Avrupa Şampiyonası’nın Interrail’dan farkı yok. Yine aylarca konuştuk, tartıştık ama gitmeyi başaramadık. Fakat orada, bir turnuva var uzakta, kayıtsız kalamayız. Yazıhane ekibi toplandı, dört yazar, dört grubu paylaştı. Tavsiyemiz: Son güne bırakmayın, notları bugünden okumaya başlayın!
*Ölüm grubu: Bir turnuvada, kağıt üzerinde en güçlü takımları bünyesinde bulunduran grup.
Euro’lardan 2000’de bu gurur, Almanya, İngiltere, Portekiz ve Romanya’dan oluşan A Grubu’na aitti. 2004’te Almanya, Hollanda, Çek Cumhuriyeti’ne “Siz çok güçlü oldunuz” dediler, yanlarına Letonya’yı verdiler. 2008’de Hollanda, İtalya, Fransa ve Romanyalı C Grubu bir adım öne çıktı. 2012’de ise bayrağı B Grubu taşıyacak.
Almanya, Hollanda ve Portekiz ‘ölüm grubu’ tecrübesine sahip takımlar. Olağan şüpheli Romanya’nın yerinde ise Danimarka var. Rakamlara dökmek gerekirse; B Grubu’ndaki dört takım da 6 Haziran 2012 itibarıyla FIFA sıralamasında ilk 10’da yer alıyor. Almanya üçüncü, Hollanda dördüncü, Danimarka dokuzuncu, Portekiz ise onuncu sırada. Uruguay, Brezilya ve Arjantin’i çıkarın; aynı dörtlü, Avrupa sıralamasında da ilk yedi içinde. Uzatalım; bu dört takımın ortalamaları, dünya sıralamasında 6.5, Avrupa’da 4.5…
Devam edelim; ESPN yazarlarının ortaklaşa seçtikleri ‘Euro 2012’deki en iyi 40 futbolcu’ listesinden 15 isim, B Grubu’nda boy gösterecek. Bunlar; Ronaldo, Van Persie, Mesut Özil, Schweinsteiger, Robben, Sneijder, Lahm, Müller, Nani, Neuer, Eriksen, Gomez, Götze, Khedira ve Huntelaar. A Grubu’ndan tek bir oyuncu dahi yok, C Grubu İspanya faktörüyle B Grubu’yla eşit sayıda oyuncuya sahip, D Grubu da 10 isimle bu ikiliyi takip ediyor.
Bugüne kadar düzenlenen 13 Avrupa Şampiyonası’nın üçünü Almanya, birer tanesini de Hollanda ve Danimarka kazandı. Turnuva tarihinin en çok gol atan takımları, 55’er golle Hollanda ve Almanya. Turnuvanın tüm zamanlar puan tablosunda en çok galibiyeti olan takım Almanya, ikinci Hollanda, beşinci Portekiz…
Özetle; bu grup baya’ iyi…
BBC’den Alan Hansen, yarı final tahminlerinde İspanya’nın yanına B Grubu’ndan üç takım (Almanya, Hollanda, Portekiz) yazınca alay konusu olmuştu ama siz de elinizi vicdanınıza koyun; şu veriler ışığında, bu affedilebilir bir hata değil mi?
Almanya
Almanlıktan alınan haz, her zaman o kadar da iyi olmayabiliyor. 2000’deki ölüm grubu tecrübeleri tek kelimeyle berbattı mesela; grubu 1 puanla, Romanya, Portekiz ve İngiltere’nin gerisinde, son sırada tamamladılar. 2004’te, bir diğer ölüm grubundan daha hüsranla ayrıldılar; Çek Cumhuriyeti ve Hollanda’nın arkasında üçüncü sırayı aldılar ve grup aşamasında turnuvaya veda ettiler. Üçüncü bir ölüm grubu felaketini kabul etmeyecek ve bunu engellemek için ellerinden geleni yapacak kadar karakter sahibi ve deneyimliler. 90’ların sonunda başlayıp 2000’lerin başına sarkan gerileme döneminden kurtulmak için altyapıya yönelmişlerdi. Biraz ağır aksak da olsa, iki ileri-bir geri 2006’ya kadar geldiler. Evlerinde düzenleyecekleri 2006 Dünya Kupası öncesinde eskiyen, yorulan, paslanan panzer bakımdan çıktı ve o günden bu yana üzerine koyarak ilerlemeye devam ediyorlar. Genel görüş; tam performansa ulaşmalarına az kaldığı yönünde. Messi’yle aynı dönemde kariyer zirvesine ulaşan Cristiano Ronaldo gibi, tarihin en iyi takımlarından biri olan İspanya’ya denk gelmenin şanssızlığını yaşıyorlar. Ama bu, daha da iyi bir takıma dönüşmeleri yolunda onları motive ediyor. Artık daha sıkı, daha dişliler.
