Bir adam düşünün, her dönem muhalif. Bir ömür evvel, Almanya’da iklim sertleşirken, hiç taviz vermeyen bir gazeteci. Savaşa bir daha asla, diye haykırmış bir barış gönüllüsü. Kalemi sonradan kırıldıysa da düşünceleri asla parçalanamamış bir yazar…
3 Ekim 1889’da doğmuştu Carl von Ossietzky. Okulda değil, hayatta öğrenmişti. Daha ufacıkken tanıştığı edebiyatçıların satırlarını hatmederken, bir taraftan da Hamburg Adliyesi’nde çalışıyordu. Sanki çifte bir hayatı vardı. Gündüz saatlerinde reşit olmayan bir memur; mesai saatlerinde şair, yazar. Türlü kültürel ve politik etkinliklerde yerini alan delikanlı, Alman Barış Derneği’nin de kurucuları arasında yer alıyordu.
1914’te bir süre ekmeğini yediği adli makamlar bu sefer 25 yaşındaki gence cezayı kesmişti. Suçu neydi derseniz, Alman askeri yargısını eleştirmişti. Orduyu belki sever diye cepheye sürüldüyse de dönüşü muhteşem olmuş, savaşa savaş açmıştı!
Yıllar önce Tanıl Bora, Radikal’de şöyle yazmıştı: “Weimar Cumhuriyeti döneminde Ossietzky’nin temel davası, bu yeni devletin demokratik-anayasal bir yurttaşlık bilinciyle temellendirilmesidir. Hümanist ve sol-liberal tutumuyla, komünistlere mesafeli, gelişen ırkçı-milliyetçi harekete ise taban tabana zıttır. Özellikle Almanya’nın yeniden silahlanma girişimlerine ve halkın kaybedilen Dünya Savaşı’nın öcünü almak üzere ajite edilmesine, kararlılıkla karşı çıkar.”
Harpten sonra Berlin’e yerleşen Ossietzky, halkın gazetesinden dünya sahnesine transfer oluyordu. Şaka bir tarafa Berliner Volks-Zeitung’dan Die Weltbühne’ye geçen yazar dur durak bilmiyor, bildiği yoldan şaşmıyordu. Çalışma arkadaşı Kurt Tucholsky, Adolf Hitler’in iktidara gelişinden önce Üçüncü Reich’ın kurulacağını yazmış, 1930’da İsveç’e yerleşmişti.1
Die Weltbühne yoluna tam gaz giderken, Walter Kreiser Almanya’nın Versailles Antlaşması’nın şartlarına uymadığını yazınca, o ve derginin genel yayın yönetmeni Ossietzky 18 ay içeri alınmıştı. Ne de olsa askeri sırları ifşa etmişlerdi…
Hitler’in iktidara gelmesiyle birlikte topraklarda esen bahar havası, kısa sürede kutup iklimine çalmıştı. Affedilerek hapisten erken çıkan Ossietzky, küçümsediği badem bıyıklının döneminde de Reichstag Yangını sonrasında hapse atılmıştı. Kulaktan kulağa ona verem aşılandığı söylentisi yayılıyordu.
Almanya’yı terk etmiş, sonranın şansölyesi Willy Brandt tarafından başlatılan Nobel kampanyasıydı belki de ona zaman kazandıran. Bir rejim muhalifinin 1930’ların ortasında olağanüstü koşullar altında ölmesi propaganda peşindeki Naziler için asla kabul edilemezdi. Onu yanlarına çekmek için nafile kürek çekiyorlardı. Ziyaretine gelen Hermann Göring ödülü kabul etmemesini söylerken, suratına tokat gibi bir cevap almıştı:
“Uzun süre düşündükten sonra, bana layık görülen Nobel Barış Ödülü’nü kabul etmeye karar verdim. Gizli Devlet Polisi temsilcileri tarafından bana bildirilen, bunu yapmakla kendimi Alman cemaatinden dışlamış olacağım yönündeki görüşe katılmıyorum. Nobel Barış Ödülü iç siyasi mücadelelerle ilgili değil, halkların, milletlerin birbirini anlamasıyla ilgilidir.”
1936’nın sonunda Oslo’ya ödülünü almak için gitmesine izin verilmeyen Ossietzky yüzünden Führer bütçeye yeni bir kalem eklemiş, kendi Nobel’ini yaratmıştı: Alman Milli Sanat ve Bilim Ödülü. Çıkan bir kararnameyle de bir sonraki emre kadar Alman vatandaşlarının Nobel Ödülü’nü kabul etmeleri yasaklanmıştı.
4 Mayıs 1938’de son nefesini veren sivil itaatsizin kaleminden çıkan satırlara bugün bile bakmakta ziyadesiyle fayda bulunuyor. Bugün Almanya’nın dört bir köşesinde adına caddeler, üniversiteler, okullar ve kütüphanelerde rastlanıyor; doğumunun yüzüncü yılı için basılan pulu filatelistler tarafından alınıp satılıyor. Onu yıllarca parmaklıklar arkasında tutanların ise esamesi okunmuyor!
Ne düşünceye zincir vurulabiliyor ne de hapse tıkılarak hattâ ölüme terk edilerek gazeteciler susturulabiliyor. Sesleri bir dönem için kısılsa da sonradan kulakları sağır ediyor…
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane