Skip to content

Rooney’nin Gerileyişi ve Çöküşü

Ada'nın ona günahkarca kucak açtığı günler geçmişte kaldı. Wayne Rooney, yine de, konuşulmaya değer mi?

Euro 2016 başlayana dek İngiltere Milli Takımı’nda en çok Wayne Rooney’nin yeri tartışılacak. Rooney hâlâ bir forvet oyuncusu mu? Yoksa ilk 11’e girmeyi dahi hak etmiyor mu? Pek çok insan Rooney’e bir yer bulma zorunluluğunun takımı geriye götürdüğünü düşünüyor. Şaşırmalı mıyız? Muhtemelen hayır.

Rooney, Golden Generation’ın son kalan üyesi. Onları hatırlıyor musunuz? Beckham, Owen, Scholes, Gerrard, Lampard ve diğerleri. Muhteşem kariyerlere sahip olan bu oyunculardan pek azı milli takımda beklentileri karşılayabildi. Gary Neville, en büyük pişmanlığının İngiltere olduğunu söyledi. Onlara bir türlü rol bulunamaması, altın jenerasyonun en tipik özelliğiydi. “Gerrard ve Lampard nasıl yan yana oynar?” sorusunun cevabı asla verilemedi. Muhtemelen son büyük turnuvasını oynayacak olan Rooney, takım kaptanı olmasına karşın bir dolu belirsizlikle Fransa’ya gidecek. Ama ben onun iki yönüyle diğerlerinden ayrıldığını düşünüyorum.

Birincisi, Rooney kesinlikle bir failure olarak kabul edilemezdi. İlk büyük çıkışı Euro 2004’te olmuştu. 18 yaşındaydı, henüz Everton’da oynuyordu ve turnuvayı az daha gol kralı olarak bitirecekti. Euro 2004, İngiltere’nin tekrardan bir kupa kazanmaya en çok yaklaştığı turnuva oldu. Ama çeyrek finalde Rooney sakatlandı. Rooney, zaten milli takımda yıldız olmuştu. Bu yüzden onun için hayal kırıklığı diyemiyorum. Sonraki turnuvalar şanssızlıklarla geçti. 2006’da sakattı, 2008’de takım olarak dışarıda kaldılar ve 2010’da tekrar sakatlandı. Milli takım kariyeri, 2004’teki büyüleyici başlangıçtan sonra hep bir ‘acaba’ olarak kaldı. 2014’te geri döndüğündeyse artık eski Rooney olmaktan çok uzaktı.1 Her şeye rağmen, İngiltere adına 51 gol attı ve Bobby Charlton’ı geçerek ülke tarihinin en golcüsü oldu. Rooney çok başarılıydı. Aksini kabul edemem.

İkincisi, Rooney takım içinde çok önemli bir figür. Benzer bir süreçten geçen Gerrard’ın da 2014’te bir şekilde ilk 11’e monte edilmesi gerekmişti ama bu denli önemli değildi. Dahası Uruguay karşısındaki performansı o kadar kötüydü ki AS gazetesi puan dahi vermeyi es geçti. Rooney’nin takım için önemiyse saha içi rolünden kaynaklanmıyor. Değerinin en çok tartışıldığı dönemde hem kulübünde hem de milli takımda kaptanlığa yükseldi. Van Gaal, Rooney’nin şu ana dek çalıştığı en iyi kaptan olduğunu söylüyor. Onun ne kadar ciddi olduğunu biliyoruz. Ama sadece emin olmamız için, daha önce Danny Blind’le de çalışmış olduğunu ekledi, yani Daley’nin babasıyla. Barkley’e göre, Rooney’nin saha dışındaki rolü en az saha içindeki kadar önemli. Genç oyuncularla deneyimlerini paylaşıyor. Lider, sakin ve güvenilir. Rooney ne zamandır böyle biri?