‘Türkiye’den kovulan ve yıllar sonra arkasından ağlanan teknik direktörler kulübü’nün güzide üyelerinden Joachim Löw yönetimindeki çekirdek kadro, 2006’dan bu yana birlikte. Ve garip ama hala gençler; 28 yaş üstünde iki, 23 yaş altında 13 oyuncuya sahipler.1 Sertler, koşuyorlar, basıyorlar, topu hızlı dolaştırıyor, ayaklarında tutmuyorlar. Hücumda muazzam bir ahenkleri, ‘turnuvanın en skorer takımı’ olmak için her şeyleri var. Son 11 resmi maçlarını kazanarak geliyorlar ve durmaya da pek niyetleri yok gibi.
İlkay Gündoğan’ın da aralarında bulunduğu yedi oyuncu, Alman asıllı olmasalar da alt yaş kategorilerinden bu yana takım arkadaşlarıyla birlikte oynama tecrübesine sahip. Ve bu, multi-kültürel yapılarının kendilerine avantaj olarak dönmesini sağlıyor. Şampiyonlar Ligi’nde final oynayan ve şampiyonaya en çok oyuncu gönderen (13) Bayern Münih’in iskeletiyle yola çıkıp, Bundesliga’da son iki sezonun şampiyonu Borussia Dortmund’dan takviyelerle vidaları sıkacak, Avrupa’nın en ofansif takımı Real Madrid’den gelenlerle ‘voltron’ı oluşturacaklar.
Kalede dünyanın en iyilerinden biri; Manuel Neuer var. Savunmadaki en büyük sorunları; Zonal Marking’de de belirtildiği üzere, takımın en iyi sağ ve sol bekinin aynı adam (Lahm) olması. Löw’ün seçenekleri; Schmelzer’i sola koyup Lahm’ı sağa çekmek ya da Lahm’ı sola koyup sağda Boateng’i oynatmak. Diğer takımları düşününce, bunlar güzel dertler tabii. Badstuber, Mertesacker ve Hummels, göbekte yeterince sağlamlar. Orta sahada Schweinsteiger, Khedira, Mesut Özil’in yanına üç genci; Götze, Kroos ve Reus’u eklediler. Burada, elemelerin en çok (7) asist yapan iki oyuncusundan biri olan ve idolünün Zidane olduğunu söyleyen Mesut’a çok iş düşecek. Turnuvaya gerçekten damga vurmak istiyorsa, en azından Zidane’ın 2004’teki İngiltere maçındaki performansına yakın bir oyun sergilemesi gerekiyor.2 Hücum hattı ise Gomez, Podolski, Müller ve turnuvanın uluslararası arenadaki en golcü ismi (63) Klose’den oluşuyor.
