Skip to content

Saygı

Bittiğini düşündüğünüz anda yeniden başlayan bir final, müthiş bir inatçılık, kontrolü ele geçirdiğinizi düşündüğünüz anda tekrar kaybetmeniz.

Rekabetlerin büyüklüğünü tanımlamak için en sık kullanılan parametre ortadaki nefretin büyüklüğüdür. Nefret ne kadar büyükse, rekabet de o kadar önemlidir çoğu zaman, Old Firm’den Tobacco Road’a kadar. Takımınıza olan bağlılığınız, ezeli rakibinize karşı olan nefretiniz üzerinden tanımlanır hatta. Rekabet kavramına farklılık getiren ve bu bakış açısıyla birlikte ortaya çıkan şeyin sürekli başka bir tavan yaptığı bir rekabette Panathinaikos ile Maccabi Tel Aviv, bize başka bir şeyin de mümkün olduğunu gösteriyorlar. Rekabetin tarihine eklenen her yeni sayfada, tarafların birbirine duyduğu saygı başka bir seviyeye geldi. Nefret temelli rekabetlerdeki gibi gerilimin etkisi altında diğerinin oyununu aşağı çeken değil, birbirlerine sundukları yeni heyecanlarla diğerini yukarı çeken bir rekabet bu.

Sahadaki oyunu unutulmaz yapan belki de en belirleyici unsur zıt anlayışların temsilcileri olmaları. İki zıt felsefenin, hele de iyi uygulayıcılarıysa, bir araya geldiğinde ortaya koyduğu şey zaten çok cezbedicidir de burada ondan çok daha fazlası var. Panathinaikos, bazen izlerken insana fenalık getirtecek kadar ağır oynayan Yunanistan milli takımını bile besleyen, onun temelini oluşturan organizasyon, dibine kadar kontrol basketbolu, elimizden hastası olduğumuz Saras keyfini alabilecek kadar kendi prensiplerine de bağlı üstelik. Maccabi ise tam zıt yönde, sabırsız, tempo hastası, risk manyağı. İkisi de diğerine karşı net bir üstünlük sağlayamıyor üstelik. Ne zaman biri öne çıkar gibi olsa, öbürü onu yakalıyor, olay başka bir noktaya taşınıyor. Birbirlerine karşı oynadıkları maçlarda aldıkları galibiyet sayıları bile eşit.

2000, Final-Four Selanik’te, Panathinaikos, önceki sezon istediğini alamayınca Obradovic’i getirmekle yetinmemiş, Rebraca’yı, Katash’ı da getirmiş. Ağır favori olarak başladıkları sezonda finale gelirken, orada bulunmaları pek beklenmeyen Maccabi’ye karşı hele de kendi ülkelerinde ağır favoridirler ama maç öyle gelişmez. İronik olansa onları kurtaranın Maccabi’nin öz evladı Oded Katash olmasıdır.

2001, Paris, sönük turnuva Suproleague’in finalinde ise hemen hemen aynı kadrolarla Maccabi rövanşı alır. Obradovic döneminde yoncaların Final-Four’da kaybettiği iki maçtan bir tanesidir bu. Diğeriyse…

2002, Bologna, Olympiacos’un tarihe geçen şok mağlubiyeti sonrası kendilerini plajdan toplanan Danimarka gibi Final-Four’da bulurlar.1 Kadrosu önceki sezona göre gerilemiş PAO, son maçında sezonun büyük favorilerinden TAU Ceramica’yı deplasmanda otuza bağlayarak gelen Maccabi önünde favori değildir bu sefer. Zeljko Obradovic’in kendi en büyük antrenörlük şaheserlerinden birini gerçekleştirdiği final öncesi, Blatt’ın takımını mağlup etmeyi başarır.

2005, Moskova, Euroleague tarihinin en büyük sürprizlerinden birine TAU Ceramica imza atmadan birkaç saat önce, belki ondan bile büyük bir başka sürprize çok yaklaşır PAO. Durdurulması mümkün görünmeyen efsane bir Maccabi takımına Obradovic’in henüz tecrübesiz takımı kan kusturmuştur. Derrick Sharp o gün sürpriz kurtarıcıyı oynamasa imkansız gibi görünen şey muhtemelen gerçeğe dönüşecektir.

2007’de kendi sahasında kupayı kaldıracak yoncaların sahip olduğu tarihin en fazla kadrolarından birine karşı, efsane takımı dağılmış Maccabi underdog koçluğunun en önemli temsilcilerinden Spahija ile zor anlar yaşatır. OAKA’da galibiyete beklenmedik derecede yaklaşırken,2 Tel Aviv’de de galibiyete uzanır.

