Skip to content

Günah Keçisi

Taraftarlar transfer dünyasının Serengeti'ye benzeyen ortamında artık antilop sürüsü olmak istemiyorlar. Aslanlar sürekli bir parçayı koparıyor Arsenal'den. Ancak bu bıkkın ruh halinin Wenger'e yansıtılması ne kadar doğru o tartışmalı.

Taraftar o akşamki maçı düşünür ve onun için endişelenir. Teknik direktör o sezonu düşünür ve onun için endişelenir. Ben 5 yıl sonrasını düşünmek zorundayım ve çok endişeliyim.

Jerry West

Arsenal bu sezonu da kupasız kapatıyor. Sezonun bitimine kısa bir süre kaldı ve takım tüm kupalardan elenmiş durumda. Puan durumuna ve kalan fikstüre bakınca Premier Lig’i 3 veya 4. sırada bitirmesi çok büyük ihtimal. Yani Şampiyonlar Ligi’ne kalmayı bir kez daha başaracak Topçular. Küçük bir teselli. Ya da öyle mi acaba?

Üst üste 7. kez izliyor bu filmi Arsenal taraftarı. Müzeye en son kupa 2005’de gitmişti. FA’i kazanmıştı Arsenal. Ardından ise 7 yıllık hasret…1

İlk birkaç yıl pek ses çıkmasa da son 2-3 yılda iyiden iyiye memnuniyetsizlikler dile getirilmeye başlandı Arsenal cephesinde. Genelde bu tip durumlarda hedef tahtasındaki isim bellidir: Teknik direktör. Hele ki İngiltere gelenekleri gereği olay sadece teknik cepheyle sınırlı kalmıyor, menajer titri ile birlikte idari konularda da yetkiyi beraberinde getiriyorsa elbette artan sorumluluğun doğal sonucu olarak da fatura önemli kararları veren isme patlar.

1996’dan beri takımın başında olan Wenger’e tepkiler de gün geçtikçe artıyor. 2002’deki dublenin, 2004’deki namağlup şampiyonluk sezonunun anıları gittikçe kronolojide daha da geride kalarak yavaş yavaş bulanıklaşıyor. Wenger her geçen sezon daha da fazla “Kazanamayan adam”, hatta daha da kötüsü “Kazanmak için risk almayan adam” olarak görülmeye başlandı.

Son 7 yılın aksine bu sezona felaket girdi Arsenal. Genelde yaz dönemini iyi geçirir, henüz rakip savunmalar tam oturmamış, hava koşulları zemini ağırlaştırmamışken Ağustos-Eylül aylarında o şiir gibi kısa paslı futboluyla henüz sezon başı mahmurluğundaki rakiplerini sürklase ederlerdi. Yılbaşına doğru kar-yağmur devreye girip, sakatlıklar başladığında, rakip savunmalar birlikte oynamaya ısındığında teklerdi Arsenal genelde. İlk 20-25 hafta şampiyonluk yarışında yer alır, taraftarına fikstür üzerinden hesaplar yaptırır ama Şubat gibi üst üste gelen tuhaf sonuçlarla yarıştan kopar 3 veya 4. olarak tamamlardı sezonu.

Bu yıl öyle olmadı. Yazın Fabregas ve yılan hikayesine dönen Samir Nasri’nin transfer hikayesi sonrası takım sezona iyi hazırlanamamıştı ve ilk 7 maçta ancak 7 puan toplayabildi. İçerde Liverpool’a 2-0 yenildikten sonra 16 yıllık Wenger döneminin belki de en kara gününde Manchester United’dan 8 yedi takım. Hoş uzun süredir ManU’ya karşı pek yüzü gülmemişti takımın ama 8 de adama koyuyordu be… Ferguson’un ağzından düşürmediği sakızıyla o hınzır gülümsemesi, yıllardır sarkastik yorumlarıyla yıpratıp durduğu en büyük rakibi Wenger’e karşı kazandığı bu görkemli zafer izleyenlerin içini acıttı.

En sağduyulu taraftar blogları bile genel isyan çığlıklarına katıldı doğal olarak. Bu çığlıklar sadece alınan ağır yenilgiye değil yıllardır sürekli kan kaybeden kadroya bir türlü takviye yapmayan/yapamayan Wenger’in bu inatçılığına karşıydı. En büyük rakibi Ferguson’a daha önce de sayısız kez yenilmişti ama kendisini bu duruma düşürmesi, taraftarı daha da öfkelendirdi. Onlar hep Ferguson’un çabuk kızaran suratının patlıcana dönmesini ve o sakızını zorlukla yutmak zorunda kalmasını istiyordu. En büyük hayalleri buydu. Şimdi ise en büyük kabus karşılarındaydı.

