Skip to content

Andy Roddick’in Çok Yanlış Anladığı Kariyeri

Asla potansiyeline ulaşamayan ama bunu pek de fazla sorun etmeyen bir tenis starı...

Son aylarda içinde Andy Roddick geçen kaç tenis haberi okudunuz? 0 mı? O zaman ortalama bir tenis takipçisisiniz. 1 mi? O zaman sıkı bir tenis manyağısınız. 2 mi? Tebrikler, o zaman Andy Roddick hayranısınız.

Kilit ibare, “tenis haberi”. Yani Andy’nin bir yerlerde maç yaptığı, birilerini yendiği, bunun da gazeteciler tarafından yazıya döküldüğü ahval ve şeraitten bahsediyorum. Yoksa mevzubahis Andy ise, her zaman şu tip haberler okumanız mümkün:

–  Andy Roddick’in Rafael Nadal taklidi (Çok komik video)
–  Andy Roddick’in Maria Sharapova taklidi (Daha komik video)
–  Andy Roddick dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir hakemla kavga etti. (En komiği bu)
– Andy Roddick ne zaman emekli olacağını soran gazeteciye çıkıştı. (Bu biraz sert)
–  Andy Roddick, saçını mohawk yaptı. (Çok yakışmıştı, aslında saçının da olmadığını düşünürsek…)

Ve en son:

–  Brooklyn Decker, Andy Roddick’in iki yıl içinde tenisi bırakacağını açıkladı.

Gördünüz değil mi? İçinde bir tenis terimi var mı? Backhand var mı? Antrenman var mı? Servis vole var mı? “Marsel ilk turda elendi” var mı? Bunlara “Evet” diyene Cahit Yavuz’un”Açılı Vuruşlar” isimli kitabını hediye edeceğim.

Hayatta Yaptığı En İstikrarlı Şey Tişört Çekiştirmek Olan Bir Adama Saygı Duruşu
Bir insan Andy Roddick’i niye sever? Bu soruyla başlayalım, sahi bir insan neden Andy Roddick’i sever?

2000’ler tenisi, taraf olmayı sevenler için mantıklı tercihler vaat ediyor. Michael Jordan, Lance Armstrong, Michael Schumacher gibi kazanan, bunu da bir stille yapan anıtsal sporcuları seven bir insansanız Roger Federer’i desteklersiniz. Aşkını göstermek için “Rafa” diyen bağıran kızlardan ya da aşkını gizlemek için “Vamos” diye bağıran erkeklerdenseniz Rafael Nadal’ı desteklersiniz. Final zamanı gelip çattığında kontrolü kaybeden bir Britanyalı’yı tutanlardansanız, Andy Murray’i desteklersiniz. Adınız Onur Akmeriç ise Novak Djokovic’i desteklersiniz.

Peki ya Andy Roddick? Bunu en iyi anlatacak pasaj ne tenisi takip eden ne de Roddick’i seven birinden, Noel Gallagher’dan geliyor. Korkmayın, Wonderwall’dan alıntı yapmayacağım. Sıkı bir Manchester City taraftarı olan Noel’in Mario Balotelli’yle tanışması üzerine yazdığı yazı, Roddick taraftarlığımı en iyi anlatan şey:

“Balotelli’nin bir anda bir evsize 1000 pound verdiğine inanmak istiyoruz, çünkü bu çok cool. Michael Owen ya da Ashley Cole gibi, dünyaya bir şey borçlu olduklarını düşünen insanlara ihtiyacımız yok. Genç bir futbolcunun evini ateşe vermesini, benzinciye gidip ortalığı karıştırmasını istiyoruz. Bunu yapmak zorunda oldukları için değil, genç oldukları ve genç insanlar gibi davranmaları gerektiği için…”

İyi haber, Andy Roddick asla Balottelli kadar acımasız olmadı. Asla rakiplerine pislik yapmadı. Genç oldu, genç gibi davrandı, duygularını dizginlemek yerine tümüyle dışa yansıttı. İnişler-çıkışlar yaşadı, yetmedi bir daha aynılarından yaşadı, hakemlere dalaştı, kortta kavga etmedik kimse bırakmadı ve maç bittiği andan itibaren, belki bir de basın toplantısında ortalığı ateşe verdikten sonra, dünyanın en kibar insanı oldu. Kendi ağzından dinleyelim:

“Maç sırasında hiç kimseyi sevmem. James Blake ve Mardy Fish benim en yakın arkadaşlarım ama onlarla da kavga ettim. Roger Federer’in böyle şeylerle başa çıkabilmesine hayranım ama benlik işler değil.”

