunda gidiyorsa. Sistem sağlıklı, tam bir ABD püritenliği söz konusu hatta. Kusurları yok mu tabii ki var ancak çok da üzerinde oynanmasını ben sevmiyorum. Ne biliyim, mesela koç seçimlerinde belki bir ek unsur olabilir. Belki oyuncuların oyu kullanılır. Bazen orada seçimlerde şaşma olabiliyor.

5- All-Star’ı daha iyiye götürecek bir öneriniz var mı?

İsmail Şenol: Kevin Love’ın “all-star maçını kazanan konferansın takımı final serisinde ev sahibi avantajına sahip olsun” fikri ilginç, ancak normal sezon heyecanından götürebilir. Benim fikrim biraz daha ütopik. 1 Şubat itibarıyla sayı, ribaund, asist ve blok istatistiklerinde lider olan dört oyuncunun yanına kendi takımından olmayan iki kişi seçip, üçe üç tek pota turnuva yapmasının getireceği heyecanı düşünüyorum. Saf sokak basketbolu. Ve 11’de bitecek toplam üç maç. Kobe, Howard, Nash ve Ibaka’nın seçeceği takımları düşünsenize…

Sedat Koç: eskiden smaç yarışmaları oyuncular arasında itibarı olan bir aktiviteyken, günümüzün yıldızları, evin bütün yıkanmış perdelerinin asılması isteniyormuş gibi davranıyorlar. yarışmacı sayısı arttırılıp, oyuncular, koçlar ve izleyicilerin oyları kullanılarak kimlerin yarışacağı belirlenebilir. james, wade, durant, westbrook veya rose gibi adamlarla eski ivmesini rahatlıkla kazanabilir yarışma. tabi bu arada acun yarışmaları gibi sms atma olayını rafa kaldırıp, jürilik işini sadece eski şampiyonlara ve hıncal uluç’a bırakmak da kaliteyi arttıracaktır.

horse olayı kaldırılmıştı ama bence iyi bir fikirdi. o organizasyondaki asıl hata, oyunun doğasına uygun bir şekilde biraz daha trashtalk seven, daha playground adamların seçilmemesiydi. skills challenge’da da oyun kuruculardan ziyade pivotlar yarıştırılsa, hem daha izlenir hem de daha matrak bir aktivite yaratılabilir.

Ozan Can Sülüm: Herhangi bir şekilde bundan daha farklı bir eğlence organizasyonu yapılabileceğini sanmıyorum. Gün olur, All-Star karşılaşması ligi etkiler, işin eğlencesi kaçabilir, gün olur köklü bir değişiklik yapılır “Ohoo abi eskiden ne güzeldi, batırdılar valla”ya gelir iş. Bu tip bir organizasyonla oynamak her babayiğidin harcı değil. Gerçi 40 okka harca sahip Stern de değişiklik yapamayacaksa kimse yapamaz, o ayrı.

Onur Erdem: ‘Rekabet’ kavramını biraz daha ön plana çıkarabilecek herhangi bir girişim olabilir. Ortaya maç sonucu dışında bir havuç koymak lazım ama ne olduğu konusunda net bir tavsiye veremiyorum. Bir de maç takvimlerini uydurmak zor olur ama Avrupa basketbolu da organizasyona dahil edilebilir. Sonuçta, NBA’le Avrupa’nın entegrasyonu gelişiyor. Gelişmeye de devam edecek. Doğu ve Batı’da birer kontenjan açılsa, oylama sonucu Euroleague’den iki oyuncu seçilse, 11+1 düzenine dönülse… Bunun gibi şeyler işte.. Aynı şekilde üçlük, yetenek ve smaç yarışmalarına da Avrupa’dan oyuncu alınabilir. İşin içine biraz gizem (Amerikalılar için), biraz da heyecan (Avrupalılar için) katmaktan kimseye zarar gelmez sanki?