Birbirlerine karşı favori sıfatının laftan ibaret olduğunu kanıtladı bu iki kulüp her şeyden önce. Avrupa basketbol tarihinin en keyifli, en özel karşılaşmalarını izlettiler 2000’ler boyunca. Zaman içinde birbirlerinin yoluna taş koymaları nedeniyle başlayan birbirinden hoşlanmama durumu kendini gitgide büyüyen bir saygıya bıraktı.

Obradovic’in Panathinaikos’u kazanılması gereken maçlarda kenardaki adamın cinlikleriyle rakibinin tekerine çomak sokup, iyice psikolojik üstünlüğü ele alan, istediği oyunu kırk dakika boyunca empoze eden, rakipleri istediği oyunu oynuyor zannederken dahi kontrolü elinde tutan ve bir şekilde istediği sonucu almayı bilen ekip oldu yıllarca. Onlara karşı hayatta kalabilmeniz için en az onlar kadar mental açıdan dirayetli, Obradovic saldırılarına karşı bile sarsılmayacak kadar üst düzeyde bir kendine güvene sahip olmanız gerekiyor. Bu da yetmiyor, hedef maçta execution kavramının kitabını yazan bir takıma karşı ayakta kalacak kadar komplike bir oyun düzeniniz, üstüne de hata marjınızı olabilecek en alt seviyeye çeken rakibinize karşı bu komplike düzeni de kusursuzca uygulamanız gerekiyor, üstelik bunları sadece 39 dakika yapmanız muhtemelen yeterli olmayacakken. Pini Gershon’un Maccabi’si işte bunları yapabilecek kadar özeldi.

Bazı zıtlıklar öylesine keskin olmasına rağmen, net bir şekilde birinden yana tavır alıp, diğerinden nefret etmeniz kolay değil zira ikisi de çok özel. Birinin koçu sahadaki her unsuru kontrolü altında tutmak isteyen, rolleri kalın çizgilerle belirleyen, tipik old-school özelliklerini taşıyan bir adamken diğer ekolün sembol koçu Final-Four’da yerde uzanarak röportaj verebilecek kadar rahat, genişliğin son noktasında bir kült figür. Panathinaikos’taki ilk döneminde hangisi daha iyi sorusuna politik bir cevap vermeye çalışırken, bir anda vazgeçip sadede gelen, “o kadar farklılar ki” diyen Saras’ın o anda değişen yüz ifadesidir belki de bunu en güzel anlatan.

Birinin yıldızları Bodiroga ve Diamantidis gibi spektaküler olmaktan çok uzak ama sistem içinde verimli, oyun zekaları ve basit ama kusursuz fundamental’ları ile kilidi açan adamlarken, diğerinin sembol isimleri Jasikevicius ve Parker zerafet dolu basketbolun simgeleri. Biri sahada oyun içi karar verme yetisiyle rakibini aldatamayacak kadar düşük bir tempoda oynadığını düşündüğünüzde bile istediğini yapacak kadar hayatı kolay gösterirken, diğeri son viteste bile en komplike şeyleri yaparak sizi büyüleyen taraftır. Thanasis Giannakopoulos, kazanmak için terör estirmekten çekinmezken, Shimon Mizrahi bench arkasında, kendi halinde heyecandan tırnaklarını yiyecek gibidir her an. OAKA, kazanmak için rakibi sindirmek, hakemi etki altına almak için sahadaki profesyonel çirkeflikle kusursuz bir uyum içinde bir cehennemken, Yad Eliyahu, kendi takımını başka bir seviyeye taşıyan, rakibin de oynamaktan zevk aldığı bir mabettir. Renkleri de düşününce 80’lerden bir ikiliyi andırmadığını iddia etmek mümkün mü?

An itibariyle, Panathinaikos ne kadar son şampiyon olsa da kadrosu sürekli erozyona uğrayan, vasat takımlara karşı bile çok zorlanabilen, Maccabi ise son finalist olmasına karşın en son Oded Katash’ın koçluğunda gördüğüm kadar dağınık ve kötü görünen bir takım olarak eşleşti birbirleriyle. Daha önce çokça tanık olduğumuz yüksek basketbol kalitesini yansıtamayacak durumda olmaları bize epik bir seri sunmalarına engel olmadı. Finişe kadar biri diğerini yalnız bırakmadı, biri öne çıkar çıkmaz karşısında başka bir hamle buldu, her geçen anda birbirlerini biraz daha büyüttüler, basketbol geleneklerini büyüklüğünü bir adım daha öteye taşıdılar.