– PAF takımı mıyız biz?

– Sadece kendi sözünü dinleyen bebelerle oynamak istiyor. Yetişkinleri yönetmekten korkuyor.

– Yaşlandıkça egosu çok büyüdü. Kendi yetiştirmediği oyuncuyu almak istemiyor.

– Gitsin Ajax’a teknik direktör olsun. Veya kalsın 18 yaşaltı takımına baksın.

Bu minvalde döndü tepkiler. Ciddi ciddi Wenger’in artık miadını doldurduğu tartışılmaya, alternatifleri konuşulmaya başlandı. Sonrası bildiğiniz hikayeler: Sağduyu mesajları vs. İlginç olan genelde çok nadiren ortaya çıkan kulüp yönetiminin de “Wenger’in arkasındayız” mesajı vermek zorunda kalması. Malumunuz bu mesajlar genelde kovulmanın bir önceki aşamasıdır.

Neyse sonra sezon rayına girdi. Şampiyonlar Ligi grubundan lider çıktı Arsenal. Ligde durumu toparladı hatta Chelsea’yi 5-3 falan yendi. Sular biraz duruldu. Arada kısa ama çok anlamlı ve duygusal bir Thierry Henry dönemi bile yaşandı.2

Ama geçenlerde Şampiyonlar Ligi’nde 4-0’lık Milan yenilgisi sonrası tepkiler yine alevlendi. Rövanşta devrenin 3-0 olması taraflı tarafsız herkesi heyecanlandırdı elbette ama son 7 yılın hikayesi gibiydi o maç. Arsenal yine arifeyi gösterip, bayramı yaşatmamak konusundaki hünerini konuşturdu. Zaten tepkilerin asıl nedeni de biraz o. Bu kadar ucuna kadar gelip kursakta bırakılan umutlar baştan sona çorba sezonlardan daha kekremsi tatlar bırakıyor ağızda. Bir de Arsenal’deki gibi döngüye girerse bu durum… Hoş değil…

Milan maçı bir örnek aslında. Sezon başındaki o ManU maçıyla bir eşik atlandı Arsenal için. Artık ciddi ciddi Wenger’in halefleri düşünülüyor. Bir başka Milan maçı daha yaşanınca tekrar aynı konular alevlenecek. Spor bu. İstenmeyen sonuçlar işin doğasında var. Ama artık her kötü sonuçtan sonra isimler dillendirilecek, sesler yükselecek. Bu döngülerin sonuçlarının pek iyi olmadığını defalarca gördük.

Ancak Wenger’i asıp kesmeden önce derin bir nefes alıp neleri yapıp, neleri yapamadığını ve her şeyden önemlisi günümüzdeki futbol dünyasının geldiği noktayı iyi değerlendirmek gerek.

Wenger’in oynatmaya çalıştığı futbolun takımı başarıya taşıyabileceği yönünde kimsenin pek şüphesi olmasa gerek. Malum başarıya giden yol tek değil ancak Wenger’in yolunun da 2005’den beri demode veya geçersiz hale geldiği pek söylenemez.

Fransız teknik adamın oyun planı büyük oranda yerden kısa ve çabuk pasa dayanıyor. Bugün Dünya’da herkes Barcelona’nın yaptığı pas sayısına bakarak onların yenilmez pas oyununu alkışlıyor ama aslında olay sadece pas üzerinden oynamaksa o alanda Arsenal daha önde. Barcelona genelde topa sahip olmak üzerine kuruyor ana stratejisini. Oyunu pasla olgunlaştırmaktan çok, pasla topa sahip olmaya devam edip savunmada boşluk arıyorlar. Arsenal ise pasla o boşluğu yaratmak üzerine kurmuş durumda oyunu. 3 bozuklukla oynanan para maçı yapmaya çalışıyor adeta Arsenal. Önceki sezon Skysports’un yorumcusu Andy Gray “Sanki amaçları kaleye yürüyerek girmekmiş gibi oynuyorlar” demişti Arsenal’i tanımlamak için. Artık zaaf halini alacak kadar fazla paslı bir oyun bu. Bir yerde de artık topa vurmak, uzun veya derinlemesine pas, daha da önemlisi kaleye şut olarak vurmak gerek. Robin Van Persie’nin çılgın gol rakamlarına ulaşmasının altında “Hacı artık vuralım şunu kaleye, pas pas nereye kadar” demesi de yatıyor olabilir.