Roddick kelimenin o anlamıyla hiçbir zaman “profesyonel” olmadı. Herkese çattı, kimseyi takmadı. Yuhalandı ya da çok sevildi. Fakat bu  bir sonraki hareketini kılı kırk yararak hesap etmesine neden olmadı. Belki de onu jenerasyonunun öteki büyük tenisçilerinden ayıran, ötekilerin kazandığı çok sayıda kupa değil, budur.

Her Şeyin Yeniden Başlayabileceği ama Başlayamadığı ve Daha Kötüsü Bittiği O An
İçinde “baskı” kelimesi geçen en iyi metni Malcolm Gladwell yazdı. 1993 Wimbledon Finali’nden yola çıkarak Andy Roddick’in Roger Federer’e kaybettiği 2009’u anlatması için ona başvuruyorum:

“1993 Wimbledon Finali’nde Jana Novotna’nın kendini yenilmez hissettiği bir an vardı. İkinci sette 4-1 öndeydi, servis oyununda 40-30’u yakalamıştı. Oyunu kazanmaktan bir, şampiyonluktan beş puan uzaklıktaydı. Kortta her şey tamamdı. Kraliyet ailesi yerini almıştı. Novotna beyazlar içinde dengeli ve güvendeydi. Ve sonra bir şey oldu. İlk servisini fileye nişanladı. Durdu ve kendini ikinci servis için hazırladı. Bu defa daha kötüydü. Çift hata. Sonraki oyunda, Graf’ın yüksek vuruşuna reaksiyon veremedi. 5-1 yerine 4-2 olmuştu. Graf’ın servisi, kolay bir oyundu, 4-3. Novotna topa istediği gibi vuramıyordu artık. Kafası düşmüştü. Hareketleri yavaşlaşmıştı. Bir çift hata daha yaptı, bir tane daha, bir tane daha. 4-4 oldu. Bir anda, aslında zafere ne kadar yaklaştığını düşünmüş müydü? Peki daha önce hiç büyük turnuva kazanamadığını? Bir anda karşıya baktı ve Steffi Graf’a -Steffi Graf!- kendi jenerasyonunun en büyük oyuncusuna karşı oynadığını mı gördü?…”

Her şey böyle devam etti ve Novotna o finali kaybetti. Seremoni sırasında kendisini teselli etmek isteyen Düşes’in omzunda dakikalarca ağladı. Ve kazandığı kupalar dışında, en büyük başarılarından biri bu örnekten yola çıkıp baskı altında ezilen insanları yazan Gladwell’e “Art of Failure” makalesi için ilham vermesi oldu.

Çok üzücü değil mi? Şimdi metindeki Graf’ı Federer ile değiştirin. 93’te Graf’ın kazanmasını nasıl pek kimse istemediyse, 2009’da da Federer’in kazanmasını istemedi. 93’te nasıl herkes Novotna’nın kazanmasını istediyse 2009’da Roddick’i istedi.

İlk seti alan Roddick, ikincide avantajı ele geçirmişti. Tie-break’te 6-2 öndeydi. Dört set puanı. Rahatlama. “Sonunda galiba Federer’i yeneceğim” hissiyatı. Federer’den nefis file önü oyunu,  6-3 oluyor. Bir puan daha, 6-4. 6-5. Andy Roddick servis kullanıyor. Federer’den yumuşak bir return. File önüne gelen Roddick, Federer’in sağına doğru bir forehand paralel vuruyor. Zor yetişen Federer’in lob’u tam Roddick’in sevdiği türden. Kortun boş tarafına doğru, her zaman yaptığını yapacak. Backhand vole deniyor, ikinci set gelecek gibi. Fakat o da ne? Top dışarıda, tie-break’te 6-6 eşitlik var. Her şey yeniden başlıyor, Roger Federer geri dönüyor.

İlk kez yenilmemişti Federer’e Roddick, yani gayet kabul edilebilir. Terlemeyi bile başaramadığı 2005 Wimbledon, 2006 Amerika Açık finalllerinde modern tenisin en dominant örneklerinden bazılarını sergileyen İsviçreli karşısında ara sıra topa dokunabilmişti. 2004 Wimbledon finalinde bir set alabilmişti, ki bu da gayet önemli bir başarı. Fakat 2009 başkaydı.

