Skip to content

Akşam Pazarındaki Zabıta ve 20 Yarda Keten Bezi

Financial Fair Play gölgesinde İngiltere'de devre arası transferinin kazananları-kaybedenleri.

Gelenekçiliğinden ötürü oyunun birçok tutkunu için en özel futbol sahnelerinden biri olmuş İngiltere’de, düzenin hayli değiştiği gerçeğini en soğuk biçimde yüzümüze vuran dönemdi geçtiğimiz kış ayları. Roma bir günde inşa edilmedi elbette, bu bir sürecin parçasıydı. Ama yaşamını sürdüren son futbol romantikleri de inkar edemeyecekleri bir dönüşümle yüz yüze geldiler.

Manchester City’nin sahibi Şeyh Mansour, 2010 kışını oldukça sakin geçirmişti. O dönemde yürürlüğe sokulan ve City gibi yükselişlerini uluslar arası yıldızlar üzerine kuran takımları sıkıntıya sürükleyen Britanya’da yetişmiş oyuncu kotası nedeniyle Adam Johnson için cebinden çıkardığı 7 milyon pounddan başka para harcamamıştı. Bir sezon önce Shay Given, Wayne Bridge, Craig Bellamy ve Nigel de Jong gibi hiçbiri bugünkü takımın iskeletinde önemli yer edinememiş oyuncular için ödediği 45 milyon poundun onu rahatsız ettiğini kimse düşünmüyordu. O kış İngiliz kulüpleri, ocak transferinde kasalarından toplam 30 milyon pound çıkardılar, bu Premier League tarihinde en az paranın dolaşıma çıktığı ara transfer dönemi anlamına gelecekti. Ada kulüplerinin yeni bir finansal gerçeklikle yüzleştiği yazıldı çizildi. Ve bir anda…

Takvimlerde 31 Ocak 2011’in üstünü çizmeye hazırlanırken eski etkinliğini yitirmiş gözüken Roman Abramovich, Fernando Torres için 50 milyon poundluk bir çek yazdı. Liverpool’un yeni Amerikalı sahipleri boş durmadı. Gün bitmeden El Nino’nun Anfield’da boşalttığı yeri, ligin ilk yarısının en formda skorerlerinden Andy Carroll ile dolduracaklardı. Biri zirve dönemini arkasında bırakmış, diğeri henüz hiçbir şey kanıtlamamış iki 9 numara için bir gecede el değiştiren 85 milyon pound! Buna Liverpool ve Chelsea’nin diğer transferleri Luis Suarez ve David Luiz’i, uzun süredir Roberto Mancini’nin şeker babacığına sunduğu listenin tepesinde bulunan ve nihayet City kadrosuna katılan Edin Dzeko’yu da ekleyin. Küme düşme potasına giren çaresiz Aston Villa’nın 24 milyon poundluk Darren Bent transferini de unutmayın.1 225 milyon poundluk bir çılgınlık silsilesi… Ve bir sezon önceki rekor durgunluğun ‘fırtına öncesi sessizlik’ olarak yorumlandığı yeni yazılar.

Geride bıraktığımız Ocak ayı beklendiği üzere, 225 milyonluk çılgınlığın yanına bile yaklaşamadı. Tepedeki altılının en büyük alışverişi Chelsea’nin 7 milyon pounda kadroya kattığı Gary Cahill oldu. Ancak olayları gereğinden fazla yorumlamayı seven futbol yazarlarının dillerine pelesenk olan yeni fenomen FFP oldu. Bu çıkarımlarında ne ölçüde haklı olduklarını tartışmadan önce, kısaca bahse konu fenomenden bahsedelim.

