Skip to content

Messi Kaçırmıyor, Kol Bozuk

Derya Büyükuncu, koca bir ülkenin kendisinden daha iyi bir yüzücü çıkaramamış olmasının cezasını çekiyor.

Derya Büyükuncu, katıldığı altıncı olimpiyatta 200 metre sırtüstü kategorisinde 35 sporcu arasında 33. oldu ve elendi. Bu, bize özgü alışıldık bir durum. Tıpkı aynı ismin, bu gelişme üzerine sosyal medyada “Bugün kimi maymun ediyoruz?” sorusunun cevabına dönüşmesi gibi.

1992’de ilk olimpiyatına katılmış, 1996, 2000, 2004, 2008 ve 2012 diye devam etmiş… Özetle; dünyanın en büyük spor organizasyonunun son altı bölümünde boy göstermiş. Viki’de kendisiyle ilgili bir ibare var, ne kadar doğru bilmiyorum; “Türk spor tarihinde 25 yıl milli takıma hizmet eden tek sporcu” diyorlar Derya için. Ama o, kendini bir türlü beğendiremiyor. Kimse Derya’yı kabullenmiyor, benimsemiyor. Aksine, her başarısızlığında alay konusu ediliyor, ne kadar beceriksiz, ne kadar yeteneksiz olduğundan girilip, kendini 20 küsur yılda bir gram geliştiremediğinden çıkılıyor. “Klordan yüzememiş”, “Havuz, boyundan derinmiş” düzeyindeki şakalar da cabası…

Özetle Derya, koca bir ülkenin kendisinden daha iyi bir yüzücü çıkaramamış olmasının cezasını çekiyor. 20 küsur yıl boyunca bu ülkenin en iyisi olduğu için, olimpiyat barajını aşabildiği için alay konusu ediliyor, yerden yere vuruluyor. Sporcu olmayı düşleyen çocuklar için harika ve teşvik edici bir örnek değil mi?

Alaya alanları, dalga geçenleri bir kenara koyuyorum; onlara verecek bir cevabım yok ama Almanların konuyla ilgili güzel bir sözü var. ‘Schadenfreude’ diyorlar; tam karşılığı olmasa da başkalarının mutsuzluğundan, başarısızlığından, zarar görmesinden mutlu olmak gibi. Bunun goygoyunu yapma kısmı ise bu topraklardaki gelişmiş versiyonu.

Bir de eleştirenler var… Kimseyi eleştiri yapmaması, yanlış gördüğünü söylememesi konusunda kısıtlayacak kadar cüret sahibi değilim. Ama PES’ten ilham alıp şunu söyleyebilirim; Messi kaçırmıyor beyler, kol bozuk… Yanlış adres nasipleniyor eleştirilerinizden; ‘Calimero’ Derya’ya değil sisteme sövmeniz gerekiyor. Yıllardır bu toprakların en iyisi olmanın bedelini ödeyen adamı değil, o adamın yerine daha iyisini koyamayan spor kültürünü, sistemi sorgulamanız gerekiyor.

“20 yıldır gidiyor ama kendisini geliştiremedi, hep sonuncu” diyorsunuz ama belki de Derya’nın doğal sınırlarını görmezden geliyorsunuz. Bunun biraz da yetenek, biraz da kapasite işi olduğu gerçeğini pas geçiyorsunuz. “Bu ülkenin bütün imkanları sunuldu” diyor, “Hangi imkanlar?” denince cevap vermiyorsunuz. “Malzeme bu; bir yere kadar gelişiyor ama sonrası için yapacak bir şey yok, üzgünüm” diyecek oluyorum, onu da kabullenmiyorsunuz.

“Survivor’da Nihat Doğan’la takılan adamı eleştiririm” diyorsunuz, haklısınız ama bunun belki de Türkiye’de amatör sporcu olmanın zorluklarından doğduğunu bilmiyorsunuz. Verildiğini sandığınız imkanların verilmediğini, ABD, Fransa, Avustralya ve diğer birçok ülkede meslektaşlarına sunulan fırsatlardan yoksun kaldığını, belki sponsor bulamadığını, bu ülkede sadece yüzerek bir hayat kurulamadığını anlamıyorsunuz.

“Olimpiyata katılmanın nesi önemli, asıl kazanmak önemli” diyerek mevzunun özünden fersah fersah uzaklaşırken, “Peki ya Eric Moussambani?” dendiğinde “Bildim!” diye atlıyor ama o kategoride kimin altın madalya aldığını hatırlamıyorsunuz. “Mantık buysa Şampiyonlar Ligi’ne de takım göndermeyelim, nasıl olsa kazanamıyorlar” diyerek pisleşiyorum, duymazdan geliyorsunuz.

Unuttum; bir de ‘üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye’ muhabbeti var. Eurosport’ta yüzme yarışlarını yorumlayan milli takım antrenörü Erkan Mutlu birkaç gün önce yayında “Bizde böyle bir ezber var ama şunu söylemek lazım; yüzme, denizde değil havuzda yapılan bir spor dalı ve Türkiye, tesis konusunda son derece yetersiz” diyerek en güzel açıklamayı yapmıştı ama Derya’nın elenmesiyle birlikte aynı sakızı çiğnemeye başladık yeniden.

Çetin Cem Yılmaz, tüm bunlardan habersiz, sabah saatlerinde bir yazı paylaştı burada; olimpik sporları, onları bulan ülkelerin başarısına göre sıralayan ‘The Wall Street Journal’ imzalı bir yazı. Aşağıdaki tablo da o yazıdan alıntı…

Tabloya baktığınızda, “Üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye, yüzmede sıfır çekti!” tespitiyle, “Fransızlar o kadar sevişen millet ama tarihlerinde bir tane grekoromen madalyası yok” demeci arasında bir fark olmadığını görüyorsunuz. Mevzu deniz suyu bolluğu değil, sistem, tesis, antrenör, spor kültürü ve ilgi yoksunluğu. Yıllar geçiyor, anlamamakta direniyor, üç tarafımızdaki sularda debeleniyoruz. Ve en kötüsü, koca koca medya kuruluşları da bu algının oluşmasında katkıda bulunuyor. Derya’yı harcadık, ezdik, çiğnedik, tükettik ama o da yetmiyor; Hürriyet’in internet sitesindeki ‘Yat Dünyası’ uzantılı haberde 16 yaşındaki Hazal Sarıkaya için “15 yaşındaki Litvanyalı altın aldı, bizimkinin ayakları titriyor” diye not düşülüyor. O yazıyı yazan, Hazal’ın ayaklarının neden titrediğini bilmiyor, düşünme zahmetine girmiyor, tıpkı bu haberin onu nasıl etkileyeceğini, kariyerinin başındaki bir sporcuda nasıl bir yara açabileceğini düşünmediği gibi.

Özetle; algı sabit, gelecek kayıp. Ve şu tabloda, Hazal’ın yeni Derya olmamasını dilemekten fazlası gelmiyor elimden. En kötüsü de tünelin sonunda en ufak bir ışık dahi görememek. Beden eğitimi dersinde test çözdürülen, başarıya bedel ödetilen toprakların kuraklığı sürüyor…