David Blatt, ilk maçtan sonra oyuncularına medyaya konuşmaya yasaklıyor, OAKA’daki antrenmanı iptal ettirip,3 hızlı uyandırma servisi kapsamında gereken fırça seanslarının ardından, işin şefkat kısmını da eksik etmiyor. Ederinin ne olduğu muhtemelen Maccabi’den ayrılınca çok daha iyi anlaşılacak, üst seviye için vasat bir grup, oynadığı formadan aldığı güçle ortaya karakter koyuyor. Panathinaikos biraz gevşemiş belki ama şutlar gayet yüzdeli bir şekilde giriyor, öyle kötü gününde yakalanma durumu söz konusu değil. Yeri geldiğinde vidaları sıkıp, kontrolü ele alıyorlar hatta. Ama yıllardır kontrolü PAO’nun elinden alma yetisine sahip tek takım gene kendini gösteriyor.

Euroleague tarihindeki yedi yılın savunmacısı ödülünün altısını toplamış Diamantidis’in bir kez daha bu kadar çok bire birde geçilmesi üzerine kurulu bir taktiğin tutması pek olası gözükmüyor olabilir ama kağıt üstünde daha iyi görünen, sahada ortaya koyduğu oyun da daha iyi olan Panathinaikos’a karşı bunu yine yapabiliyor Maccabi. Rakibinin kusursuz spacing uygulamalarını, Batiste’in pas açısını sınırlayacak bir yerde top almasına izin verip, ikili sıkıştırmayla da topu sadece savunmanın istediği yere ve istediği şekilde atmasına izin vererek bozuyor ve raydan çıkarıyor Tel Aviv’e yüksek konsantrasyonla gelmiş rakibini. Muazzam bir detay yakalayıp, onu da müthiş uygulatıyor Blatt.

Satranç olayı iki takımın da yıllarca sahip olduğu kadrolara göre çok daha fazla defekt içermesiyle daha da ileri bir noktaya taşınıyor, her hamle daha komplike bir hale geliyor. Facia bir ilk yarı sonrası tekrar dizginleri eline alan yoncaları bekleyen acı bir sürpriz var. Florida’daki önemli özelliklerinden biri şutu olarak kabul edilen oyun kurucuları Rubio’laşıyor.4 Obradovic, buna rağmen Jasikevicius’u bu şartlarda dahi oyuna sokamıyor zira Diamantidis’in bile sıkıntı yaşadığı penetrelere karşı en ideal isim olmadığı aşikar, üstelik her an acayip bir işe girişip, tekrar Maccabi’yi havaya sokacak top kaybını yapabilir.

Yogev Ohayon, ancak Maccabi gibi çok özel bir hücum ekolünde bu kadar iyi optimize edilebilirdi herhalde. Yapabildiği basit ve faydalı birçok şeyi devreye sokacak fırsatı bulması tamam da kırk yıldır bu seviyede oynuyormuş gibi akıllı oynaması, elinin bir an olsun titrememesi, korkusuzca rakibinin üstüne gidip, beklenmedik hatalara zorlayışı, üçüncü maç sonrası mentörü Theo ile arka kapıdan çıkarak, basın ilgisinden kaçacak kadar ülkenin kahramanı olmak… İnanılmaz. Onun her seferinde beklentileri aşması, karşı tarafın da planlarını bozdu zira Diamantidis takımın genel savunma organizasyonunu yaparken kendisi çok aktif değil artık. Onun adamı üzerinden dengeleri bozmak, yapması söylemesi kadar kolay olmayan bir iş, biraz fazla deli cesareti hatta ama iş yaptı. Ohayon’un dördüncü maçın sonunda niye kenarda olduğu tartışma konusu ama seri boyunca pek az kullandığı Mallet, maçı kazanma stratejisini uygulayabilmek için ihtiyacı olan dış şutu kullanmak için oradaydı. İlkini soktu, diğerlerini sokamadı ama önemli olan istenilen pozisyonun bulunmuş olması, bir tane daha atsa işi bitirecekti belki Maccabi, o da şu anda Belçika’ya geldiği uçakla geri dönen adam değil, Tel-Aviv’in kralı olacaktı belki de. Aynı ikinci maçın sonunda Papaloukas’ı oyundan çıkarıp, fazla tahmin edilebilir görünen isolation’lar üzerinden oynaması gibi ilk bakışta tuhaf görünen bir tercih. Ama bir bildiği vardır diyor insan en nihayetinde. Kimileri tuttu, kimileri tutmadı ama hepsinde mutlaka kendince bir mantık vardır. Üçüncü maçtan sonra Yad Eliyahu’dan herkes çıkarken Blatt hala video odasında, fikirlerine karşı çıkmanın zor olmasının bir sebebi var.

