Skip to content

Bir Süper Kahraman: NK 22

Sporcu hikayeleri her zaman özeldir, ilham kaynağıdır. MJ’in başarı takıntısını geçirmek için doktorunun ona “kumar oyna” demesi, Dennis Bergkamp’ın Arsenal kadar uzak deplasmana giden bir takımda oynayıp uçak korkusuna sahip olması, ya da Fatmire Bajramaj’ın zar zor sığındığı Almanya’da dişi ve tırnağıyla süperstar olması… Nedense beni en çok etkileyenler doğduğu ülkeden kopan ama gittiği ülkede başarılı olanlardır.

Nikola Karabatiç, 11 Nisan 1984 yılında, Yugoslavya’nın Niş kentinde dünyaya gelir. Annesi de, babası da Hırvat asıllı olmasına karşın, kendisini hep Sırp asıllı olarak nitelendirir Karabatiç. Babası Branko Karabatiç, Yugoslavya Henbol Milli Takımı’nın tecrübeli kalecisidir Nikola dünyaya geldiğinde ve ilk çocuğunun bebekliğini keyfiyle yaşayabilmek için bırakmayı düşünür hentbolu. Hem biraz dinlenirim, hem de Nikola ile oynarım düşüncesi vardır kafasında ama çocuğunun iyi yaşaması için para konusunda sıkıntı çekmek istemez. Yalnız oynadığı takımla kontratı bitmektedir ve artık yavaş yavaş kibarca “emekliliği” istenmektedir kulübü tarafından. Uluslar arası tecrübeye ve dostlara sahip bir adam olduğundan, hentbol camiası içinde “bana iş lazım yahu” dediğinde iş bulabilecek bir adamdır ama aklında olmayan bir teklif gelir Branko’ya; Fransa İkinci Hentbol Ligi’nde Association Sports et Loisirs Robertsau Handball’da kalecilik teklif edilmiştir kendisine. Olimpiyatlarda yer almış, sayısız kez milli takımda yer almış, ülkesinde hentbola ilgisi olan birçok kişinin idolü bile sayılabilecek bir adamın herhangi bir yerde bir ikinci lig takımına gitmesi garip gibi gelse de, hem çocuğuna Fransa’da daha güzel bir hayat kurup Yugoslavya’nın karışıklığından kurtulmayı düşünür, hem de sporu bıraktıktan sonra antrenörlük eğitimi alma düşüncesi, onu bu teklifi kabul etmeye zorlar.

Nikola 3.5 yaşındayken Strasbourg’un Almanya sınırına yakın olan Robertsau komününe yerleşir Karabatiç ailesi. Çat-pat Sırp-Hırvat dilini konuşmaya başlayan bir çocuk için evinden dışarı adım attığında Fransızca’ya maruz kalmak biraz ilginç olsa da, kısa sürede yeni dış dünyasına alışır Nikola. “Zaten hep uyumlu bir çocuk olmuştur” der annesi Lala. Ailesi ile zaman geçirmeyi seven, evcimen, okul-ev-antrenman üçgeninde disiplinli bir yaşam süren bir çocuk olur. Bu disiplinindeki en büyük etken tabii ki eski sporcu ve bir nevi bireysel antrenörü olan babasıdır. “Her zaman bana ilham veren, kahramanım dediğim adam olmuştur babam. Spora başlamamı sağlamış, bir nevi de başarımı sağlamış adam. Benim idolüm.”

Henüz 6-7 yaşlarında, babasının biraz aktif olarak kalecilik yaptığı, sonrasında da kaleci antrenörlüğüne geçtiği Strasbourg Robertsau’da başlar hentbola. Orada çok fazla kalmaz, çünkü hem fiziksel özellikleri, hem de mental seviyesi yaşıtlarınının çok çok üzerindedir. Doğru düzgün bir altyapı eğitimi almak için Frontignan’daki hentbol okuluna başlar. Sportmen bir aileden, en önemlisi de efsane bir babadan geldiğinden Nikola, Frontignan hentbol okulunun yıldızı olur. Ailesinden biraz ayrılmıştır tabii bu arada. Yine onun gibi erken yaşta, ailesinin ısrarıyla spora, tenise başlayan, sonrasında Niko’nun takım arkadaşı olacak kardeşi Luka’dan, annesi Lala’dan ve çok sevdiği babasından ergenlik döneminde ayrı kalır. Ancak hayatını, geleceğini, belki de Fransa’nın geleceğini şekillendirmektedir…

Müthiş gelişir vücudu. Hem hücum, hem savunmada dominant bir gençtir ve hem kulüplerin, hem de alt yaş milli takımlarındaki hocaların dikkatini çekmeye başlamıştır. Fransa’nın yükselen değeri Montpellier’den gelen teklifi, babasının da onayıyla, pek düşünmeden kabul eder. Profesyonel hayata yelken açmıştır artık.

