Skip to content

Weirdo Trio

Denize girerken başlarda üşümek, dalınca alışmak, sonra da çıkmayı hiç istememek gibi Tiger Lillies...

Arif’in Manchester’a attığı golü aradığım günlerdendi yine. Arkadaşın söylediği bir vidyoyu izlemek için Youtube’a girdiğim, daha girerken neyi izlemek için girdiğimi unuttuğum, yaklaşık bir saat boyunca sitenin sağ yanında çıkan öneri vidyolara tıklayarak saçma sapan noktalara geldiğim bir gün.

Bully Boys – Tiger Lillies diye bir şey görüp, ona da tıkladıktan sonra “o nasıl ses lan?” deyip kapattığımı hatırlıyorum. Acayip makyajlı, ucube bir adamdan çıkan falsetto, ipince bir ses, tuhaf sözlü bir şarkı ve acayip enstrümanlar… Tiger Lillies ile tanışmam böyleydi, biraz garip. Gerçi nasıl normal bir tanışma olacaksa bu adamlarla.

1989 yılında, Londra’da toparlanan bir grup olan Tiger Lillies, Adrian Huge, Adrian Stout ve asıloğlan Martyn Jacques’tan oluşan bir “weirdo trio”. Grubun yaratıcısı Jacques, Londra’nın güneyinde “80’ler gece hayatı ve seks-eğlence merkezi” olarak bilinen izbe bir bölgesindeki bir kerhanenin üst katında tam yedi yıl boyunca yaşayan, geceleri yatağına yattığında orgazm inlemeleri ve yatak gıcırtılarından dolayı sabaha kadar uyuyamayan, evde geçirdiği her andan nefret eden, ancak farklı bir şeyler denemek için hayatın ucube yönlerinin içinde yaşamak isyeyen bir müzisyen olduğu için oraya mecbur olan bir adam. İlk 3-4 yıl Soho’daki evinden de, komşularından da nefret ederken, sonrasında onların kendisini beslediğini, sanatına yardım ettiğini görür. “Komşu kızları”nın inlemelerini taklit ederek ulaştığı sesi, uyuyamadığı için duymak zorunda kaldığı seks konuşmalarından doğan besteler ve yatak gıcırtısıyla başlayıp, insan sesleriyle birleşerek senfoniye dönüşen şarkılar yaratmaya başlar kafasında. Tabii kimileri de Martyn Jacques’ın kafasında zaten bu tip bir grup ve müzik tarzı yaratmak düşüncesinin hep olduğunu, sadece kendine has ve bu düşüncenin gelişmesine yardım edecek tuhaflıkta bir yer aradığı için o kerhanenin üzerine taşındı der. Yine “kimilerine” göre, kendi halinde bir kulüpte çalan Tiger Lillies’i dinleyen ve onları çok beğenip iş teklif eden menajerleri “senin hikayeni böyle anlatalım, daha çok ilgi çeker” der Jacques’a ve bilerek oraya taşındı hikayesi böyle başlar.

Martin Jacques’la tanışmadan önce blues, caz gibi daha “sakin” dallarla uğraşan Adrian Stout’ın içinde de hep bir manyak yan vardır. “Kendimi ucuz bir fahişe gibi boyayarak şarkı söylemeye nasıl başladım, inanın bilmiyorum” der Stout. Caz döneminden kalma kontrbas yeteneğinin yanında testere ve yüzyılın en manyak çalgısı theremin’e de hakim olduğundan, grup için biçilmiş kaftan bir adamdır. Adrian Huge ise daha ilginç bir hayata sahiptir. “Baterinin James Joyce’u” diye tanımlanan Huge, kasaplık, tamircilik, turtacılık vb… alakasız işlerde çalıştıktan sonra Dover’da kurduğu komedi dans üçlüsünden sıkıldığı dönemlerde tanır Martyn’i. Grubu keşfetmemek çok zordur zaten artık.

Yaptıkları müzikle ilgili bir tanım yapmak mümkün mü, inanın bilmiyorum. Acayip bir sesle, testere, theremin, akordeon kombinasyonuyla, çüküne ballad okuyan, “bacaklarını aç” diye 2.30 dakika bağıran, bol belaltı, bol küfür içerikli sözler söyleyen bir grup. Groteskten tutun, avantgarde’a kadar birçok şey söyleyenler var ne yaptıklarını anlatmak adına ama, sanıyorum hiçbiri gerçekten tanımlamıyor onları.

“İnsanlar bazen söylediklerimi ciddiye alıp bana bozuluyorlar. Çok saçmalıyormuşum… Ben onları eğlendirmeye çalışıyorum, önemli olan bu değil mi?” der Jacques. Gitmedim ama İstanbul’daki ilk konserlerinde “ne diyor lan bu?” kafası oluşmuş diye okumuştum insanlar arasında ve bir süre sonra neredeyse kimse onlarla ilgilenmeyip kendi halinde takılmaya başlamış. Aslında ilk kez konser verdikleri her yerde bu başına gelmiş aşağı yukarı… Malum, konserlerin büyük bölümüne “aaa böyle bir grup gelmiş, eksik kalmayalım” diye giden bir kitle var gerçek dinleyicilerin yanında. Her türlü acayip sözün ve sesin içinde, konserlerinde yaptıkları farklı şovlar, “freakshow” temalı sahne olayları, abartılı ve korkutucu mimikler ve makyajlarla birlikte, Tiger Lillies herkesin alışabileceği bir grup değil aslında.

32 albüm, her sene upuzun turneler, gidilen onlarca ülke… Dünyanın her yerine ulaşan pislik senfonisi. “Bunu nasıl dinliyorsun sen yahu, gürültü bu” diyen arkadaşlarınızın içten içe sevip birkaç hafta sonra diskografisini indirdiği, telefon melodisi yaptığı ve youtube’dan konser vidyolarını izlemeye başladığı bir grup. Mükemmel bir acayiplik.

Denize girerken başlarda üşümek, dalınca alışmak, sonra da çıkmayı hiç istememek gibi Tiger Lillies… Deneyin, pişman olmayacaksınız.