rooney2003

Filmi biraz geriye saralım. Hepimiz onu sahada kendini kontrol edemeyen hırçın çocuk olarak tanıdık. Rooney bir saatli bombaydı. Kariyerinde yalnızca yedi kırmızı kart gördüğünü öğrenmek açıkçası benim için bir hayal kırıklığıydı. Rooney, Arsenal’in 49 maçlık yenilmezlik serisini sona erdirdi. Penaltı aldığı pozisyonda kendini yere atarak. Pek de güvenilir biri sayılmazdı. Sakin, hiç değil. United’ın son kez dünyanın en iyisi gibi oynadığı 2006–2009 arasında Ronaldo’nun gölgesindeydi. Çoğu kişinin zihninde de hâlâ o dönemki performansıyla yer ediniyor. Çok koşan, çok çabalayan, çok fedakarlık yapan Rooney. Zlatan’a sorduğunuzda onu böyle hatırlıyor. Ferguson’ın en inovatif periyodu onsuz düşünülemezdi. 4-3-3’ün solunda ve 4-6-0’da oynamıştı. Girdiği her rolde muhteşem iş çıkarıyor ama asla birinci adam olamıyordu. Ronaldo’nun ayrılmasıyla ligde ilk kez 20 golün üzerine çıktı. Gücünün zirvesindeydi artık.2 Tek forvet oynuyordu ve takımda ondan daha büyük biri yoktu. Ya da o öyle düşünmüştü. Ertesi sezon takımdan ayrılmak istediğini duyurdu. Daha sonra beş senelik yeni bir sözleşme yaptılar ama Rooney’nin gerileyiş dönemi çoktan başlamıştı. 27 gol atmasına rağmen Ferguson’ı ikna edemedi. Van Persie transfer oldu ve Rooney tekrardan yan rollere geçiş yaptı. Ferguson’ın emekliliğini açıkladığı sezon yalnızca 22 lig maçında oynamıştı.3 Bir kez daha takımdan ayrılmak istediğini söyledi. Ayrılık bu kez kaçınılmazdı.

Ama öyle olmadı. Çünkü United’ın Rooney’e her zamankinden daha çok ihtiyacı vardı. Sir Alex ile beraber David Gill de ayrılmış, yerine gelen Ed Woodward ile yeni bir döneme girilmişti. Artık daha büyük paralar harcayacaklardı. Bu dönem, takımın yıldızının Chelsea’ye satılması ile başlayamazdı. Rooney’le haftada 300 bin pound kazanacağı beş senelik devasa bir kontrat imzalandı. Böylece lig tarihinin en fazla kazanan oyuncusu olmuştu. Bugünkü hâline gelişini bu kontrata borçluydu. Rooney’nin franchise player olduğu ilan edilmişti. Kariyerinin ikinci kısmına geçiliyordu. Gerileme bitmiş, çöküş başlamıştı.

Bir süre kimse bunu kabullenmek istemedi. Rooney’nin tekrar eskisi gibi olabileceğine inanıyorlardı. Önce sorunun Moyes olabileceği düşünüldü. Ama değildi. Yine de son ana dek Rooney’e inanmaya devam ettik. Bu sezona başlarken en iyi pozisyonunun forvet olduğunu söylemiş, hedefini 20 gol olarak koymuştu. İnandım. Rooney’nin 20 golü aşacağına dair iddiaya bile girdim. Ama Rooney bitmişti. Onun geri döndürülemez biçimde değiştiğini Ferguson seneler öncesinden görmüştü. Hatta Ferdinand da. Yeni Rooney’nin ilk emarelerini henüz 2009’da fark etmişti.

“Dürüst olmak gerekirse, fazla ileri gittiğini düşünüyorum. Gereğinden fazla özen gösteriyordu. ‘Bu sezon kart görmedim!’ gibi şeyler söylemeye başlamıştı. ‘Evet ama eskisi kadar da iyi oynamıyorsun, bir şeyler kaybettin’ diye düşündüğümü hatırlıyorum. Dışarıdan nasıl göründüğüyle eskisine oranla daha fazla ilgiliydi. Oyununda bir parça şeytanlığa ihtiyacı olduğunu hissettim. Bence birileri onunla konuşmuştu. Menajeri veya bir başkası.”

