Skip to content

Krallar ve Enseleri

Yenipazar'a -bir siyasetçi olarak- iki park açılışı için bile gidememiş olmaktan daha onur kırıcı ne olabilir ki? Eric Cantona'nın varlığı.

Boş mukaveleye parmak basarak katıldığım ve ‘hadi hadi hadi (hoş geldin)’ nidalarıyla sıcak bir şekilde karşılandığım Yazıhane’de dikkatimi ilk çeken, uzun yazılar oldu. Bununla birlikte, bu uzun yazıların hafızamın derinliklerinden çektiği ilk rafta, üniversite yıllarında girdiğim sınavlarda etrafıma aval aval bakınırken gözüme gözüme giren dolu dolu sınav kağıtları, kulak zarlarımı patlatırcasına yankılanan ‘bir kağıt daha isteme talepleri’ ve tüm bunlar olurken üst yarısı zaten sorularla işgal edilmiş kağıdımın arka sayfasına bile geçememiş olmanın kanıksanmış hayal kırıklığı vardı. Ne de olsa hayatla ilgili tüm bildiklerini (FarmVille ve Texas HoldEm Poker de dahil) ardı ardına yazsa yine o doluluk oranına ulaşamayacak biri olmama rağmen, geçen yılların ardından, baskı altında karar alabilme yetimi azami düzeyde geliştirdiğimden dolayı, pratik bir çözümle bunu aşacağıma inanıyorum: Çok sıkışırsam copy-paste yapacağım. Yapacağım ve editörlerin fark etmemesini umacağım. Fark ederlerse de ‘klavyeme nane limon döküldüğünü, hatta benim de değil, 96 yaşındaki büyükbabamın döktüğünü, zavallıcığın temizlemeye çalışırken bu kez de yanlışlıkla Ctrl+C ve Ctrl+V kombinasyonlarına basmış olabileceği yönündeki somut şüphelerimi’ dillendireceğim.

2012 Londra Olimpiyat Oyunları’nın başlamasıyla birlikte, kişisel ajandamın en mühim maddesi, Doğu Londra’dan binlerce kilometre mesafede, Batı Anadolu’da bir cezaevinde bulunan Mehmet Ağar’ın Arda Turan ve Elazığspor’dan aldığı şampiyonluk selamlarının ardından; 114 sporcumuz tarafından alınacak olası madalyaların kutlama etkinlikleri çerçevesinde, yine kendisinin referans gösterileceği özlem ve duygu yüklü konuşmaların heyecanına ve en tabii gururuna ortak olmak haline gelecektir. Bu doğrultuda öncelikli hedefim, Olimpiyatları yerinde, yani Aydın’ın Yenipazar ilçesinde izlemek olsa da yurt spor hareketlerinin ve kültürünün lokomotifi konumundaki futbolun oyunlarda tarafımızca temsil edilemeyecek olması ve bu acı gerçeğin, futbolla yatıp futbolla kalkan Yenipazar mesajlaşmalarını yüksek olasılıkla azaltacak olması tadımı kaçırıyor; heyecanımı, isteğimi, yaşama sevincimi, sporla, futbolla, ciritle, kürekle, boksla büyüttüğüm fidanları solduruyor; beni, Ermenistan’ın 36 altın-23 gümüş-45 bronz, Kıbrıs Rum Kesimi’nin 18 altın-15 gümüş-34 bronz ve elbette ki Suriye’nin 22 altın-22 gümüş-4 bronz madalya kazandığı kabuslara gark ediyor.