Blatt’ın bir hafta önce yaptığını bu sefer Obradovic yapıyor, medyadan uzak tutuyor takımı 48 saat boyunca. Sonuca bakınca bu uygulamanın deney aşamasını geçip bilimsel bir teoriye doğru gittiğini bile söylemek mümkün. Panathinaikos, önceki maçın ikinci yarısında sürekli içeriden oynama konusunda biraz esnek olsa maçı almaya daha yakın olabilirdi ama bu onları maçı kazanma noktasına getiren faktörün prensiplerine sıkı sıkıya bağlı olmaları gerçeğini değiştirmiyor. Nitekim, seriyi OAKA’ya döndürürken de farklı bir şey yapmadılar, sadece prensiplerine bağlı kaldılar. O prensip, onların maçı kazanması için ne gerekiyorsa odur. Bir gün Diamantidis’in alçak post oyunu da olabilir, ertesi gün Kaimakoglou’nun dış şutları da. Önemli olan oyun planına bağlılıktır.

Yad Eliyahu’ya geri dönerken bu kadar sert bir tepki beklemiyordu muhtemelen Saras. Maçtan önce beklenen sevgi gösterisi vardı da maç içinde ama zamanında kendini en çok PAO’lu hissettiğini söylemesini unutmamıştı muhtemelen tribünler. Ondan nefret edecek halleri yoktu elbette ama gücenmişlerdi biraz, aşırı doz sevginin sonucu bir noktada. Bir türlü girememişti maça o gece ama 48 saat sonrası başka bir hikayeydi. İki sezon önce onu istemediğini söyleyen Zeljko’nun ona sarılış anı unutulmayacaklar listesinde yerini çoktan aldı bile.

Mike Batiste, OAKA’da 30.000 taraftar istiyor son maçta. İstemekte haklı zira üçüncü maçtan sonra Obradovic ve Itoudis’le beraber video izliyor sabah 4’e kadar. Sevilesi bir karakter değil, Ozbolt’a ne yaptığını da kimse unutmuş değil ama işinde çok çok iyi, daha da önemlisi PAO’nun kimliğine Diamantidis’ten bile daha uygun.

Diamantidis’in adamının bile yapacağı penetrelerden ekmek yemek kulağa mantıklı bir plan gibi gelmiyor daha önce dediğim gibi ama bunu yapabilmek için doğru şartları hazırlarsanız o zaman her şey mümkün. Eğer, Langford’a topu doğru yerde, doğru zamanda ulaştırabilirseniz o da size istediğinizi verebilir. Penetre edecek kısaya gerekli alanı sağlamak için Blu’nun şutunun bir numaralı çözüm olduğunu Obradovic de biliyor. O yüzden de usta satranç oyuncuları gibi birkaç hamle sonrasını düşünmek lazım. Blatt, gerekeni yapıyor, Blu sıralı perdelemelerden çıkarken, diğer oyuncuların topsuz oyunu PAO’nun IQ’sunu bile zorluyor. Ama en kilit nokta hazırlanan pozisyona çıkmadan önce Blu’nun kullandığı son perdenin Sofo’dan gelmesi. Blu’yu kovalarken o kadar perdeden çıkarken imanı gevremiş Smith, Sofo’nun etrafından dolaşırken Blu topu planlanan yerde, planlanan şekilde almış durumda.

Hava atışından önce oyuncular son kez kenara geldiğinde Jasikevicius hala topla oynuyor, bir an önce sahaya girmek için yanıp tutuştuğu aşikar. Kariyerinin son yıllarını hatırlayınca bunun Alpay Özalan tipi bir tahribata da yol açma ihtimali hiç de az değil ama Gate 13 sonucun aksi yönde olmasından oldukça mutlu. Maçın yıldızının rakamlara ve maç sonuna bakınca Diamantidis olduğunu düşünebilirsiniz ama bence Saras’tı. Pini Gershon’un üçüncü maç sonrası Obradovic’e yaptığı eleştiriyi haklı çıkarırcasına en kritik iki maçta çok büyük oynadı. Bu arada, son düdükle birlikte galibiyeti kutlamak yerine Papaloukas’ı sahaya giren ve ona musallat olması muhtemel taraftarlardan korumakla meşgul. “Derrick Sharp gibi 45 yaşıma kadar oynamak istiyorum” derken yaptığı şaka gerçek olsun lütfen.