Can Birand: Kevin Love’ın önerisi (kazanan yaka, finalde ev sahibi avantajını alsın) taraftar oylaması kaldırılmadığı sürece yaş bir kere. Misal ben Miami taraftarı olsam Batı ilk beşine Derek Fisher’ı sokmak için oy yağdırırdım ki internette organize olan taraftar gruplarını şimdiden görür gibiyim. Bill Simmons zamanında bu konu hakkında baba bir yazı yazmış ve all-star’ı düzeltmek için 10 öneri getirmişti. Bunlar arasında kazananlara verilecek sağlam para ödülleri ve “The High Dunk” (temelde fikir şu: pota her smaç denemesinde biraz daha yükseltiliyor, en yüksek potaya basabilen parayı cukkalıyor. Bunu günümüzde Javale McGee kimselere kaptırmazdı büyük ihtimal) güzel ve gerçekleşmesi çok da zor olmayan öneriler. Nerede okudum hatırlamıyorum ama birkaç sene önce şöyle bir öneri okumuştum, hoşuma gitmişti: “Ligin baba adamlarını ayarlayalım, teke tek maç yapsınlar!” Ben bunu izlerim arkadaş! Tamam belki bir LeBron Kobe maçı ayarlayamazsın ama ben Russell Westbrook vs. Derrick Rose’a da çoktan fitim. Hatta yükselen çaylakları tanıtma geyiği çerçevesinde de yapılabilir böyle birşey: Kyrie Irving vs Kemba Walker falan gibicesine.

İnan Özdemir: Bill Simmons’ın Magic Johnson’ı etkinliklerden uzak tutma önerisini sevdim, Damon Jones’un takım elbisesi, kenarda smaçlardan sonra birbirine “Çak” yapan gangsta’lar, Reha Erus da uzak tutulmazı gereken isimler arasında. Bir de maalesef Shaq’ın herhangi br hareketinin Süheyl Uygur’un herhangi bir hareketinden daha fazla komik gelmediği şu günlerde All-Star’da zorlu saatler yaşayacağım kesin.

Çetin Cem Yılmaz: Amerika’nın dört büyük sporunun (Amerikan futbolu, basketbol, beyzbol ve buz hokeyi) All-Star’ları arasında aslında en oturmuş ve en ilgi çekici durumda olanı NBA’inki. NFL’deki Pro-Bowl Super Bowl’dan bir hafta önce oynanıyor ve finale kalan takımların oyuncuları oylamada birinci çıksalar bile yer almıyorlar. Zaten Super Bowl gibi ABD’de sporseverler için “364 günün sultanı” bir olay varken kim ne yapsın Pro-Bowl’u? World Series ve MLB All-Star maçı için de benzer bir şey söylenebilir, zaten onlar da All-Star’a renk katmak için kazanan tarafa (American League ve National League) finallerde ev sahibi avantajı veriyorlar. Kalan NHL ki zaten ilgi olarak bu dörtlünün ezik oğlanı. En çok uğraşan onlar oldular. Rusya ve İskandinavya’dan çok oyuncu barındırdıkları için Doğu-Batı dışında “Kuzey Amerika, Dünyanın Geri Kalanına Karşı” gibi Soğuk Savaş bozması bir All-Star formatı da denediler, şu anda birer kaptan belirleyip “Aldım-verdim ben seni yendim” diye adımlaşıp adam seçme yapıyorlar. Bunları düşününce NBA’in şu anki formatı değiştirmesi “Bozuk değilse düzeltme” düsturuna aykırı olur. Sadece “Dünyanın geri kalanı” kısmına biraz daha torpil geçmenin yolunu arayabilirler. Yao, Nowitzki veya Gasol gibi isimler zaten kendilerine yer buldular ve bulacaklar ama Türkiye, İtalya, Porto Riko vs. gibi ülkeler de kendi oyuncularını bu şenlikte görürlerse daha çok bağlanırlar diye düşünüyorum.

Caner Eler: David Stern hemen istifa etsin! Tamam daha ciddiye alınacak şeyler söyleyeceğim… Maçın daha rekabet ortamında geçmesi isteniyorsa ve rekabet sosyopatı oyuncular yoksa, ağırlıkla kazanacak bir şey koymak ortaya belki çözüm olabilir. MLB All-Star kökenli Kevin Love önerisinde olduğu gibi. NFL şimdilerde Pro-Bowl’u kaldırmayı düşünüyor ciddi ciddi, hiçbir rekabet ve ciddiyet unsuru kalmadı diye. Anca NBA All-Star organizasyonunda şov unsuru, seyirciyi bu şekilde eğlendirmek daha öne çıkıyor. Rekabeti sağlarken bunu gözden kaçırmamak lazım. Neyse ne biliyim bence Stern düşünsün, ben iki saat action filmi izler gibi boş kafayla izleyip üstüne fazla düşünmüyorum. Kalırsa anısı kalıyor, kalmazsa genelde son yıllarda olduğu gibi o anlık eğlence kaçamağı olarak geride kalıyor. Zaman kaybı mı değil tabii ki.