Skip to content

Özlenene Ağıt: GoGear

En iyi arkadaşlarımdan birini kaybettim bugün.

“Yalnız…” diye bir şeyler anlattı arkamızdan satış temsilcisi. Ne dediğini duymadım, bilmiyorum, zira 14 yaşında, istediği teknolojik alete ulaşmış ve babasının arkasında kasaya giden bir ergendim.

Tam yaza girer, yazlığa giderken alınmıştı o zamana kadarki en iyi doğum günü hediyem. Phillips’in yeni çıkardığı kendinden hoparlörlü, 128mb, beyaz, klas müzikçaları. Kulaklık takınca MP3, kulaklığı çıkarınca kulağı olgun her insanın fark edebildiği cızırtıda gürültü çıkaran bir alet oluyordu. Mühim değildi, benimdi. İçini Usher’la, Nelly’yle, Evanescence’la doldurmuştum. Zaten 20 şarkı maksimumdu, maksimumu da maksimum kötü kullanıyordum.

O yaz her gece 90’lar Amerikan mahalle çeteleri gibi yazlık sitenin sokaklarını gece 11 sularında saçma sapan müziklerle geçiyorduk. Kızların önünden olanca “artis” halimizle geçerken, sokağına girdiğimiz Selim amca okey oynarken rahatsız edilmesine kızıp “kısın lan şunu azcık” diye bağırınca şarkıyı durdurup hızlanıyorduk. Her gecemiz yardımcı karakterler değişse de böyleydi. Ancak sonra bir şey oldu. Alet bozuldu.

Dünyam başıma yıkıldı. Hayatımda böyle acı çekmediğimi hatırlıyorum sünnet dahil. Usher iki tık yavaş şekilde konuşan Shaq sesiyle “Yeah!” diyor, Lil’ Jon’un sesi Reyhan Karaca’ya benziyordu. Hoparlörlerde bi bokluk vardı. Aldığım yer beni bir yetkili servise yolladı, yetkili servisteki amca beş gün sonra gel al dedi, sevindim. Beş gün sonra gittiğimdeyse elime en az hatrı sayılır büyüklükteki müzikçalarım kadar bir kutu tutuşturup “o aletler bozukmuş, geri çağrılmış, onun yerine bu MP3’ü verdiler” diye geçiştirdi. Paragraf başında dünyam başıma yıkıldı dedim ya, onu kopyalayıp buraya yapıştırın esas. 14 yaşındayım, benden en az 40 yaş büyük bir “yetkili servis”i sorgulayamıyorum doğal olarak. Eve döndüm, kutuyu açtım. İçinden yukarıdaki şey çıktı.

Phillips GoGear adı. Kısaca özetleyeyim, onunla liseye geçtim, ilk kez tek başıma uçağa binip Hong Kong’a giderken cebimde o vardı, ilk randevuma giderken kulağımda onun müziği vardı, ilk iş görüşmeme onunla gittim, ilk koşuma onunla çıktım, ilk kez onunla Yann Tiersen dinledim…

Önce hiç sevmediğim, muhteşem kocaman beyaz hoparlörlü aletten sonra çük kadar gelen ve simsiyah olan şey, yıllar içinde dışarıya çıkarken telefon ve cüzdanımı unuttuğumda nasıl geri dönüyorsam o raddeye evrildi. Onun sığabileceği ceplere sahip şortlar, pantolonlar alırken, sadece cızırdatmayıp seveceği kulaklıkları seçmeye başladım. Önce liseyi bitirdim, sonra üniversiteye girdim. Önce Usher dinlemeyi bıraktım, sonra Yann Tiersen’e geçtim. Geriye dönüp baktığımda beraber büyüdüğümüzü görebiliyorum ancak. İnsan büyüdükçe dinlediği müzik başkalaşır, büyür. “Ulan ben bunları nasıl dinlemişim” dediğiniz zamanları hatırlayın, biz onları beraber yaşadık.

“Ya insan müzikçalarına böyle ağıt yakar mı” diyebilirsiniz yazıyı buraya kadar okuduysanız. Yakmaması lazım tabii. Ama 10 sene boyunca yürürken hep cebimde olan şeyi bir daha asla kullanamayacağımı bilmek biraz koyuyor. Müzik zevkimizin birebir olması, onu en iyi arkadaşım kategorisine koymama yeter. Detaylı düşünmeyin, karışıyor.

“Yalnız o modelde arıza raporu var, illa çıkacak diye bir şey yok ama…” demiş meğer satış temsilcisi. Onu duyup vazgeçsem başka bir şey alacaktım, GoGear asla elime geçmeyecekti ve 10 sene en yakın arkadaşlarımdan biri olmayacaktı. İyi ki duymamışım. Özleyeceğim.