“Mutsuz bir insanım. Yaşamdan aldığım tek izlenim, zalim olduğu…”
Winthrop Sargeant, Temmuz 1957’de The New Yorker için kaleme aldığı “Profiles: Bread, Love and Neo-realismo”1 yazısında Vittoria de Sica’dan bu alıntıyı yapar. De Sica’nın bu sözlerinin, filmografisini özetlediğini söylemek yanlış olmaz. Bisiklet Hırsızları’nda yoksul bir babanın işini kaybetmemek uğruna sergilediği çabayı, Umberto D.’de ise yaşamla olan bağını her gün biraz daha koparan bir ihtiyarı izleriz. İtalyan Yeni Gerçekçililk akımı, realizmi olabilecek en sade biçimde sunar seyirciye. Bunu yaparken en büyük yardımcısı ise İtalya sokaklarıdır.
İtalyan Yeni Gerçekçilerin, realizm adı altında kamerayı sokağa taşıma hareketlerinin yadsınamaz dayanak noktalarından birisi de edebiyat. Knut Hamsun, Açlık adlı romanında Oslo sokaklarını2 kullanırken Dostoyevski, St. Petersburg sokaklarını tercih eder. Emile Zola’nın Germinal’i ise Fransız madenleriyle ünlenir. Edebiyattan aldığı destekle sinemada sokaklara taşınan realizm, İtalyan Yeni Gerçekçilik sonrası da bu şekilde devam eder. 2006’da ise Old Joy filmiyle Kelly Reichardt, sinemadaki realizm anlayışını değişime uğratır. Filmlerde adeta bir başrol üstlenen şehir sokaklarının yerine Reichardt, kamerasını doğaya çevirir.
Old Joy, Reichardt filmlerini izlemeye başlamak için doğru bir film sayılsa da kronolojik olarak Reichardt filmografisi biraz daha eskiye dayanmakta. İlk uzun metrajı River of Grass, 1995’te seyirci karşısına çıkmıştı. Reichardt, filmini “yolsuz bir yol filmi, aşksız bir aşk hikayesi ve suçsuz bir suç filmi”3 olarak tanımlamakta. Eleştirmenlerce filmin Terrence Malick’in Badlands adlı filmiyle benzerliğine dayanan yorumlar yapılsa da filmin çıkış yılı akıllara ister istemez Tony Scott’ın yönettiği True Romance’i getirmekte. True Romance’in başrolündeki Patricia Arquette ile River of Grass’te izlediğimiz Lisa Bowman, fizikleri ve ses tonlarıyla da birbirlerini andırırlar.
River of Grass’i benzer içerikli diğer filmlerden ayıran en büyük özelliği ise, Bowman’ın oynadığı Cozy karakterinin içsesi. Cozy’nin geçmişinden, yaşama dair düşüncelerinden bahsettiği kısımlar filmde ister istemez bir Albert Camus ya da Georges Perec romanı izlenimi yaratıyor. Karakterlerin hiçbir stereotipe uymayan kişilikleri ve hayata bakış açıları, Reichardt’ın sonraki filmlerinde de karşımıza çıkan bir başka unsur.
River of Grass’ten sonra yeni filmini finanse edebilecek bütçe bulamaması Reichardt’ı bir süreliğine kısa ya da orta metraj filmlere itti ve bu sırada üç film çekti. Todd Haynes gibi yönetmen arkadaşlarından ve akrabalarından topladığı otuz bin dolar ile Reichardt, film festivalleri ve eleştirmenler tarafından büyük takdir toplayan filmi Old Joy ile 12 yıl sonra kamerasını eline aldı. Old Joy, uzun süre sonra bir araya gelen iki arkadaşın Oregon’ın yeşilliklerinde yaptıkları gezinti ile şekillenir. Kurt’ün yıllar içinde aynı kalmış hippivari yaşamına karşın Mark, düzeni tercih eden ve düzgün bir işe sahip bir karakter olarak karşımıza çıkar. Konuşulacak, tartışılacak çok fazla şey vardır ancak Reichardt’ın sinemasına biçim veren minimalizm unsuru, karakterler arasındaki iletişimde de kendisini gösterir. Kurt ve Mark attıkları adımlarla, tercih ettikleri yollarla ve bakışlarıyla iletişim kurarlar.