Bunu Normal Karşılamasan da Olurdu
O epik finalden, zorlu maçtan sonra bir röportaj vermişti Roddick. İşini nasıl sevdiğinden, aslında bunu gerçek bir iş olarak bile görmediğinden, hayatının nasıl keyifli olduğundan bahsediyordu.

Soru: Yani en kötü gününün bile başkalarının en iyi gününden daha iyi olduğunu söylüyorsun?
Cevap: Wimbledon’dan sonra insanlardan üzüntü belirten birçok mesaj aldım. Bana sürekli “İyi misin?” diye soruyorlardı. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu biraz kalp kırıcı bir yenilgiydi. Ama her şeyi yerli yerine oturtmak lâzım. Tarihin en iyi Wimbledon finallerinden birini oynadım. Alkışlandım. Bu anılar sonsuza kadar benimle birlikte yaşayacak. Geriye dönüp baktığımda kötü anılardan ziyade bolca güzel şey göreceğim. Kendim için asla üzülmeyeceğim.

Daha aşağılarda başka bir başka soruda Roger Federer’in Avustralya Açık’ı kaybettikten sonra ağlamasına “Yapma Roger, zaten 13 kere kazandın. Bırak Rafa da alsın” tepkisi verdiğini anlatmıştı.

Bu açıklamalar kafamda oluşturduğum Andy Roddick portresine tam oturuyor. Çok sevsem de “Niye?” diye kızmaktan başka çare bulamıyorum. Niye bu kadar olgun karşılıyorsun? Niye sen Wimbledon’ı kaybettikten sonra ağlamadın? Neden 1 hafta sonra verdiğin röportajda hayatının güzelliklerinden bahsediyorsun?

Yetenek, kolay bulunur şey değil. Bunu bulanların harcamamasını istiyoruz, sadece. Sadece Andy Roddick değil, LeBron James ve Andy Schleck de aynısını yaşıyor. Yenilmeleri değil bunun sebebi, yenilmeyi önemsememeleri.

Evet, hayatta her şey kazanmaktan geçmez. Ama bazen de kazanmaktan geçer. Böyle yetenekliysen bir yerde Gladyatör olmalısın. Kan, ter, gözyaşı dökmelisin. Roddick’i, LeBron’u ya da Schleck’i bunları yapmadığı yönünde eleştirmiyorum. Yaptılar ama daha fazlasını yapabilirlerdi, hala da yapabilirler. Daha fazla önemseyebilirler, daha fazla kahrolabilir hatta ağlayabilirler. Teselli edecek bir omuz her zaman bulunur. Düşes olmaz, Ahmet olur.

Bardak Dolu mu Boş mu?
Bir tenis izleyicisi 10 yıl sonra dönüp baktığında Andy Roddick’in kariyerini soru işaretleriyle hatırlayacak. Daha iyi olabilir miydi? Federer’e daha çok kafa tutabilir miydi? Bir Grand Slam’den daha fazlasını alabilir miydi? US Open’ı erken kazanması sonrasında  gelen medya ilgisi ona zarar mı verdi?

Farazi konuşmalar, farazi muhabbetler… Andy Roddick kariyerini bir Grand Slam şampiyonluğu, onlarca kupa ve “Asla potansiyeline ulaşamayan ama bunu pek de fazla sorun etmeyen bir tenis starı” olarak tamamlayacak. Austin’de, kendi sözleriyle “Hem Kanye West hem de Modest Mouse dinleyebildiği yerde” Brooklyn Deckler’le hayatını sürdürecek.

Ve bundan sonra hiçbir şey değişmeyecek. Öncesinde de değişememişti zaten. Andy hep Andy oldu. Bundan sonra da olacak. Yetenekleri ile idare etmeye, hayattan keyif almaya devam edecek, bunu da bize çeşitli eğlenceli yolla gösterecek. Arada, yaşlılığına doğru, tenis maçlarında tribünde şapkasıyla maç izlerken göreceğiz.

Bir insan olarak onu her zaman anlayacağım. Bir hayranı olarak onu hiçbir zaman affetmeyeceğim. Çünkü doğru yerde ağlamadı.