Pek sevdiğim bir akrabam, şarkıyı dinlemiş daha birçok insanın düşmüş olabileceği yanılgıya benzer şekilde, Teoman Alpay imzalı ‘Buruk Acı’nın sözlerini, ‘hangi kapıyı çalsam karşımda Burukacı’ şeklinde anladığını itiraf etmişti bir zaman; Türk Futbolu’nun burukacısının kim olduğu, üstteki paragrafta gizli. Aslında sadece Türk Futbolu demek haksız bir ifade olur; 70’lerin kan kokulu sokaklarından çıkıp 90’ların Gazi Mahallesi’ne sapıverirseniz ya da Susurluk’ta bir soğuk ayran içmeye niyetlenirseniz, kapıyı her zaman burukacı açacaktır. Bizler Cumartesi günleri GassarayBeşiktaşFener maçlarını izlemenin tarifsiz heyecanıyla kavruladururken ‘havuz’un ılık sularında, hangi kapıyı çalsalar karşılarında burukacıyı bulan Cumartesi Anneleri, ‘gözaltında kayıp’, ‘devlet cinayeti’, ‘mafya ilişkileri’, ‘yolsuzluk’ altın ayakkabılarını hep Yenipazar’a gönderiyor. Gönderiyor da, bu altın ayakkabılar Aydın’ın Yenipazar İlçesi’ndeki Kapalı Cezaevi’ne yol, su, elektrik ve aş yerine, ezanın ‘daha rahat’ duyulabilmesi için, aman ha kaçırılmaması için hoparlör olarak ve futbol dünyamızın en nadide aktörlerinin ziyaretleri olarak dönüyor. Cürüm işlemek için silahlı teşekkül oluşturmak suçundan ikkk-ki yıl hapis cezasına çarptırılan ve gerçek demokrasiye giden yolda, karanlık yakın tarihimizin bir ücrasının daha şükür ki aydınlatılması uğruna 5+1 konutunu bırakan, ta Aydın’a onca yol katederek 25+1’lik yeni konutuna taşınan Ağar, Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı yapmış, hakkını da gayet güzel vermiş biri olarak, elbette ki ‘okula müfettiş geliyor!’ telaşıyla karşılanacaktı.

Mahpusluk zordur, bilen bilir; futbol büyüklerimizin, hazır helikopter pisti de helikopterle birlikte paket dahilinde kondurulmuşken Yenipazar yolunu tutmaları kadar doğal bir durum yoktur. Fatih Terim, Mustafa Denizli, Hıncal Uluç, Adnan Polat, Ömer Üründül ile başlayıp son olarak Aziz Yıldırım’la şekillenen ekabir kadro, bir alt yaş kategorisinde yer alan ‘ümit’lerden Emre Belözoğlu, Arda Turan ve elbette ki İstanbul Milletvekili Hakan Şükür’ün ‘un’a ve alın terine bulanmış ilçe ziyaretlerinin de dinamizmiyle, ‘vefa’nın sadece İstanbul’da değil, aynı zamanda Aydın’da da bir semt olduğunu gösteriyor ki, önceden de söylediğimiz ve tüm ironik ifadelerden özenle arındırdığımız haliyle; bu çok normal bir durum -zaten bu uzun ve sıkıcı girişin hazırladığı gelişme bölümünün ana öğesi de ne Mehmet Ağar’ın ziyaretçi çete’lesini ne de Yenipazar’a giden tüm yolları tutmak. Maksat; iki dünyaca ünlü eski futbol oyuncusunun gerçekleştirdiği iki ayrı ziyaretin mini bir karşılaştırmasını yapıvermek -her zamanki gibi; tüm ironik ifadelerden özenle arındırılmış bir halde.