Kelly Reichardt, The Guardian röportajında4 “slow cinema” denilen türün sinemanın kendisi olduğunu savunur. Kendi açısından bakarsak çok da yanlış sayılmaz. Old Joy, isminden de anlaşılacağı gibi unutulmuş bir zevkin ve hazzın tekrarının arzulandığı film. Reichardt’ın çektiği filmlerin de seyirciyi eski, şiirsel denebilecek bir sinema zevkine yöneltmek istediği söylenebilir. Yönetmenin sistemin dışında kalmış karakterleri, sistemin tamamen dışında kalmış minimalist bir evrende varolmaya çalışmaktadır.
Old Joy’un başarısı, Reichardt’ı maddi olarak rahatlatır ve iki yıl gibi kısa süre içinde karşımıza Wendy and Lucy ile çıkar. Michelle Williams’ın oynadığı Wendy başkarakterinin, iş aramak için köpeği Lucy5 ile Alaska’ya doğru yolculuğunu anlatır Reichardt. İlk filmi ile yolsuz bir yol hikayesi çekerken Old Joy’daki dağ gezisine dönüşen yönetmenin yol kavramı, Wendy and Lucy ile birlikte gerçek bir yolculuğa çıkar. Senaryoyu da birlikte kaleme aldığı Jon Raymond’ın Train Choir adlı hikayesinden uyarlanan film, yönetmenin minimalist evreninin her ipucunu taşır.
Bu iki filmi ele alıp kendimize “Wendy ile Kurt arasında bir fark var mı?” diye sorduğumuzda, buna herhangi bir cevabım olmadığını söylemem gerek. Kelly Reichardt’ın karakterleri doğadan ibarettir. Old Joy doğa temasına duyulan özlemin kaynağı olarak seyirciye sunulurken, Wendy and Lucy ile bu özlem çaresizliğe dönüşür. Wendy’nin Lucy’i kaybedip çaresizce bulmaya çalışması, Reichardt’ın Old Joy’da rahatlatıcı olarak bize gösterdiği doğa temasını tersyüz eder. Biraz daha ileri gidip yönetmenin başarılı bir diyalektik sunduğu da söylenebilir.
Meek’s Cutoff, hangi açıdan yaklaştığınız fark etmeksizin, Reichardt’ın en aykırı filmi. Şimdiye kadar çektiği tüm filmler günümüzde geçerken Meek’s Cutoff ile 1845’e gideriz. Reichardt mekan olarak bir kez daha Oregon kırsalını kullansa da bu sefer tabiat ana bir distopya olarak karşımıza çıkar. Susuz ve yiyeceği kısıtlı altı kişilik bir grubun çölde yaptığı yolculuğa, su arayışına tanık oluruz. Meek’s Cutoff aynı zamanda çevreci ve aktivist bir yönetmen olan Reichardt’ın kendi usulünce yazdığı tehdit mektubudur. Klişeleşmiş “Wild West” algısına bambaşka bir açıdan yaklaşan Reichardt, seyircisine “True West”i6 sunar.
Kelly Reichardt’ın yeşillikler içerisinden bir anda çorak arazilere geçişi film boyu karakterler üzerinde de hissedilir. Diğer iki filmine karşın Meek’s Cutoff’ta yolculuklarına şahit olduğumuz grubu sürekli bir tartışma içerisinde izleriz. Su bulmak umuduyla yanlarında tutsak ettikleri yerliye yardım eden tek karakter de ‘bir şey olur da kaçarsa ona iyilik yaptığımız bilinsin’ gibi bir pragmatizmin etkisinde hareket eder. Meek’s Cutoff doğaya yaptıkları sebebiyle pişman olmaya başlayan insanoğlunun, doğanın önemini kavramasını anlatır. Yakalandığı süre boyunca şiddet uyguladıkları yerli, bir süre sonra su bulmaları için tek umutları olur.