Kariyerinin ilk döneminde de dominanttır. Öyle tecrübesizlikmiş, çaylaklıkmış, hiç umursamaz Karabatiç. İlk maçında, henüz 17 yaşındayken Toulouse karşısında biri son dakikada olmak üzere iki kritik gol atar, bir nevi maçı getirir. O maçla birlikte başlayan kariyerinde Montpellier’nin ülkesinin, hatta bir dönem için Avrupa’nın en büyük kulübü olmasına, kendi jenerasyonunun lideri olarak da Fransa Milli Takımı’nın dünyanın zirvesine çıkmasına yardım edecektir. Geldiği ilk sezonda Montpellier ile Fransa Ligi’ni son anda kaybetmenin üzüntüsünü yaşar, ancak Fransa Kupası’nı da kaldırır. 1994’ten beri Montpellier’yi çalıştıran, onların zirve yürüyüşünü başlatan Patrice Canayer, “Gördüğüm en yetenekli gençlerden, belki de en iyisi” der onun için henüz ilk senesinde. Aslında Canayer yetişen bu yeni nesli Karabatiç’in etrafında toplayıp, belki de birkaç iyi transferle Fransa tarihinin ilk EHF Şampiyonlar Ligi şampiyonunu yaratmak istemektedir…

5 sezonluk ilk Montpellier macerasında 83 maça çıkar ve 238 gol atar Karabatiç. Toplamda 4 lig şampiyonluğu, 4 Fransa Kupası şampiyonluğu, 2 Lig Kupası kazanır. Fakat asıl olay, 2002-2003 sezonunda, finalde o dönemin efsane takımı, İspanyol Portland San Antonio’yu toplamda 4 gol farkla geçip, EHF Şampiyonlar Ligi şampiyonluğuna ulaşmalarıdır şüphesiz. Fransa tarihinin kulüpler bazındaki en büyük başarısına nihayet ulaşmıştır Canayer ve ekibi. Ancak 2004’un Aralık ayında gelen bir anlaşma açıklaması Fransa’da keyifleri kaçıracaktır…

Bu büyük başarıların ardından, aslında hep aklında olan yere gitmek ister Karabatiç. Alman devi Kiel’den gelen cazip teklif, Montpellier’den koparır onu. Evet, ailesiyle sürekli zaman geçiren, her boş vaktini arkadaşlarına ayıran, aile toplantılarını seven, evcimen dev (1.96-100+kg), ailesini bırakıp, Almanya’ya gidecektir.

“Montpellier’ye çok şey verdim. Artık hayatımda biraz değişiklik istiyorum.”

Yeni bir ülkeye, ya da yeni bir dile alışmak, yeni takım arkadaşlarıyla kaynaşmak çok da zor olmaz. Zaten Uluslar arası turnuvalardan tanıdığı birçok adam vardır takımda, hem hayatı boyunca uyumlu olmuştur zaten. Zvonimir Serdaruşiç, Kiel’in efsane antrenörü, onu özellikle savunmanın merkezine oturtur. Kanat açıklığı yaklaşık 2 metre olan, herhangi bir hentbolcuyu savunma anında tutup kaldırabilecek kadar güçlü bu adamın savunma özelliklerinden yararlanma düşüncesi, Serdaruşiç’in takımına müthiş başarılar getirecektir doğal olarak. Hem kalede de Karabatiç’ten 1 sene sonra, 2006’da yine Montpellier’den takıma katılan Thierry Omeyer vardır…

5 sene kaldığı Kiel’de 5 Bundesliga şampiyonluğu, ki dünyanın en zor ligi olarak kabul edilir, 3 Almanya Süper Kupası, 3 Almanya Kupası, biri mutlu sonla biten 3 EHF Şampiyonlar Ligi finali ve 1 Avrupa Süper Kupası kazanır Nikola. Kiel kazanır da diyebiliriz tabii ama Nikola’nın bu başarılarda payı inanılmazdır. 5 sezonda 193 maça çıkar ve tam 1173 gol atar. 2007’de Uluslararası Hentbol Federasyonu tarafından yılın en değerli oyuncusu seçilir. Savunmada yaptıklarını saymıyorum bu arada. Kazanabileceği her şeyi kazanmıştır kulüp bazında Nikola ve özlediği ailesine dönmek, başladığı yerde oynamak ister, kontratını yenilemez ve 2009 yılında halihazırda oynamakta olduğu kürkçü dükkanı Montpellier’ye geri döner. Feci özlemiştir.

“Ailemin önünde oynamaktan, kardeşim Luka’yla galibiyet kutlamaktan başka bir şey istemiyorum. Hem Kiel’e dayanamıyorum, ufacık bir yer, insan feci sıkılıyor. Montpellier’yi özledim.”

Kulüp bazındaki inanılmaz performansının yanında, 2002 yılında, her yıl geleneksel olarak Danimarka’da düzenlenen davet turnuvası kadrosuna çağrılarak ilk kez Fransa Milli Takımı’na adımını atar Niko. Sırplar ve Hırvatlar bir umut “acaba bizi seçer mi yav?” diye düşünse de, kendisini “köklerini unutmayan bir Fransız” olarak nitelendirmiştir hep Nikola, bu seçimi de doğaldır haliyle. Nikola Karabatiç, Fransa Milli Takımı’nı bırakmak üzere olan ve 2005 Dünya Hentbol Şampiyonası sonrasında hentbolu bırakacağını açıklayan efsane Jackson Richardson’un yerini doldurma hedefiyle alınmıştır aslında takıma ve 3 yıl içerisinde takıma güzelce ısıtılır Avrupa ve Dünya Şampiyonalarıyla.