FFP ya da İngilizler’in Tercih Ettikleri Adıyla FFS

İçinde bulduğumuz sezonla birlikte uygulamaya koyulan Mali Fair-Play adı altındaki bir dizi kural, UEFA’nın Avrupa’nın büyük kulüplerindeki borçlanarak yaşamını idame ettirme alışkanlığına ket vurma isteğinin bir çözümü olarak sunuldu.2 Bu alışkanlığı modaya dönüştüren takımların önemli bir bölümü de Ada futbolunun birer mensubu. Manchester City son üç sezonda toplam 411.4 milyon pound kaybederken, bu sezon kadrosunda bulundurduğu oyuncuların ücret toplamı kulübün yıllık gelirinden 14% fazla. Bütçeyle ilgili kayıtlarını ilan etmeyen İtalyan kulüplerinde de bu durumun daha iç açıcı olmadığı konuşuluyor. Bazı kaynaklara göre, Inter 2007’den 2009’a kadar 527 milyon euro zarar etmiş ve İngiliz kulüpleri her şeye rağmen böylesine bir niceliği halen uzaktan izlemekte. Yeni düzende temel olarak, kulüplerin borçlanma yoluna gitmeden stabil bir finansal yapı oluşturması teşvik edilmeye çalışılıyor. Tabii bu geçiş süreci için ilk üç yıllık bilançolarda kırmızı renge belli ölçülerde izin verilecek. Bir nevi af da mevcut yani. Peki meşhur FFP, dünya futboluna nasıl kurtuluş önerileri sunuyor? Michel Platini’nin bu yeni kuralı “Futbolu iş adamlarından korumalıyız” sloganıyla pazarladığını görmek, midesi hassas olanların kaldırabileceği bir şey değil. Fakat bunun ötesinde de kuralın bu şekliyle bir dolu çarpıklık taşıdığı açık.

  • Bu kural UEFA’ya yalnızca Şampiyonlar Ligi ve Europa League katılımcısı takımların hesaplarını kontrol etme hakkı sunuyor. Ekonomideki ‘tepeden tabana mı, tabandan tepeye mi’ tartışmasına yeni bir boyut eklemek? “Yeğenim, bizim o kadar tahsilimiz yok.” Fakat UEFA’nın bu kuralda dayattığı tepeden tabana değişim, ilk planda birçok dengesizlik yaratacaktır. Büyük güç konumundaki takımların, yetiştiricilik görevini üstlenmekte olan pazarın küçük balıkları ile masaya otururken elinde yeni kozlar bulundurması anlamına gelen bu kuralın zenginin daha da zenginleşmesiyle sonuçlanması kaçınılmaz.
  • 91 sayfalık yönetmelikte birçok boşluk bulunmakta ve UEFA’nın daha önce Real Mallorca’ya lisans vermezken takındığı tavrı, Avrupa futbolunun altın yumurtlayan tavuklarına da aynı sertlikte uygulaması kimseye inandırıcı gelmiyor. Hele bir de bu borçlanma yoluyla kalkınma partisine son katılan takımın bir Fransız takımı olduğu düşünülünce.
  • FFP’yi en sert biçimde eleştiren Premier League menajerlerinden biri olan Arsene Wenger’in de işaret ettiği bir boşluk da sponsorluk anlaşmalarının bu kar-zarar tablosuna bir kalem olarak dahil olmaması. UEFA’nın açık bıraktığı arka kapıyı kullanmaya yeltenen ilk kişi Şeyh Mansour oldu. Abu Dhabi grubu, geçtiğimiz yaz içerisinde Eastlands’in adını Etihad Stadium’a dönüştürerek 100 milyon poundun üstünde bir varlığı kulübe kanalize etti.
  • FFP temel olarak Avrupa Birliği’nin serbest ticaret konusundaki tüm maddelerini hiçe saymakta ve mağdur olduğunu düşünen bir kulübün, hatta bir oyuncunun işi mahkemeye götürmesi durumunda UEFA’nın ne yapacağı merak konusu. Doküman içerisinde yaptırım aşamasında birçok muallak ifade bulunmakta, yani bu yasal sürece davetiye çıkaran bir metin var ortada. Daily Mail’e konuşan Wenger bir kez daha soruyor: “İş mahkemeye götürülürse UEFA, gerekli yasal güce sahip olacak mı? Ben bunu sorguluyorum.”3