Bu her ne kadar göze inanılmaz hoş gelen bir oyun yaratsa da belli handikapları var elbet. Öncelikle Wenger bu kadar pas temelli bir oyun oynayabilmek için herkesin yüksek pas yeteneğine sahip olması kadar çevik ve çabuk olmasını istiyor. Kuvvet/çabukluk terazisinde ödün verilen bölüm genelde hep kuvvet oluyor. Arsenal fizik kuvvet olarak Premier Lig’in en zayıf takımı olabilir. Sahada bir gün kavga çıksa yemin ederim bi araba sopa yerler.

t1larg

Genelde hızlı pas alışverişi sayesinde sahada fizik mücadeleden büyük oranda uzak durmayı başarsalar da fizik/çabukluk dengesini bir tarafa doğru çok bozmanın handikapları da malum. Özellikle rakip topa sahip olduğunda. Güreş takımı gibi ekipleri oya gibi işliyor çoğu zaman Arsenal ama daha dengeli üst düzey takımlara gelince iş sarpa sarıyor. Üst düzey maçlardaki başarısızlığın en önemli sebebi bu. Özellikle Manchester United ve Chelsea gibi hem sert hem çabuk takımlara karşı siniyor Arsenal. Dağınık takımları ise malumunuz genelde dağıtıyor.

Aynı şekilde bu kadar paslı oynayan bu kadar ince fizikli oyuncular sakatlığa da daha açık oluyorlar. Daha çok tekme yiyor, daha çok etkileniyorlar bu darbelerden. Sakatlık oyunun bir parçası ama sistemin getirdiği ekstra bir sakatlık yükü yıllardır Arsenal’i rakiplerinden bir nebze daha fazla etkiledi. Bu sistemle etkilemeye de devam edecek.

Oyunu yerden ve kısa oynadığı için modern zamanların oyun ‘bug’ı sayılan duran toplar konusunda da çok verimsizler. Kafaya çıkacak adam yok ki kafayla gol olsun. Chamakh da fos çıkınca bu alanda eldeki en en iyi isim stoper Vermaelen. O yüzden duran toplardan verim aldığı pek söylenemez takımın.

Elbette bu yerden bol paslı düzenin etkili olması için saha şartlarının da kusursuz olması gerek. Hava ve zemin şartlarından en çok etkilenen takımların başında geliyor Arsenal. Modern stadlarda zemin balçık haline pek gelmiyor artık ama her tür olumsuz koşul daha çok onların aleyhine işliyor.

Ancak genel toplamda güzel top oynuyor Arsenal. Sıkıcı maçı olmuyor neredeyse. Oyunu sürekli akıcı hale getirmek için elinden geleni yapıyor. İzleyenleri eğlendirmeyi başarıyor. Ama nedense hangi futbol sevdalısına sorsanız asıl istediğinin böyle bir oyun olduğunu söyler de iş gidip gelip alınan sonuçlarla değerlendirilir. Oyundan çok sonuç belirleyici olur oluşan duygularda. Arsene Wenger gelmeden önce sürekli 1-0 biten maçlarından ötürü “Boring boring Arsenal” diye tezahürat yapılan bir takımdan bahsediyoruz. Ama o futbol değişimi bile sonuç olmadan yetemiyor pek çoklarına.

Sorun şu ki böyle bir oyun için gerçekten özel yetenekler gerekli. Arsenal’in sorununun sistemi değil o sistemi uygulayacak personelin yeterliliği olduğu konusunda pek fikir ayrımı yok zaten. Henry, Bergkamp, Pires, Vieira, Petit, Cole’lu kadronun neler yaptığı ortada. Dezavantajları ne olursa olsun yeterince derin ve sistemi işletebilecek bir kadro oluşturulursa hem bu fiyakalı futbolu oynayıp hem de kupa almak mümkün. Piyasada Xavi-Iniesta vardı da Arsenal mi almadı?