1966 doğumlu Eric Cantona, geçtiğimiz yılın sonlarında İstanbul’u (Fenerbahçe-Galatasaray derbisiyle ilgili bir belgesel hazırlığı çerçevesinde) ziyaret ettiğinde (eski Galatasaraylı futbolcu) 1971 doğumlu Hakan Şükür’e (yaşayan en yetkin ağızlardan biri olması dolayısıyla) derbi tarihçesi ile ilgili olarak ulaşmaya çalıştı mı hakikaten bilemiyorum ama İstiklal Caddesi’ni turlarken karşısına çıkıveren, ‘zaten bir hayranı olduğu’ fotoğraf sanatçısı Ara Güler’e karşı koyamadı; Güler’in adıyla işletilen, Güler’in çektiği fotoğraflarla süslü kafede soluğu alarak, hayranı olduğu sanatçıyla sanat, mimari, şehir hakkında uzun bir sohbete koyuldu. Bir sporcuyu ya da eski bir sporcuyu, ‘siyaset üretmiyor, kendisiyle de hiç sanat konuşulmuyor canım, şehircilik konusunda bilgi birikimi çok zayıf’ gibi savlarla eleştirmek, komik duruma düşmek için yeterli bir sebep olacaktır. Bununla beraber, iş milletvekili seçilerek parlamentoya girmiş bir sporcu ya da eski sporcuya geldiğinde, örneğin siyasetle tek bağlantısının eski bir ‘siyasetçi’yi cezaevinde ziyaret etmekten fazlası olmasını beklersiniz. Bu ifadede en ufak bir mübalağa olmadığı, Meclis’in internet sitesinde Hakan Şükür’ün sayfasını bulmakla, olmayan icraatlerini, imzası bulunmayan kanun tekliflerini, araştırma önergelerini ve hatta ‘yerinden’ konu dışı aldığı iki söz dışında hiç yapmadığı genel kurul konuşmalarını bir tıkla izlemekle mümkün ki, özellikle son bir senedir futbolun içinde olduğu durum göz önüne alındığında bir iktidar partisi milletvekilinin, ‘siyaset’le pek içli dışlı bir eski futbolcunun söyleyecek bir iki şeyi olabileceğini düşünürsünüz.

Havanızı alırsınız. Eski futbolcu, bugünün ‘artist’i Eric Cantona, Fransa’da emeklilik yaşının arttırılmasını sokaklara dökülerek protesto eden üç milyon kişiye dahiyane bir fikir vermişti ya hani, ‘Lanet sistemin merkezi neresi? Bankalar. Bankalardan paranızı çekin bakayım ne oluyor’ demişti ya hani, bankaların nakit rezervlerini tehdidin sosyal ve ekonomik ‘devrim’in yolunu açacağını söylemişti ya hani; şu yaklaşık on üç saniyelik konuşmasıyla, on üç aydır meclisin bir üyesi olan eski meslektaşından daha fazla ‘siyaset’ üretmiş gibi görünüyor -kimse alınmasın. He bunun bizlere ne faydası var, değişkenleri Cantona ve Şükür değil de başka isimlerle oluştursaydık nereye ulaşacaktık; bunların hakikaten hiçbir önemi yok.

Bu yazı, gizliden gizliye, ‘tartışma’nın ne olduğunu bilen, bunu meşhur Camus-Sartre mektuplaşmalarıyla/tartışmalarıyla örnekleyebilen, “Kendi fikirleri olan açık insanlardı ama diğerinin fikirlerini dinlemeyi de bilirlerdi. Böyle insanlar söz konusu olduğunda bir ‘kazanan’ olmaz. Gerçek, her şey değildir. Gelişmek ya da bakış açınızı değiştirmek için tartışırsınız. Her şey hakkında tüm gerçekleri bildiğinizi düşünürseniz, kendinizi kapatırsınız. Kendi dünyanızda kalır ve delirirsiniz. On sene sonra da kendinizi öldürürsünüz. Kendi fikrine sahip olmak iyidir ama değişime de açık olmak gerekir” diyebilmiş Eric Cantona’ya övgü niteliğindedir, onun niteliklerinin güzellemesidir -Mehmet Ağar da, ziyaretçisi Hakan Şükür de ayrı dünyaların insanlarıdır.