Günün sonunda başarılması hedeflenen şeyin ne olduğu da ayrı bir soru işareti. UEFA yetkilileri ‘dayanışma içerisinde bir futbol ailesi’ ve ‘taraftarları tarafından demokratik bir şekilde yönetilen futbol kulüpleri’ arayışında olduğunu söylüyor. Bu çok güzel, ama FFP bu yolda pratikte ne sağlıyor? Manchester City ve Chelsea gibileri gerçekten kurtarılmaya muhtaç mı? Her ne kadar bizim gibi sıradan futbol taraftarları için Abramovich, Mansour ve futbol coğrafyasına girmiş tüm diğer şeker babacıklar çok popüler figürler olmasa da, özellikle Mansour örneğindeki kısmaya niyetli olmadıkları para muslukları gerçekten Avrupa futbolunun endişe duyması gereken ilk şey mi? Teşvik edilen yeni düzenle birlikte -yukarıdaki ilk maddede bahsettiğim üzere- UEFA’nın, transfer dönemlerinde büyük takımlar ve paralı sahipler için bir piyasa kırıcı gibi çalışması tehlikesi çok açık. Bu da Avrupa futbolunun dev kulüpleriyle, üreterek hayatta kalmayan küçük kulüpler arasındaki makasın açılması anlamına geliyor.

Özellikle Manchester City’nin ilk kez şampiyonluktan bu kadar ciddi olarak bahsedebildiği bu dönemde, ara transferdeki temkinli tutumunda FFP’nin hiç rol oynamadığını söylemek mümkün değil. Eğer UEFA bu kuralların arkasında duracaksa, en çok endişe duyması gereken kulübün City olduğunu rakamlar da ortaya koyuyor zaten. Roma’ya Daniele De Rossi için uçan Mancini’nin kasada elinde kredi kartıyla kalması ve David Pizarro’yla (kiralık) geri dönmesini başka bir şeye yoramayız.4 Ancak büyük resme baktığımızda, herkesin denkleme giren bu yeni bilinmeyene karşı hamlelerini ölçerek attığını kabul etmekle birlikte bu düşüşün çok beklendik olduğunu da görebilmek lazım. Geçen kış tepedeki kulüpleri ikinci kez düşünmeye iten fazla şey yoktu, kabul. Ancak Manchester United, Arsenal ve Liverpool’un Amerikan sahiplerinin para harcama konusunda zaten çok hevesli olmadığını ve bu kulüplere tam anlamıyla yönetilecek bir şirket olarak baktıklarını belirtmeliyiz.5 Sir Alex Ferguson’ın ocak transferine en soğuk yaklaşan menajerlerden biri olması,6 United adına futbola geri dönen Paul Scholes dışında bir getirisi olmayan bu transfer dönemini daha anlaşılır kılıyor.

Evet, Premier League’deki 20 takımdan 16 tanesi şu anda bütçede açık veriyor, ama bunları düzeltme noktasında hareket alanları düşünüldüğü kadar sınırlı değil. Kapıdaki FFP görüngüsünü, sönük geçen transfer döneminin baş müsebbibi bellemektense 2011’deki patlama sonrası doğal sürecin işlediğini düşünmek bana daha makul geliyor. 2011 çılgınlığının poster çocuğu ve Carroll transferinin tetikleyicisi olan Torres’in Chelsea formasıyla attığı gol sayısının, hala Chelsea’ye attığı gol sayısını aşamamış olmasının da bir payı mutlaka vardır.

Tepedeki olağan şüphelileri bir kenara bırakıp, bu transfer penceresinin kazananlarını ve kaybedenlerini süzmeye çalışalım.