Teknik direktörün oyun stratejisi kadar oyuncularından aldığı verim de önemli. O konuda da Wenger’in olağanüstü başarılı olduğunu herhalde kimse yadsıyamaz. Son yıllarda takımdan ayrılan isimlere bakınca Sylvain Wiltord, Marc Overmars, Robert Pires, Emmanuel Petit, Nwankwo Kanu, Patrick Vieira, Ashley Cole, Jose Antonio Reyes, Fredrik Ljungberg, Alexander Hleb, Mathieu Flamini, Gilberto Silva, Emmanuel Adebayor, Kolo Toure hep en iyi dönemlerini Arsenal formasıyla yaşadı. Bu oyuncuların hepsi Kuzey Londra’da Avrupa’nın kendi mevkilerinde sayılı oyuncuları arasına girmişken gittikleri yeni takımlarda o performansların hayli uzağında kaldılar.3

Özetle gerek bireysel gerekse takım olarak teknik direktör Arsene Wenger’in elindeki kadrodan en iyisini almak konusunda pek sorunu yok.

Ama zaten onunla ilgili eleştiriler genelde teknik direktör tarafına yönelmiyor. Algı bir kere değiştiği için o yönüne de arada salvolar gelse de bu daha çok asıl eleştirinin hedefini şaşmış yönleri oluyor.

Wenger’le ilgili esas tartışma konusu idari tercihleri. Biraz önce saydığımız sayısız yıldızın takımdan ayrılması, yerlerine ise genelde genç ve transfer piyasasının başrolünde olmayan isimler alınması taraftarı rahatsız ediyor. Rakipler transfer piyasasında caka satarken, Arsenal elindekileri bile tutamayan takım konumuna inmiş durumda. Büyük takım olmanın bir önşartı da piyasada güçlü olmak, en üst düzey oyuncuların tercih ettiği kulüp olmaktan geçiyor. Arsenal özellikle bu yaz Nasri ve Fabregas’ın ayrılmak için ısrarlarıyla ‘Yıldızların kaçtığı yer’ damgasını yedi.

Ancak bu oyuncu tercihlerini değerlendirirken dünya futbolu ve Arsenal’in nasıl bir dönemden geçtiğini iyi anlamak gerekli.

Son 10 yılda futbol dünyasında çok önemli bir değişim yaşanıyor. Piyasada dönen para akıllara sığmayacak şekilde katlanarak büyüdü.4 Real Madrid, Manchester United gibi dev kulüpler yıllık 300 milyon Euro gelir düzeyini devirmiş durumdalar. Bunun büyük bölümü de geçtiğimiz 10 sene içinde gerçekleşti. Elbette kapitalizmin gözü kör olsun bu aynı zamanda onarılamaz bir gelir uçurumu da yaratıyor diğerleriyle arasında. Görece olarak Santander’in de QPR’ın da gelirleri artıyor aslında da aradaki makas o kadar açıldı ki artık Blackburn’ün, Leeds United’ın, Valencia’nın, Deportivo La Coruna’nın5 falan artık şampiyonlukta pek gözü olamaz. Fiyatlar delicesine tırmandı. Mali güç dengeleri altüst oldu. Makas açıldı, hatta ortadaki vidadan kopup ikiye ayrılıp çift bıçak haline geldi.

Dev kulüpler bu devinim içinde hızla tırmanan gelirleri daha da arttırmak adına daha görkemli kadrolar, daha dominant takımlar yaratma yarışına girdiler. Artık yerellikten tamamen çıkan sporda global birer simge olmanın gelirlere yaptığı mantıksız katkı nedeniyle borç sarmalıyla finanse edilen kontrolsüz bir büyüme başladı her yerde.6

Arsenal de hızla gelişen futbol endüstrisinde yukarılarda yerini almak için öncelikle stadyumu yenilemeye karar verdi.7 Devlet veya belediye desteği falan almak bir yana belediye Highbury için yapılan genişletme projesine onay vermeyince yeni bir stad yapılması gerekliliği ortaya çıktı. Ashburton Grove’daki yeni stadın yapımı Londra’nın efsane arsa bedelleri de eklenince tam 900 milyon Euro bir fatura çıkardı kulübe. Bunun yaklaşık 300 milyon Euro’luk bölümünü eski Highbury’ye yapılan konut projesiyle finanse etseler de 600 milyon Euro bir yük altına girdi kulüp.

3796EmiratesStadium_pic1

2000’de başlayan proje boyunca yaklaşık 10 yıllık süreçte kabaca yıllık 60 milyon Euro bir ek yükten bahsediyoruz. Bu sürecin hızlandığı 2004-2010 arasındaki süre boyunca Arsene Wenger yıllık 30 milyon Euro bir transfer bütçesi ile hareket etmek zorunda kaldı. Zaten bu dönemde Andrey Arşavin dışında bir tane bile 15 milyon Euro üzerinde bedel ödediği üst düzey transfer yapmadı Arsenal. Ki Arşavin de bir sonraki yılın transfer bütçesinden bir miktar avans alınarak kadroya katılabilmişti.