Bu yazı, gizliden gizliye, sadece 31 yaşındayken futboldan alabileceklerini aldığına karar vererek, “Tutkumu kaybettiğimi anladığımda, futbol oynamayı bıraktım. Kendimi geliştiremediğimi hissetmiştim. Ben kendimi geliştirmeyi severim. Kendini ifade yolu sadece futbol olan ve kendini başka alanlarda geliştirmeyen tonlarca futbolcu var. Sonunda futbolu bıraktıklarında, hiçbir şey yapmıyor oluyorlar; artık var olmuyorlar ya da var olmanın o güdüsünü kaybediyorlar” diyebilmiş Eric Cantona’ya övgü niteliğindedir, onun niteliklerinin güzellemesidir -Mehmet Ağar da, ziyaretçisi Hakan Şükür de ayrı dünyaların insanlarıdır.

Bu yazı, gizliden gizliye, gençlik yıllarının ilham kaynaklarından ve kahramanlarından biri olarak Arthur Rimbaud’yu gösterebilmiş Eric Cantona’ya övgü niteliğindedir, onun niteliklerinin güzellemesidir -Mehmet Ağar da, ziyaretçisi Hakan Şükür de ayrı dünyaların insanlarıdır.

Bu yazı, gizliden gizliye, kendisine George Best’le ilgili fikirleri sorulduğunda, “Futbol sanattır ve Best de bir sanatçıydı. Her resim güzel olacak diye bir şey yoktur; sanat, kendinizi ifade etmeyi denemekle ilgilidir -bunu herkes yapabilir esasında. Kendinizi güzellikle, orijinallikle ifade edebiliyorsanız sanatçısınız demektir. Bu, insanlara cevapları vermekle değil, üzerine düşünecekleri bir şeyler sunmakla ilgilidir. Ben, beni düşündüren sanatçıları severim. Ne düşüneceğimin söylenmesinden hoşlanmam. Kendi fikrime sahip olmayı severim. Eğer bana, bak şu piyano siyah, derseniz, benim için o konuşma bitmiş demektir” diyebilmiş Eric Cantona’ya övgü niteliğindedir, onun niteliklerinin güzellemesidir -Mehmet Ağar da, ziyaretçisi Hakan Şükür de ayrı dünyaların insanlarıdır.

İki futbolcunun da ‘kral’ olarak anılmasından başka ortak özelliklerinin olmaması, birini birinden üstün yapmaz; zaten o tartışmaya da Cantona girmez. Cantona futbolu bırakmış, kendini var edecek başka kanalları çoktan inşa etmiştir. Hakan Şükür ise ‘kanal’ konusunu tamamen yanlış anlamış, devletin ‘kanal’ı TRT’de yorumculuk sevdasındadır ki, acıklı bir şekilde, gerçekten de elinde başka hiçbir şey olmadığının çarpıcı göstergesidir. Bu, Cantona-Şükür karşılaştırması değil, hayatına kendi yön verme ya da hayatı yönlendirilmenin sonsuz ve trajik hikayesidir. Bu, hayatları, ‘kaç kadeh kırıldı sarhoş gönlümde, ben hala yaşarım eski günlerde’ fon müziğiyle süslü, ‘önündeki maçlara bir türlü bakamayan’ insanların kaybetme korkusuyla dolu acıklı hikayesinin, Rimbaud’nun yenilikçiliğine öykünmüş  özgür hikayelere karşı daimi kaybedişinin tablosudur.

Banu Yelkovan, İstanbul ziyareti sırasında eşlik ettiği Eric Cantona’yı insanların, ‘ensesinden’ tanıyıverdiğini söylüyor ki, kelimenin mecazi anlamında ‘ense’ (yapmak) ile tanınmaktan, üyesi olunan meclisin tutanaklarında görünmez olmaktan çok daha değerli olsa gerek. Birilerinin ‘tetikçisi’ bile olamayacak bir kafa karışıklığının yıllar boyu yükünü çekmekten, Yenipazar fırınlarındaki ekmek yapma maceraları ve hatıra fotoğrafları dışında üretimsiz bir hikayeye sahip olmaktan çok daha kayda değer olsa gerek. Yenipazar’a -bir siyasetçi olarak- iki park açılışı için bile gidememiş olmaktan daha onur kırıcı ne olabilir ki? Eric Cantona’nın varlığı.