Kazananlar

MLS: Bu kış döneminin önemli karakteristiklerinden biri, MLS’ten kiralama yoluyla oyuncu çağırma modelinin ilk kez bu kadar revaçta olmasıydı. Los Angeles Galaxy kariyerinde üçüncü kez görev için Atlantik’in karşı kıyısına çağrılan Landon Donovan, Premier League için değerini 2010’daki performansıyla zaten açık etmişti. Goodison Park sakinleri de 9 maça 6 asist sığdıran Donovan’ı tıpkı Ocak 2010’da olduğu gibi Ayın Oyuncusu seçerek onurlandırdılar. Fakat MLS’in yarattığı ‘emekli cenneti’ algısını kıran, 30 yaşını geride bırakan Robbie Keane ve Thierry Henry’nin takımları üzerindeki etkileri oldu. West Ham’de tanınmaz halde bıraktığımız Keane’in Aston Villa’ya transferine çoğunluk şüpheye yaklaştı. En iyimser olan kesim dahi “Emile Heskey’den kötü olacak değil ya” diye savunuyordu bu transferi. Keane kendisini ilk olarak turuncu forma içerisinde sevenler adına tuhaf bir performansla Wolves karşısında galibiyeti getirirken, en iyi dönemlerindeki kadar dominant gözüktü. 6 maçta 3 gol kaydeden Keane, bu hafta sonunda Villa’ya veda edecek. Henry’nin veda zamanı ise çoktan geldi. Arsenal formasıyla 7 maçında 3 gol bulan ve bu gollerden biriyle takıma tur getiren Henry’nin de Marouane Chamakh gibileriyle uğraşmak zorunda kalan Wenger için büyük bir rahatlama sağladığına hiç kuşku yok.

4-0’lık Milan hezimeti sonrası Henry, ‘kariyerinin geri kalanında kazanmak istediği için’ MLS’e geri dönecek. Öte yandan Premier League fikstürünün en sıkışık döneminde, bu yolla bir oksijen maskesine başvurmak, ileriki yıllarda birçok menajerin aklında bulunduracağı bir yöntem olacaktır. Bu oyuncuların sezon öncesi kamplarının bir kısmını kaçırıyor olması ve sakatlık riskleri, bu formülün MLS takımları için saf bir kazanım sağladığını savunmamıza izin vermiyor. Ama meşhur marka değerinden bahsediyorsak, birçok Amerikalı oyuncu için yeni kapıların açılacağını öngörmek zor değil. Yeni bir Stuart Holden’a veya Clint Dempsey’ye kimse ‘hayır’ demeyecektir. Tim Ream? Bilemiyorum Owen.

Everton: 2011 yazı David Moyes için başkanın odasından, başı önünde ayrıldığı transfer dönemlerinden bir yenisi anlamına gelecekti. Üst üste altıncı transfer penceresinde Everton’ın oyuncu transferine harcadığı para, satılan oyunculardan kazanılanın altında kalmıştı. İki senedir güvenilir bir golcü bulma derdindeki Moyes, geçtiğimiz ay nihayet bu yolda önemli bir adım attı. Bir süredir gözünden düşmüş olan Louis Saha’yı gönderirken, kayyum yolu gözüken memleketinin takımı Rangers’tan Nikica Jelavic’i transfer etti. Bunun için iki kulüp arasında 2001’e dayanan bir alışverişten kalma bir ayrıcalığı kullanması gerekse de, son yıllarda ileri uçta ucuz etin yahnisinin pek olduğunu defaatle deneyimlemiş Moyes için önemli bir imzaydı bu. Jelavic hakkında çok fazla şey bilmiyorum, fakat bu transferi Diniyar Bilyaletdinov’dan gelen parayla finanse edebilmek Moyes’i de rahatlatmış olmalı. Bilyaletdinov attığı acayip gollerle yeteneğini zaman zaman gösterse de, istikrar ve maç içi devamlılık konularında hiçbir ışık vermedi. Bunları yapamıyorsan ve topsuz oyunda da çuvallamaya müsaitsen, Premier League çok doğru yer değil.