Tam bu sırada ikinci bir akım futbol dünyasındaki yangına benzin döktü. 2003’de Roman Abramoviç’in Chelsea’yi almasıyla başlayan yeni bir süreçte Rus oligarklar, Amerikalı yatırımcılar ve Arap petrol şeyhlerinin başını çektiği hiper zenginler kulübü üyeleri gerek global iş hedefleri, gerekse bireysel keyifleri için kulüpleri satın almaya, deli gibi de para harcamaya başladılar.

Arsenal ise bu sezon başına kadar ABD’li işadamı Stan Kroenke8 ve Rus oligark Alisher Usmanov arasındaki bir kontrol savaşının içindeydi. Sonunda Kroenke geçen Ekim’de kulübün işleyişine müdahale etmeyeceğinin garantisini vererek büyük hissedar olmayı başarabildi.9

Arsene Wenger’in yeni stad yapılırken sıkı bir mali politikayla yola devam eden takımı için bir tane çok net hedefi vardı: Bu süreci elit takımlar arasından çıkmadan tamamlayabilmek. Bunun için de kriteri Şampiyonlar Ligi’nde yer almak olarak koyduğunu gösterdi, hatta üstü kapalı olarak dile de getirdi. Ve her sezon Şampiyonlar Ligi’ne kaldı takım.

Bu sene başında Kroenke tamamen kulübe sahip olunca, yeni stad borçları da neredeyse sıfırlanınca herkes “Artık sabrettiğimiz yeter” demişti ama transfer dönemi yine istedikleri gibi geçmedi. Takımın belki de en iyi iki oyuncusu Fabregas ve Nasri takımdan ayrılmak istediklerini açıkladılar. Fabregas’ı artık tutmaya imkan kalmadığını, İspanyol oyuncunun evine, bu dönemin efsane takımı Barcelona’ya gitmek istediğini herkes biliyordu artık. İspanya Milli Takımı’nda üstüne zorla Barça forması giydiriyordu artık takım arkadaşları daha ne olsun. Ancak Nasri’nin yıllık ücretine zam yapılarak tutulması mümkündü. Wenger yapmadı. Takım içinde dengelerin bozulmasına, takımın mali disiplininin petrol sermayesiyle rekabete girmemesi gerektiğine kanaat getirdi.

Sadece herkesin para saçtığı bu ortamda, takımı bu mali darboğazdan alnının akı ile geçirmesi bile aslında takdir edilmeli. Biraz sakin kafayla bakınca Arsenal şu anda tüm Avrupa’nın mali açıdan en sağlıklı kulübü belki de. UEFA’nın mali kriterleri ve finansal fair play kuralları tam geçerli olsa lider kulüp bile olabilir. Daha geçtiğimiz ay kulüp 70 milyon Euro kar açıklandı. Forbes’a göre Real Madrid ve Manchester United’ın ardından dünyanın en değerli 3. futbol kulübü haline geldi. Ama elbette taraftarı burası pek ilgilendirmez. Onlar haklı olarak sahadaki ürüne bakarlar. Çünkü onların para ve daha önemlisi gönül verdiği şey takımın başarısı.

Geçen 7 yılın “üst üste deja vu” atmosferi taraftarı sıktı, yordu. Transfer dünyasının Serengeti’ye benzeyen ortamında artık antilop sürüsü olmak istemiyorlar. Aslanlar sürekli bir parçayı koparıyor Arsenal’den. Ancak bu bıkkın ruh halinin Wenger’e yansıtılması ne kadar doğru o tartışmalı.

Artık Arsenal bu sürecin başından çok daha güçlü bir mali yapıya sahip. Dışarıdan enjekte edilen sıcak parayla değil, özkaynaklarını geliştirerek bu noktaya geldi. Yıllık 300 milyon Euro gelir düzeyine çıktı. Borçları hemen hemen sıfırladı. Ve bu geçişte Arsene Wenger çok önemli bir rol sahibiydi.

Wenger ve Arsenal için yeni bir dönem başlıyor. Ancak bu sıkıntılı geçen 7 yılın tüm yükü de yine Wenger’in sırtında. Şu anda takımı bekleyen en önemli tehlike her ters giden işte Fransız teknik adamın hedef tahtasında yer alacak olması. Zaten biraz da bu yüzden sezon başındaki transfer hamleleri pek Wenger çizgisine uymadı. Arteta gibi baskıyla, transfer olsun diye transfer yapmak pek Wenger matematiği ile bağdaşmıyor.