Birçoklarına göre, 2008 finali ve 2010 yarı finalinde Almanların rüyasına son veren İspanya, hala dünyanın en iyisi. Ancak bu kez, ‘Mannschaft’a diş geçirmeleri o kadar kolay olmayacak. Direnme, koşulsuz çalışma ve yeniden ayağa kalkma konusunda genetik bir mirasa sahip Almanlar, karşılaştıkları takdirde üst üste üçüncü kez İspanyollara geçit vermeyecektir. Tabii, tarih yalan söylemiyorsa…3
Ronaldo’lu Portekiz
Portekiz, Euro 2008’deki son maçında, çeyrek finalde Almanya’yla karşılaşmış ve 3-2’lik mağlubiyetle turnuvaya nokta koymuştu. Dört yıl sonra yine bir Almanya maçıyla turnuvaya “Merhaba!” diyecekler. Ama o “Merhaba!”, geçmiş yıllardaki kadar coşkulu değil. Time yazarlarından Bobby Ghosh, Portekiz’le ilgili yazısında “Euro 2012’ye düşük beklentilerle giden tek takım İngiltere değil; bir de Portekiz’i düşünün” demişti. Haklı da…
Elemelerde yolu uzatıp play-off üzerinden4 şampiyonaya katılım hakkı kazandılar. Ama ‘turnuvaya katılanlar içinde maç başına en çok gol yiyen takım’ (1.5) etiketiyle birlikte. Kağıt üzerinde en güçlü bölgeleri savunma ve kanatlar olarak gözükse de işler pek de bekledikleri gibi gitmiyor. Türkiye’yle oynadıkları ve 3-1 kaybettikleri hazırlık maçında bunu net bir biçimde gördüler. Yunanistan’ın Euro 2004’ün toplamında giremediği kadar pozisyona girip tek bir gol atabildiler, buna karşılık kalelerine gelen her top gol oldu. Pepe-Bruno Alves-Fabio Coentrao-Pereira duvarını sıkı sıkı örmeleri lazım, çünkü kendilerini yıpratmaktan çekinmeyecek rakiplere karşı oynayacaklar. Almanya’yı zaten geçtim, Hollanda’nın bir de kapanacak hesabı var. 2004’te, yarı finalde Hollanda’yı 2-1 yenip finale yükselmişlerdi. 2006 Dünya Kupası ikinci turunda bir kez daha karşı karşıya geldiler; maçta 12 sarı, 4 kırmızı kart çıktı, hırgürün, gerginliğin dibine vuruldu, tekmeler, tokatlar havada uçuştu, sonunda maçı 1-0 kazandılar. Bu tabloya bakınca, sıradan bir Hollandalının Portekiz’le oynanacak son grup maçına ayrı bir önem vermesi kadar doğal bir şey yok. Danimarka? Onlar da eleme grubunun son maçında Portekiz’i 2-1 yenip grubu lider tamamlamış, Ronaldo ve arkadaşlarını play-off’a yollamışlardı. Hadi, burada rövanş butonu Portekiz için yanacak diyelim… Basabilecekler mi? Meçhul…
Meçhul olmayan tek şey; Real Madrid formasıyla bu sezon ‘dolu dolu’ 60 gol atan Ronaldo’nun, şampiyonaya formda, güçlü, tehlikeli ve hırslı bir şekilde geleceği. Turnuvanın en genç teknik direktörü Paulo Bento (42), aynı zamanda Ronaldo’nun Sporting Lizbon’dan takım arkadaşı ve onu nasıl kullanacağını en iyi bilenlerden biri. Ronaldo, 27 yaşında beşinci kez büyük bir uluslararası turnuvada boy gösterecek. Bunu başaran sadece iki Portekizli var; Figo ve Nuno Gomes… Ayrıca, 2004 ve 2008’de attığı gollerin yanına 2012’de bir tane daha eklediği takdirde, üç ayrı Avrupa Şampiyonası’nda gol atan dört oyuncunun5 yanına kendi adını da yazdıracak.6 Sadece bunlar bile onu motive etmeye yetecektir ama Portekiz’in şansını, esas olarak ‘dünyanın en iyi ikinci futbolcusu’nun kimlerden ve ne kadar destek alacağı belirleyecek.