Moyes’in bir diğer transferiyse, ustası Ferguson’ın da önemli şanslar verdiği ancak karşılığını her zaman alamadığı Darron Gibson oldu. Alt yaş kategorilerinde “Yeni Ronaldinho” etiketiyle pazara sürülmesinin de etkisiyle, United’daki rolüne bir türlü tam anlamıyla adaptasyon gösteremeyen Anderson’a oranla daha çok takımda görmeyi istediğim bir isimdi. Ferguson’ın da ondan yana umutlarından tam anlamıyla vazgeçtiğini sanmıyorum. Yazılanlara göre aralarındaki ilişkiyi bitiren, sezon öncesi kampında Gibson’ın yakışıksız biçimde yeterince şans bulamamaktan yakınması olmuş. Kulağa mantıklı geliyor zira bu sezon takımın orta sahasının neredeyse tamamı sakatlık belasına karışmışken, Scholes’u futbola geri döndürmektense Gibson’a birkaç gerçek şans vermeyi tercih etmesi beklenirdi Fergie’den. Gustavo Poyet’ten beri “goalscoring midfielder” tanımının lanetini üzerinde en çok hisseden, 35 metre uzakta topla buluştuğunda bile tribünün ‘vur ulan’ haykırışlarına gark olan Gibson umarım oyununu daha sağlam şeyler üzerine yeniden kurabilir. Bunu başarabilirse ben hala Jack Rodwell veya Marouane Fellaini ile ligin en iyi orta saha tandemlerinden birini oluşturabileceğine inanıyorum.

Goodison Park’a son gelişinde ıslıklanmasına pek anlam veremediğim Steven Pienaar da sezon sonuna kadar Moyes’le olacak. Kulüp doğru ellere geçmediği sürece, Moyes-Everton birlikteliğinin artık her iki taraf için de yıpratıcı olmaya başlayacağını düşünüyordum sezona girmeden önce.7 İstikrarla bir sorunum yok, ben de hemen herkes kadar önem atfediyorum kendisine. Fakat artık kariyerinin ustalık dönemine giriş yapmak üzereyken, sihrini başka yerlerde konuşturması bizler için daha iyi olabilir. Öncelikle FA Cup’ı alıp, 17 yıllık kupa hasretine8 son versin ama. Kulüpteki mirasına yakışan bu. Yavaş başlangıç, güçlü bitiriş ve şerefli yedinciliklerden fazlasını hak ediyor.

QPR: Enine çizgililer hiçbir zaman sempati duyduğum bir takım olmadı. Başlarında Neil Warnock varken cukkalı sahiplerine rağmen geldikleri yere döneceklerini umuyordum. Yaz transfer dönemini hareketli bitiren QPR, bunun yarattığı doping etkisiyle orta sıralara tutunsa da işler umdukları gibi gitmedi. Taraftarı olduğu West Ham’i satın almayı bir türlü başaramayan ve ikinci tercihinden buraya yerleşen Malezyalı iş adamı Tony Fernandes, Premier League pastasından pay almaya devam etmek için bir değişiklik yapması gerektiğini biliyordu ve Mark Hughes’u takımın başına getirdi.

Harcanan birkaç milyonun bile çok değerli olabildiği kümede kalma yarışında, Hughes bundan daha fazlasını elinde buldu. Kaleci Paddy Kenny ve sağ bek Luke Young dışında çok da güvenilir gözükmeyen savunma hattını, takımlarında gözden düşmüş Taye Taiwo (kiralık) ve eski öğrencisi Nedum Onuoha ile takviye etti. Bir başka eski dost Bobby Zamora için de hayli cömert davrandılar, bu transferin maliyeti -bonusların eklenmesiyle- 9 milyon poundu bulabilir. Lazio’da Miro Klose’nin gölgesinden sıyrılamayan Djibril Cisse, hiç yabancı olmadığı coğrafyaya golle geri dönse de takip eden maçta gördüğü kırmızı kartla bir çuval inciri berbat etti. Fakat sezona en büyük gol umudu olarak Jay Bothroyd ile giren takımın, Cisse-Zamora ortaklığıyla büyük bir yükseltgenme yaşadığı aşikar. Bunlara orta saha direncini katlayacak Samba Diakite’yi ve Warnock’ın gidişiyle moral kazanan Adel Taarabt ve Akos Buzsaky gibi isimleri de ekleyin.