Yönetmenin bir sonraki filmi Night Moves’un sinopsisi yayımlandığında, Meek’s Cutoff ile benzerliği hemen dikkatleri çekmişti. Meek’s Cutoff’un çaresizce su arayan karakterlerinin yerini bu sefer 2013 Amerika’sından üç tane genç devralır. Nehir yataklarını kurak bırakan bir barajı patlatmak isteyen üç genci izlediğimiz Night Moves ile Reichardt, realizm anlayışının doruğuna ulaşır. Jesse Eisenberg’ün karakteri Josh, tarımla uğraşan ve aktivistlerin toplantılarına katılan çevreci bir gençtir. Reichardt, radikal bir çevrecinin dahi ne kadar tehlikeli olabileceğini ortaya serer. Üç karakterimizin planı oldukça basittir. Bir tekne kirala, bombayı planla ve barajı patlat. Ancak o gece baraja oldukça yakın bir piknik alanında uyuyan dalgıcın da bu olayda hayatını kaybetmesi çevreci karakterleri vicdan muhasebesine sürükler. Reichardt’ın 2013 yapımı bu filminde doğa-insan sentezi yerini insanlar arasındaki ilişkilere ve güven duygusuna bırakır. Filmlerin temasındaki bu değişimin en belirgin örneği ise 2016 yapımı son filmi Certain Women ile karşımıza çıkar.
Maile Meloy’un hikayelerinden uyarlanan film, dört kadının yaşamlarındaki benzerliklere odaklanır.7 İlk olarak Laura Dern’ün karakterine, Laura’ya konuk oluruz. Obsesif erkek müvekkili ile yaşadığı sorunları gösterir bize Reichardt. Laura, müvekkilini hiçbir şekilde memnun edemez ve bunun sebebinin cinsiyeti olduğunu düşünür. İkinci karakterimiz ise Michelle Williams’ın canlandırdığı Gina’dır. Gina’nın kocasını gördüğümüz an, bu iki kadın arasındaki ilişki de ortaya çıkar. Gina’nın kocası onu Laura ile aldatmaktadır. Gina, kırsala bir ev inşa etmek ister ancak o da Laura ile aynı dertten muzdariptir. Erkeklerin onu ciddiye almadığını düşünür. Son kısımdaysa Beth ve Jamie ile tanışırız. Beth, bir avukat olmasına karşın zorla okul müdürlerine eğitime gönderilir. Okul müdürlerine iş hukuku öğretmesi gerekirken müdürlerin ilgilendiği tek şey, kendi kafalarındaki öğrenci sorunlarıdır. Beth’le alakadar olan tek kişi, neden orada olduğunu dahi bilmediğimiz Jamie’dir.
Certain Women, Reichardt sinemasında yeni bir dönemin başlangıcı. Daha önce anlatmak istedikleri hikayeler için sosyal bir mesaj kaygısıyla doğayı kullanırken, artık taşra ve insan ilişkileri işin içine girer. Night Moves’taki vicdan muhasebesinin yerini kadınların toplumsal yaşamla ilgili sorunları alır. Reichardt, her biri ayrı bir altmetne sahip hikayelerini benzersiz bir minimalizm anlayışıyla seyirci önüne taşır. Tam da bu sebeple çağımızda BFI başta olmak üzere pek çok kurumun dikkatini çeken ve her internet sitesinde röportajına rastladığımız bir yönetmen haline gelmiştir. Kelly Reichardt, bütün bir insanlığı ilgilendiren hikayeleri ve sosyal mesajlarıyla daha da fazla konuşulmayı kesinlikle hak ediyor.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane