Skip to content

Kupa Günlükleri #4

Brezilya'daki yolculuğun rotası, gerçek bir futbol mabedinden, Maracana'dan geçiyor bu sefer. 1950 kadar olmasa da, yine belli aksiliklerimiz mevcut ama.

“Rear Window”u izlediniz mi? Tüm film neredeyse tek odada geçer. Ayağı kırık ana karakter bütün gün penceresinden dürbünle karşı pencereleri izler ve diğer evlerde ne olup bittiğini anlamaya çalışır. Şu anda durumum buna benziyor. Rio’da bir otelin 11. katında, ayağım sarılı, diğer uzun binaların pencerelerinden içerisini izliyorum. Tek farkı benim dürbünüm yok. Yine de bir pencerede, karısıyla kavga eden, yarı çıplak adamın sırtının kıllı olduğunu görebiliyorum. Hemen yanda bir otel daha var, oradan bir pencereden de Almanya formalı bir kadın görünüyor. Bavulunun içinde bir şeyler arıyor. Telaşlı gözüküyor. Arada sadece ayakları gözüken birinin olduğu tarafa dönüp ellerini sinirli bir şekilde hareket ettirerek bir şeyler söylüyor. Bence bunlar da bir çift ve bir şeylerini kaybetmişler. Onlar da kavga ediyor. Diğer pencerelerde kanepelerinde yemek yiyerek TV izleyenler, yatağına uzanmış telefonlarıyla oynayanlar var. Bu evlerde kavga yok. Benim anladığım, teknolojiyi bırakıp diyalog kuranlar kavgaya başlıyorlar.

Neyse asıl konu bu değil. Rio’ya geleli 4 günü geçti. Rio havaalanından şehre giderken denizden tanıdık bir koku geliyordu. Şimdi nasıl bilmiyorum ama İzmir’e her gittiğimde bu koku olurdu. Evet, lağım kokusundan bahsediyorum. Koku dışında Rio’da tanıdık gözüken çok şey var. Yemek, hava, insanların ilgisi, taksicilerin kazıkları… İstanbul-İzmir arası bir yerde. Ama şehir bu ikisinden de güzel olabilir. Etraftaki adalar, tepelerdeki ormanlar ve kilometrelerce uzayan kumsal büyükşehirlerin bunaltıcı halini uzaklaştırmış. Ve tabii ki futbol ve Maracana farkı var.

copa2Copacabana, ya da gölgede, güneşte ve günbatımında futbol 

Fransa – Almanya maçını Maracana’da izledik. Metrodan indiğimiz yerden bizim tribünün girişine gitmek için stadyumun çevresini dolaşmak gerekiyordu. Bu sayede Maracana’yı tavaf edip hacı olmuş olduk. Maç öncesi stadyum içindeki ekranlardan 1950’deki faciayla başlayan bir Dünya Kupası tarihi gösterildi. Ben duygulandım ama herhalde çok izleyen olmadı, çoğunluk fotoğraf çekmekle meşguldü. Bir gün vaktim olursa Rio’da uyguladıkları “soylulaştırma” projeleri ve stadyuma etkisiyle ilgili uzun bir yazı yazmayı planlıyorum. Ama “Maracana bitmiş.” IKEA nasıl herkesin evini birbirine benzettiyse, FIFA da koyduğu standartlarla tüm statları sıradanlaştırmış gibi. Gibi diyorum çünkü buralarda lig maçı izleyip taraftarın yaratacağı ortamı görmeden kesin konuşmak hata olur.

maracana

Fazla söze gerek yok: Maracana

Oyun da sıradan. Önceki maçlarda Löw üzerinde de bir IKEA etkisi vardı. Forvetsiz çıktığı maçlarda 2006’da yaratılan zevk veren takımın yok oluşunu, Löw’ün kendi aklına ihanetini izledik. Kazanmaya giden her oyun güzeldir diyen olabilir, bence değil. 2006’daki şampiyon İtalya’dan çok Almanya’yı hatırlamam da bundandır. Bu maçta da Klose’yle başlasa da 1-0 sonrası Neuer’den başlayarak vakit öldürmek için yapılanlar tribünlerden çok tepki aldı. Brezilyalılar da oyuna ilgisini kaybedip tuttukları Rio takımları için tezahürat etmeye başladı. Bizim sağ tarafimızda anladığımız kadarıyla Flamengolu taraftarlar Santoslu birine tepki gösterince kavga çıktı. 2-3 kişi sert bir şekilde dışarı çıkarıldı. Daha sonra 20 kadar Kolombiyalı bayrak açıp bağırmaya başladı. Bu sefer de onlara bir tepki ve Brezilya lehine tezahürat başladı. Meksika dalgaları, tekrar Kolombiyalılarla atışmalar ve Benzema’nın son dakikalarda kaçan golü. Hepsi bu.

Diğer maçı Brezilyalı bir arkadaşın götürdüğü mekanda izledik. 20 tane Fransa – Almanya maçını bu maça değişmem. Her ne kadar Yazıhane’nin Kolombiya sevgisini ve hassasiyetini bilsem de bu maçta Brezilya 80 dakika daha iyi oynadı ve bence hak etti.

Burada abartı yok, son düdük çalar çalmaz TV sesi kısıldı, her yerde müzik sesi başladı ve popolar sallandı, hem de kızlı erkekli. Stadyumlardaki aşırı resmi güvenlik tedbirleri yüzünden benim için futbolun en büyük parçası maç sonu sevincini ancak sokaklarda görebildim. Brezilyalılar da bunu nasıl yapacaklarını çok iyi biliyorlar. Eğlenmek bu insanlara çok yakışıyor.

photo (6)

Arka pencere (Temsili değil)

Bu gece uzun sürdü. Penceresinden diğer pencereleri izlediğim otele gelmeden önce Brezilyalı bir arkadaşın ve ailesinin evinde kalıyorduk. Gece oraya döndük. Sabah kasığımdan ayağa kadar (malum beste gelmesin aklınıza) giden bir kırmızılık ve ayağımda büyük bir şişlikle uyandım. Evinde kaldığımız arkadaşın annesi duruma el koydu, iyi geleceğini düşündüğü meyve suları yaptı, bir tanıdıklarının taksisiyle hastaneye gönderdi. Dönüşte yemekler hazırladı, benim için dua bile etti! Türkiye’de misafirperverlik X’se bu ailenin ki 2X! Toplamda 4 gün bu evde krallar gibi ağırlandıktan sonra, o gün onlara daha fazla yük olmamak için otele geçtik. İşte bu satırları bu gıcık otelin penceresinden, diğer evlerin pencerelerini izleyerek yazıyorum sana günlük.

Not: Yeter artık beddua etmeyin!