Hughes bu nokta transferler sonrası takımı ligde tutacaktır. Ancak geçen yaz Aston Villa’dan aldığı teklifi yönetmekte çuvallayan, sonunda da “Doğru takımı beklemeye karar verdim” açıklaması yapan Hughes’un beyaz atlı prensi QPR olabilir mi, bunu zaman gösterecek. Doğrusu Fernandes’in West Ham sevgisinin, o suları yeniden kontrol etmesiyle sonuçlanacağını düşündüğümden bu projeye de çok uzun vadeli bakamıyorum. Zamanında Fergie’nin müstakbel halefi olarak gördüğüm ve çok da tuttuğum Hughes için biraz üzülüyorum da.

Swansea: Bu da aksine çok sevdiğim takımlardan biri. Biraz Galler, biraz da John Benjamin Toshack mirası. Bir de bir başka favori menajerim Roberto Martinez’in, herkes Premier League’de yer alacak ilk Galler takımının Cardiff olacağından eminken, Swansea’yi bu seviyeye getiren hareketin ilk adımlarını atmış olması.

Onun kaldığı yerden devam eden Brendan Rodgers, geçen sene “Championship’te Barcelona futbolu oynatıyor” gibi olumlu eleştiriler aldıktan sonra9 kendi Xavi-Iniesta ikilisini yaratmışa benziyor. Belki Gylfi Sigurdsson’u ancak sezon sonuna kadar takımda tutabilecekler ama Joe Allen ve Leon Britton ile bu takımın pas temelli futboluna can verecek bir orta saha üçlüsü yaratacaklarının sinyallerini çoktan verdi kendisi. Bir başka kiralık transfer de Chelsea’nin harika çocuğu Josh McEachran oldu, o da süreler alacaktır. Ligde kalma mücadelesinde birkaç milyonun bile çok değerli olduğunu söylemiştik. Bazıları görmezden gelse de, Wigan’ın geçen sezonki Tom Cleverley hamlesi mesela… Rodgers da bu iki minör hamleyle, en akıllı alışverişlerden birini yaptı.

Kaybedenler

Bolton: Ara transfer döneminden kadro kalitesi anlamında güç kaybederek ayrılan takım bulmak çok kolay değildir, ancak özellikle kümede kalma savaşında bazen hiçbir şey yapmayarak da kaybedebilirsiniz. Bolton’ın durumu da buna uygunluk gösteriyor gibi. Sezon sonunda oyuncuyu yok pahasına elden çıkarma tehlikesi söz konusuyken, Cahill’ı 7 milyon pound karşılığında Chelsea’ye göndermelerini eleştirmek haksızlık olur. Ancak bu satıştan gelen parayı harcarken Owen Coyle’un bazı şeyleri yanlış yaptığı ortada.

Cahill’ın yerini doldurmak için öncelikle Onuoha adresine yönelen Coyle, bu cephede QPR ile savaşabilecek donanıma sahip değildi. Kevin Davies’i yedek kulübesine çeken, Ivan Klasnic ve Tuncay Şanlı’dan verim almayı beceremeyen bir menajerin, Championship’in yükselen forvetlerinden olan ama bugünden çok geleceği kurtarabilecek Wilfried Zaha ile mesai harcaması da çok anlaşılır değildi. Nitekim onu kadroya katamayınca, son dakikada Marvin Sordell’e sarıldılar. Tottenham’a karşı izlediğim Sordell’de çok iyi bir kumaş gördüm, bana biraz Danny Welbeck’i hatırlattı ancak ilk günden katkı vermesi beklenemez. Tüm bunlar bir yana, savunmayı ileride kurmayı tercih eden ve bu riskli tercihi sahada Zat Knight varken yapan Coyle’un önceliği ileri uç olmamalıydı. O da modaya uyarak gözünü MLS’e çevirdi, fakat farklı olarak New York Red Bulls’un stoperi Ream’e uzun vadeli bir sözleşme uzattı. Amerikalı oyuncuların bu lige alışmaları çok fazla zaman almıyor ama bahsettiğimiz 24 yaşında ve MLS dışında futbol oynamamış bir stoper. Sakatlık tanrılarından da destek göremeyen Coyle, ateşle oynamaya devam ediyor. Kadrodan Mark Davies gibi birkaç sürpriz daha çıkarması gerekecek…