Diamantidis’in büyüklüğünü anlatmanın kolay yolu rakamlar, hatta maç kazandıran kritik hareketleri. Daha az kolay olanı, işler ne kadar ters giderse gitsin kendine bir yol bulma becerisi. Tel-Aviv’de takımının bu kadar sıkıntı çekmesinin sebebi onun ne savunmayı organize etmesine izin verilmesi, daha da önemlisi hücumu istediği gibi yönlendirmesine engel olunması. PAO için ideal maçı ölçmenin en temel parametresi Diamantidis’in asist hanesindeki sayının çift hanelere yaklaşmasıdır. O sayı sıfıra doğru gittikçe, bir şeylerin ters gidiyor olma ihtimali hiç de az değildir. Maccabi, OAKA’da da Diamantidis’in takımla olan bağını kesme konusunda fena iş yapmadı aslında. Bu sefer de bolca faul aldı, takımına bazen zarar verme ihtimali dahi olan haddinden fazla topu paylaşan yanını geri çekti, fırsatı bulduğunda kendi attı. Faullerin kaçtığı yerde faulleri atan da oydu, Burstein’a o hatayı yaptıran da.

Bittiğini düşündüğünüz anda yeniden başlayan bir final, müthiş bir inatçılık, kontrolü ele geçirdiğinizi düşündüğünüz anda tekrar kaybetmeniz. Son maç, son anına kadar bu rekabet nasıl ilerlemişse, seri nasıl ilerlemişse öyle devam etti. Bu seride o kadar çok hikaye, o kadar çok özel detay var ki yazmakla bitmesi mümkün değil. Bir tarafta Itoudis’in Maccabi’yle oynamaktan aldıkları keyfi başka hiçbir rakibe karşı alamadıklarını belirtmesi, Obradovic’in Yad Eliyahu’ya övgüler yağdırması,5 diğer tarafta maç çıkışında Saras’ı hala yuhalarken, Obradovic gibi sempatik olmaktan uzak bir adama tezahürat yapan onlarca Maccabi taraftarı, Doron Jamchy gibi bir Maccabi efsanesinin, başka bir yerde oynamak isteseydim bu sadece PAO olurdu demesi… Birbirlerine olan saygı başka bir seviyede. O saygı öylesine büyük ki nefret ettikleri rakiplerine kaybetmekten nefret ettikleri için değil bu rekabetin her ayağını kazanmanın değerini bildikleri için kazanmak istiyorlar. Zaten İsrail’in en kutsal varlıklarından Maccabi Tel Aviv’in üzerindeki kazanma baskısı Final-Four seviyesinin bile ötesindeydi belki de tüm ülkenin gözü onların üzerinde, ülkenin bütün ünlülerini Yad Eliyahu’ya toplayacak kadar. OAKA’daki son maç atmosferi ise Panathinaikos’un zafer dolu günlerine geri dönüşün sembolü olan 2005 Efes serisi son maçındaki gibiydi Tsartsaris’e göre, Avrupa şampiyonluğu daha değerli olabilir ama bu seriyi kazanmak onun veremeyeceği bambaşka bir şey. Kafasına göre takılan Bertomeu ve tebaası, kafasına göre takılıp, şu seriyi uzatıp, ULEB tarihinin en işlevsel kararını alsaydı keşke.

  1. Top 16 grubundaki diğer iki takım AEK –Evet, üç İspanyol’dan önce birbirlerine olan mesafelerinin toplamı üç haneli km değerine bile ulaşmayan üç Yunan vardı- ve Union Olimpija’dır. Beşinci maçlardan önce ikili averaj üstünlüğü olan Pirelilerin grup sonuncusu Olimpija’ya kaybetmelerini kimse beklemiyordur. Olympiacos’un televizyon kanalı, Final-Four yayın haklarını bile almıştır hatta. []
  2. http://www.youtube.com/watch?v=6kJpsmfrJj4 []
  3. Aynı taktiği geçtiğimiz yıl 48 sayıdan sonra Pianigiani de uygulamıştı. []
  4. Yine de Obradovic’in eline gelen oyuncuyu yontma özelliğine taktisyenliği kadar hayran olmamak mümkün mü? Geldiğindeki haliyle şu anki halini kıyaslayınca etkilenmemek elde değil. []
  5. Gereksiz şahsiyet Carl Jungebrand’ın Maccabi taraftarını sahaya kağıt uçaklar attığı için raporunda şikayet etmesi sözün bittiği nokta. []