Rooney niçin bu kadar erken bir kesin düşüş yaşadı? Profesyonelliğe henüz 16 yaşında adım atması mı etkiliydi?4 Bilemiyoruz. Doğrusunu isterseniz, bu soruya tek ve kesin bir yanıt verebilmek mümkün değil. Ronaldo da uzun zamandır eski ayak oyunlarını yapamıyor ama her zamankinden daha golcü. Daha da önemlisi, hâlâ dünyanın en iyilerinden biri. Fizik güç, Rooney’nin oyununda bu kadar önemli olabilir mi? Evet, kesinlikle.

Bunu ilk olarak şöyle fark etmiştim: Rooney’nin top kontrolü seneler içinde bu kadar bariz bir değişim yaşamış olamazdı.5 Yaşlanan oyuncuların kaybolan hızlarını telafi etmek için yeni şeyler öğrendiğini bilirdik. Ama teknik kalıcıydı. Bir keresinde Jorge Jesus onun Brezilyalı veya Arjantinlilere benzediğini söylemiş, Ferguson’ın şakayla karışık “O hâlde Beyaz Pele!” çıkışı bu şekilde doğmuştu. Kısacası, Rooney’nin beceriksiz top kontrolü önceleri bir tartışma konusu olmanın çok dışındaydı. Fakat Rooney’nin beceriksiz olduğu çok da yanlış değildi. Kariyerinin en başından beri alışılmadık bir tekniğe sahip olmuştu. İlk dokunuşu hiç de yumuşak sayılmazdı. Ama bu sorun yaratmak bir yana, oyununun temel bileşeni hâline geldi. Rooney, topu biraz ayağından aşar ama her daim rakiplerinden daha kuvvetli ve hızlı olduğu için bunu bir avantaja çevirmeyi bilirdi. Aşağıdaki klibi izlediğinizde tam da bunu göreceksiniz. Eski patlayıcılığını kaybeden Rooney, eski alışkanlıklarını sürdürmeye devam ediyor. Bu kadar beceriksiz gözükmesinin sebebi bu.

Fakat en önemli neden sahiden bu olabilir mi? Örneğin, Wayne Rooney artık kart görmüyor. Son olarak iki sene önce kırmızı kart gördü ve bu da anlık bir sinir patlaması sonucu değil, yavaş kaldığı içindi. Açıkçası bu yazıya ait ilk fikirler, Rooney’nin Bobby Charlton’ı geçişini kutlayan The Man Behind the Goals belgeselini izlerken aklıma düşmüştü. Özellikle hatırladığım bir kesit var. Newcastle’a attığı golü izlerken arkada Giggs’in sesini duyuyoruz. “Eğer tekrar izlerseniz, golün hemen öncesinde hakemle tartıştığını göreceksiniz” diyor ve sırıtmaya başlıyor. Rooney, sanki tüm hırsını toptan çıkarmış. O an, geçirdiği en büyük değişimin fiziksel değil, bilakis mental olduğuna kesin olarak ikna oldum. Eski Rooney her yere ve her şeye kızgın bir boğa gibi saldırır, bazen kendi takımına zarar verir ama çoğu kez bir şekilde sihir yaratmayı başarırdı. Ama artık böyle biri değil. Manchester City’e attığı fantastik röveşata golü dahi bende o izlenimi uyandırmıyor. Orada teknik becerisi öne çıkmıştı, ama hepsi bu kadardı. Newcastle’a veya Arsenal’e attığı golleri izlerken ise başka bir heyecan hissederdiniz. Kontrolsüz Rooney’i izlemek, farklı bir deneyimdi.