Tottenham: Onları buraya koymak biraz acımasız olacak belki, fakat ismi Kelepir ’Arry olup çıkmış bir menajerden bundan fazlasını bekleyebiliriz sanıyorum. Juventus’tan aldıkları Yago Falque uzun vadede bizi çok utandırabilir, ancak onu gelişimini tamamlaması adına ilk uçakla Southampton’a gönderdikleri için bu yazıda onun pek bir yeri yok.

Yaz transferinin son gününde Scott Parker’ı West Ham’den çalarak, takımı bir gecede birkaç seviye yukarı çeken bir adam Harry Redknapp. Yine böyle bir karambolde kiralık olarak aldığı Emmanuel Adebayor’un golleriyle, elemanın takımı Manchester City’ye şampiyonluk için diş gösterebilen biri. Fakat bu sene transfer penceresinin kapanışının, Redknapp için çok sıkıntılı bir döneme denk geldiğini de kabul etmeliyiz. Bir yandan 2006’dan beri devam eden rüşvet soruşturmasında karşılaştığı son suçlama nedeniyle hakim önüne çıkarken, bir yandan da Fabio Capello’nun istifasının ardından adı manşetleri süsledi. Bunca hengame içerisinde sihrini Everton’da bu sezon yalnızca 1 gol bulabilmiş Saha üzerinde konuşturmaya çalıştı. Çok sık sakatlık yaşayan savunma rotasyonunda, her zaman hazır bulunan ve genelde formanın hakkını veren Sebastien Bassong’u Wolves’a kiralamasının arkasındaki düşünüşü ise gerçekten merak ediyorum. Son gece transfer ettiği -Ağustos ayından beri futbol oynamayan- Ryan Nelsen’ın o boşluğu dolduracağını mı ümit ediyor gerçekten? Bitirme tezini son güne bırakan biri olarak bunu söylemem çok samimi olmayacaktır ama… Neyse hiç söylemeyeyim, bayağı samimiyetsiz olacak.

  1. Ocak penceresinde daha önceki rekorun sahibi 2009’da 15 milyon pound karşılığında Arsenal’a geçen Andrei Arshavin idi. Yukarıda değinilen altı transfer de bu rekorun üzerine çıktı. []
  2. Hem Türk futbolundaki malum süreç, hem de geçen yazın lokavt gündemi nedeniyle bu tip okumalar biraz sıkıcı gelmeye başladı. Ama isteyenler için 91 sayfalık resmi doküman burada. []
  3. http://www.dailymail.co.uk/sport/football/article-2065089/Arsene-Wenger-worried-UEFA-fair-play-rules.html []
  4. De Rossi’yi alamadıktan sonra basın önünde kadro derinliğinden yakınan ve şampiyonluğun tehlikeye girdiğinden bahseden Mancini’yi izlemek çok keyifliydi, bu açıdan FFP’ye minnettarım. []
  5. John Henry de Torres için kasalarına giren ‘pornografik’ rakamlar olmasaydı, Carroll için bir hamle yapmayacaklarından ve yeni sahipler olarak bu reaksiyonu göstermek zorunda hissettiklerinden bahsetmişti. []
  6. Bunun yanında Nemanja Vidic, Patrice Evra, Chris Smalling gibi isimlerle bu alandaki en başarılı menajer olması hayli ironik. []
  7. Abdullah Avcı için de benzer şeyleri düşünürken milli takımdan teklif aldı, Moyes’in bu kadar şanslı olması pek mümkün değil. []
  8. Everton tarihinin ikinci en uzun kupa orucu. []
  9. Bana Jean Tigana yönetimindeki Fulham’ı hatırlatıyorlar gerçi daha çok. []