Fransa Milli Takımı’nın efsanevi jenerasyonuyla 1 Olimpiyat, 2 Dünya Şampiyonluğu ve 2 Avrupa Şampiyonluğu alır. Dünya Şampiyonlarında 2 kez altın kadroya seçilir ve 2011 Dünya Şampiyonası’nın en değerli oyuncusu olur. Yine 2006 Avrupa Şampiyonası Finali’nin en değerli oyuncusu seçilir ve iki sene sonra, 2008 Avrupa Hentbol Şampiyonası’nda hem gol kralı, (44) hem de en değerli oyuncu olur. Tüm bu başarıların yanında, o efsane kadronun lideridir ve başarılarla birlikte gelen basın ilgisi, sempatik kişiliğe sahip Niko’yu bir anda süperstar yapar…

Başarıları saymakla bitmez diye klişe bir giriş yapacaktım yazıya aslında ama bitiyormuş neyse ki. Karabatiç hentbolun belki de ilk medyatik yüzüdür aslında. Yakışıklı, sempatik, karizmatik ve iyi huylu birisidir. “Ulan hiç mi kötü özelliği yok bu adamın?” dediniz belki, ki ben hep diyorum ama cidden yok galiba. Röportaj teklifini menajerinin uyarısıyla geri çevirdiği bir gazeteciye sırf vicdan azabı duyduğu için çaktırmadan mail adresini veren, soruları da 2 gün içinde cevaplayıp atan, soyunma odasında herkesi güldüren, Fransa Milli Takımı’nın tüm başarıları sonrasında ortaya çıkan absürd kutlama vidyoları ve danslarında koreografinin sahibi olan adam Karabatiç. Sadece Fransa’da da değil, Sırbistan’da da çok sevilir bu arada. “Sadece Fransız değilim, Sırp kökenlerimi hiç inkar etmedim. Sırpları çok seviyorum, Balkanları çok seviyorum. Goran Bregoviç antrenmanlara giderken en büyük neşe kaynağım mesela, çok severim” der yine kökleriyle ilgili. Kızların da sevgilisidir hem (Blanka Vlaşiç’le 3 ay çıkmışlığı var). Hayranı olan kızlarla sohbet eden, onları hiç geri çevirmeyen bir adam. Kısacası herkesle iyi arkadaş olan, hiç kimseyi kıramayan, neşeli…

2011 yılında babasını kaybeder Nikola. Ona hayat, ilham ve güç veren adamı… Branko’nun herhangi bir sağlık sorunu yoktur, kaldı ki, neredeyse her maçını, her antrenmanını izlemektedir oğlunun, sporun içindedir sürekli, fakat aniden ayrılır dünyadan. Çok ama çok uzun süre kendisini toparlayamaz Karabatiç. Neşesini kaybetmiştir. Aslında sadece neşesini değil, cidden gücünü de kaybetmiştir. Babasının ölümüyle birlikte düşen performansını bir türlü toparlamayı başaramaz Niko. Onu en iyi tanıyan adamlardan biri, Patrice Canayer şöyle diyor onun durulma dönemi için; “Travmatik bir dönem geçirdi. Onun için bir babadan çok daha fazlasıydı. Adeta bir çocuğa döndü Branko’nun gidişiyle. Sırbistan’a gitmek istediğini söyledi, oradaki anıları görmek istediğini söyledi… Duygusal bir hezeyan yaşıyor”

2011 yılından beri, Branko’nun gidişinden beri toparlayamadı kendisini Niko. Daha az gülen, daha ciddi, daha dağınık. “Erkekler babaları öldüğünde gerçekten erkek olurlar” diye bir söz vardır ya, Niko’nun yaşadığı bundan daha fazlası. Bir süper kahramanın özel gücünü kaybetmesi gibi bir durum bu. Onun çöküşüyle birlikte Montpellier de Avrupa’nın sıradan bir takımı haline geldi. Hatta daha kötüsü, onun çöküşü sonrası Fransa Milli Takımı 2012 Avrupa Şampiyonası’nda 2. Turu sonuncu olarak bitirdi.

Tek bir adamın varlığı bir takımı nasıl etkiliyorsa, o adamın bağlı olduğu kişinin gidişi de o denli etkiliyor her şeyi… Nikola Karabatiç kendisini toparlayamayacak mı? Hayır, sadece 27 yaşında. Ancak önce “kazanabileceği her şeyi kazanmış sporcu bunalımı” sonrasında ise babasının ölümü onu aşağılara sürükledi. Ailesine bu denli bağlı bir adamı, yine ailesi toparlayacak. Ona sadece zaman gerek. Zaman geçecek, onu bir kez daha zirvede, mutlu, keyifli izleyeceğiz. Kim bilir, belki de kötü geçen sezonu Londra 2012’de toparlayacak…