Orta sahada Moutinho, Veloso, Meireles, Nani gibi silahlara sahip olsalar da kale yine dipsiz kuyu, forvet yine yok. Danimarka’yı bi’ şekilde geçtiler diyelim; gruptan çıkmak için altlarına almaları gereken takımlardan biri Almanya, diğeri Hollanda. Bu şartlar altında, bu iş nasıl olur bilmiyorum ama futbol işte; büyük büyük laflar etmesem daha iyi…
Hollanda
Futbol sadece hücum etmekten ibaret bir oyun olsaydı, Hollanda sınırları dahilindeki tek uluslararası kupa 1988 Avrupa Şampiyonası’nda kazandıkları olmazdı. 1974; Almanya’ya karşı final, rakip topa değmeden 1. dakikada kazanılan penaltı, Johan Neeskens, ama sonra Gerd Müller, bir daha Gerd Müller ve tükeniş… 1994; Branco’nun frikiği, Brezilya için yarı final, Hollanda için son… 1998; yine Brezilya, yine hüsran… 2000; yarı final, uzatmalar dahil 85 dakika 10 kişi oynayan İtalya, Hollanda’nın kaçan iki penaltısı, önce uzatmalara, sonra penaltılara giden maç, Francesco Toldo, kaçan üç penaltı daha ve elveda… 1974’te dünyada değildim ama diğerleri Türkiye’den, televizyon başında maçları takip eden benim bile içime oturduysa, Hollanda’nın son beş yılda “Beyler, bir şeyleri değiştirsek mi?” demesi, çok da yadırganmamalı.
2010’daki Hollanda, birçok futbolseverde hayal kırıklığı yaratmış olabilir; top oynamak yerine rakibi oynatmamaya öncelik veren, genlerine işlemediği için bunu da tam anlamıyla beceremeyen, başta De Jong olmak üzere sertliği terbiyesizlikle karıştıran ve bunun gibi uzayıp giden bir ‘günah’ listesine sahip olan bir Hollanda… Ama final gören bir Hollanda, Robben karşı karşıya pozisyonda Casillas’ı geçebilse belki de kupaya uzanacak bir Hollanda… Johan Cruyff bile o günleri ‘utanç’ kabul ediyor ama içlerinde yaptıkları özeleştiriler sayesinde, iki yılda hatırı sayılır bir mesafe kat etmeyi başardılar. Bu da bi’ gerçek sonuçta.
Eleme grubunda 10 maçta 37 gol attılar, şutlarının yüzde 27’sinde ağları havalandırıp bu alanda zirveye oturdular. Bunu yaparken savunmayı da eskisine kıyasla biraz daha sağlam tuttular. Euro 2012’ye İspanya ve Almanya’nın ardından üçüncü favori olarak geliyorlar. Forvet hattında Premier Lig ve Bundesliga’nın gol kralları; Robin Van Persie ve Klaas Jan Huntelaar var. Van Persie bu sezon herkesi bıktıracak kadar gol atmayı başardı. Huntelaar da Schalke’deki performansını, eleme grubunda attığı gollerle süslemekten geri kalmadı; rakip kalelere, 18’i çerçeveyi, 12’si
ağları bulan 25 şutu var. Ortalama 57 dakikada bir gol atıyor. Kanatlarda Robben ve Afellay, ortada Sneijder’le kusursuz bir hücum hattına sahipler. Onların arkasını toplama göreviyse Van Bommel’le, kuduz De Jong’a düşüyor. Van Bommel’i bilmiyorum ama De Jong’un bu turnuvaya da formda geldiği kesin. En son, çocuklara karşı oynadıkları bir maçta yaptıkları da kanıt niteliğinde.7 Savunma hattı, en zayıf bölge. Yine de bu bölgeden, isimlerin toplamından daha iyi bir katkı aldıklarını söyleyebiliriz. Mathijsen’in sakatlığı var, takımla birlikte Kiev’e götürüldü ama grup maçlarından bazılarını kaçırması sürpriz olmaz. Heitinga, bildiğiniz Heitinga; az düşünen, çok koşan. Sağda savunmanın en sağlam ismi Van Der Wiel var, solda ise teknik direktör Bert Van Marwijk’ın turnuvanın en genç oyuncusu Jetro Willems’e şans vermesi bekleniyor. Üç direğin arası ise 2010’daki gibi Stekelenburg’a emanet…
Ölüm grupları genelde sürprizleri de beraberinde getirdiği için, kağıt üzerindeki iki favori; Almanya ve Hollanda’dan birinin turnuvaya grup aşamasında veda etmesini bekleyenler azımsanamayacak kadar çoğunlukta. Bu ikiliden ön plana çıkansa Hollanda. Eğer böyle bir ihtimal olacaksa, bunu büyük ihtimalle Portekiz’le oynayacakları son grup maçı belirleyecek. İlk iki maçta klasik turuncu formayla sahaya çıkacak Hollanda, son maçta siyah formayla mücadele edecek. Bunu matem hazırlığı ya da savaş hazırlığı olarak ayrı ayrı okumak mümkün. Ancak bunu yapmadan önce hatırlanması gereken bir gerçek var; o da Hollanda’nın 32 yıldır grup aşamasında elenmediği. Tarih tekerrür mü eder, yoksa baştan mı yazılır bilmem ama Hollanda’nın yoluna devam ettiği bir turnuva, en azından bana daha çok keyif verir. O kesin…
Danimarka
FIFA sıralamasına göre dünyanın en iyi 10. takımı olabilirsiniz. Ama bu, sizi bir Avrupa Şampiyonası’nda grubun en ciddiye alınmayan takımı olmaktan kurtaramıyor. Danimarka örneğinde olduğu gibi… Bi’ de FIFA sıralamasında arkanızda yer alan Rusya’nın hemen yandaki grubun kağıt üzerinde en iyi takımı olduğunu düşünün… Berbat di’ mi?