Rooney çok büyük olasılıkla bu yolu bilinçli olarak seçti. Ferdinand gözleminde haklıydı. Belki inanmayacaksınız ama bir zamanlar Pellegrini de çok agresif biriymiş. Ama değişmiş, aksi takdirde başarılı bir antrenör olabileceğini düşünmemiş. Rooney de aklından buna benzer şeyler geçirmiş olabilir.

Bana bazı açılardan Luis Suarez’i ve İngiltere’de hırçın bir oyuncu olmanın zorluklarını hatırlatıyor. Basın sürekli üzerinize gelir, işler çığırından çıkar. Böyle bir ortamda içinizdeki kötülükleri ortaya çıkarmanız daha kolaydır. Rooney çok uzun süredir medyanın takibi altındaydı. Henüz yirmili yaşlarının başındayken Coleen’le her yaptığı haber oluyordu. Suarez’in, Cantona’nın veya Keane’in aksine burası Rooney’nin ülkesiydi ve gidecek başka yeri yoktu. Biraz olsun nefes almak için değişmek istemesi hiç de mantıksız gelmiyor. Yine de tüm bunların gerçekleşmesi oldukça ani oldu. Zaman zaman timeline’ıma Rooney’nin eski tweet’leri düşüyor ve bunu düşünüyorum. Gary Neville’a “T-Bag, nasıl gidiyor?” diye mention attığında 2012 yılıymış. Şu anki elder statesman hüviyetine bu denli hızlı ulaşmış olması gerçekten takdire şayan.

Ve nihayet: Louis van Gaal! Değişmek ve hatta belki de kontrol altına girmek isteyen bir adamın başına gelebilecek en güzel şeydi. Van Gaal’in Schweinsteiger’i oyun kurucuya dönüştürmesinden daha az evrensel, ama Rooney açısından daha büyük kişisel öneme sahip olan bir kararla orta sahaya evrilmesi süreci böyle başladı. Rooney’nin gol sayıları daha da düştü, elbette takımın toplam gol sayısıyla beraber. Bazıları bunun için Rooney’i değil, Total Football’u suçladı. Ama buna katılmıyorum. Van Gaal’in militaristik Total Football varyantı, takımın olmasa bile Rooney’nin lehine olmuştu.

Onun kötü bir bitirici olduğunu düşünmüyorum. Oyunun daha yavaş oynandığı Şampiyonlar Ligi veya diğer kupa maçlarında attığı gollere bakarsanız siz de hak vereceksiniz. Başka bir ligde hâlâ çok etkili bir golcü olabilir, ama forvet oyuncusu olarak üst düzey bir takıma sağlayabilecekleri her geçen gün azalıyor. Bir gün orta sahaya dönmesi gerektiğini bildiğini, geçtiğimiz günlerde kendisi de söyledi. Bunun için Scholes’u örnek verdi. Sakatlıktan döndükten sonra orta sahada oynadığı her maçta daha da büyüdü. Son olarak, Young’a harika bir asist yaptığı Bournemouth maçının en iyisi seçildi. Rooney, belki de Euro 2016’da Alli ve Dier’ı tamamlayıcı bir rolde orta sahada karşımıza çıkacak. Onun takıma yük olduğunu düşünmüyorum, hayır, ve doğrusunu isterseniz bu Rooney’i, Kai’yle birlikte şekerlemeleri mideye indiren adamı, sanırım daha çok seviyorum.

  1. İlk Dünya Kupası golünü 2014’te, 29 yaşında atmış olması dramatik. []
  2. Bana göre peak Rooney’i en iyi anlatan gol: https://www.youtube.com/watch?v=jPlO2wwdprk []
  3. United kariyerinde daha az lig maçına çıktığı bir sezon olmadı. []
  4. Owen, Brezilyalı Ronaldo, hatta Torres de benzer erken tükenme sorunlarıyla karşılaştılar. []
  5. https://twitter.com/oolegunnar/status/509074778008064001 []