Taraftar artık transferde antilop değil aslan olmak istiyor ama bunun için oluşan baskı çok ama çok tehlikeli. Wenger defalarca “Hak eden oyuncuya 70 milyon Euro da veririz” diye açıklama yaptı. Ama kendisine uygun ismi bulamadı. Kimbilir imkanı olsa Iniesta’ya verir mi bu parayı?

Bundan sonra eldeki yeni maddi güçle neler yapacağı asıl belirleyici olmalı onun için. Ve geçtiğimiz 7 sene onun kariyerinde düşüş değil aksine Arsenal’in geleceğine yaptığı en değerli katkıdır. Bunun bedelini bireysel kredisi olarak ödedi belki ama bundan 5 yıl sonra daha net anlaşılacak bu süreç ve onun katkıları.

  1. Geçen sezon Carling Cup finalinde Birmingham’a 2-1 yenilmek pek bi koymuştu. Çok önemli değil ama ‘Kupa kupadır’ diye bakıyorduk biz Arsenalliler o maça. 6 yıl aradan sonra biraz içimizi soğutur diyorduk ama olmadı. Ne kupa hasreti varsa Wenger’in yıllardır yedeklerle oynadığı Lig Kupası bile artık çok önemli hale gelmişti. Varın taraftarın içinde bulunduğu ruh halini siz hesap edin. []
  2. Leeds United önünde turu getiren golü atması sezonun en güzel anıdır herhalde tüm Arsenalliler için. Genelde gollerinden sonra tepkisizliği ile ünlü Henry bile öyle bir sevindi ki siz taraftarın durumunu kendiniz hesap edin. İtiraf etmem gerekirse gözlerimden iki damla yaş süzüldü o anda. Aha bu da linki. []
  3. Bu sezon ayrılan Cesc Fabregas ve Samir Nasri adına değerlendirme yapmak için henüz erken. Thierry Henry için ise iki türlü de yargıya varmak zor. []
  4. Bir zamanlar “Endüstriyel futbol işin ruhunu öldürüyor” diyen romantikler bile artık oluşan rakamlar karşısında üst düzey liglerin üst düzey takımlarının artık geri dönülemez bir çizgiyi geçtiğinin farkında. Gelir rakamları hakikaten mantık sınırlarını zorluyor. []
  5. Evet inanması güç ama dördü de son 20 yılda şampiyon oldu. []
  6. Ekonominin nasıl büyüdüğüne bakmak için forma sponsorlarına bir göz atmak yeterli. 2000 yılında Vodafone, Manchester United’ın forma reklamı için yıllık 10 milyon Euro vermeyi kabul ettiğinde yer yerinden oynamış, bu gelmiş geçmiş en büyük rakam olmuştu. ManU bu sezon forma reklamı için AON’dan 24 milyon Euro, antrenman forması reklamı için de ayrıca DHL’den 12 milyon Euro alıyor. Yıllardır “Formaya reklam almayız aga biz” diyen Barcelona Qatar Foundation’a 30 milyon Euro karşılığında ‘evet’ dedi. []
  7. En önemli gelir kapılarından biri stad. Aynı zamanda takımın da evi elbette. Yeni stadyumda tam 152 süit var. Asıl gelirleri arttıran da bu suitler zaten. Arsenal gelir yarışında sürekli gerisinde kaldığı ManU yakalamak için önce stadları dengelemek gerektiğini hesaplayarak yola çıktı. []
  8. Aynı zamanda NBA’den Denver Nuggets, MLS’den Colorado Rapids, NFL’den St. Louis Rams ve NHL’den Colorado Avalanche’in de sahibi. []
  9. Bu arada Manchester United, Liverpool, Chelsea, Manchester City rekor transferlere doyamadı. Arsenal taraftarı uzun süre “Ya biri alsın artık kontrolü de biz de piyasada coşalım” diye bakıyordu Kroenke-Usmanov çekişmesine. Aslında hayli ironik bir durum bu.  Hem yıllardır ortak mülkiyetle bugünlere kadar gelmiş olan çocuğun gibi gördüğün kulübün bir kişinin eline geçmesine karşı çıkacak, endüstriyel futbola isyan edeceksin, hem de diğer yandan da değişen koşullar nedeniyle rekabetçi olabilmek adına bunun bir an evvel olmasını dileyeceksin. Futbol dünyasında gelinen noktayı bu ruh halinden daha iyi anlatamaz hiçbir şey. []