Aslında; o kadar da kötümser olmamak lazım. “Talihsizlik vücut bulsa, adı Danimarka olurdu” gibi sevimsiz şakalar havalarda uçuşurken, onların da tutunacağı dallar yok değil, en azından maziye bakınca. 1992’de plajdan çağrılan… Tamam tamam… 1992’de Avrupa Şampiyonluğu’na ulaşan Danimarka, yarı finalde Hollanda’yı, finalde de Almanya’yı geçmeyi başarmıştı. Yine Danimarka, Euro 2012 eleme grubu son maçında Portekiz’i yenip grubu lider tamamlamış ve şampiyonaya direkt katılım hakkı kazanmıştı. Ukrayna’da da aynı rakiplere karşı bu ihtimali kovalayacaklar…
Başlarında Morten Olsen var. 2000’den beri Danimarka’nın başında ve bu onu, turnuvaya katılanlar içinde görevde bulunduğu süre en uzun olan teknik direktör yapıyor. Olsen’in turnuvadaki en büyük kozları; kafası az çalışan ama yetenekli bir forvet (Bendtner), kendisini fazlasıyla parlak bir gelecek bekleyen bi’ yıldız adayı (Eriksen), iki sağlam stoper (Agger & Kjaer) ve asıl önemlisi benimsenmiş bir takım kimliği olacak. Kanatlarda artık yaşlanan Rommedahl ve Krohn-Dehli var, savunmanın önünde Kvist ve Zimling, sağ bekte Jacobsen, solda ise Poulsen. En büyük sorunları; kaleci Thomas Sorensen’in hazırlık kampında sakatlanıp kadrodan çıkartılması. Sorensen’in yerine Peter Schmeichel’ın oğlu Kasper çağrıldı ama kaleyi Stephan Andersen’in koruması bekleniyor.
Bu arada, Danimarka ile ilgili bir yazıda Christian Eriksen’e ayrı bir bölüm açmamız gereken dönemler de yaklaşıyor. Zira Euro 2012, kendisini tüm dünyaya tanıttığı turnuva olabilir. İki yıl önce Dünya Kupası’na giderken tecrübe kazanması istenen küçük bir çocuktu, bugünse takımının en önemli yıldızı. İki yılda böyle bir mesafe kat etmesi, şimdiki kulübü Ajax’ta çok zaman kaybetmeyeceğinin de göstergesi aslında. Bu turnuvada atacağı bir gol, bir çalım ya da vereceği bir pas, bu süreci epey bir hızlandıracaktır.
Ancak kabul etmek gerekir ki; Danimarka’yı bu grupta Eriksen de kurtaramayabilir. Almanya, Hollanda, Portekiz üçlüsünden belki birini aşağı çekmeleri mümkün ama ikisi birden? O zor işte… İki yıl önce Dünya Kupası’ndaki ilk maçlarında Hollanda’ya 2-0 yenilmişlerdi. Euro 2012’deki ilk maçlarında, rövanşa çıkacaklar. Kazandıkları takdirde ortalık çok karışır, tersi bir durumda bırakabilecekleri en büyük iz ise Almanya’ya takabilecekleri bir çelme olur. Fazlası değil…
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane