Skip to content

Yedi Maç Verin Bana

Son maçın son saniyesine kadar galip belli olmazsa şaşırmayacağım. İki takımdan biri seriyi domine edip, 4-0 ya da 4-1 gibi bir skorla geçerse şaşıracağım.

Sabah 5 Suları

Kendimi maçın son yarım saatine girerken köşe yazısını yazmak durumunda kalan spor yazarları gibi hissettim bir süre. Maçın sonucu belli olmuş gibiydi, ancak geride bıraktığımız çılgın iki haftanın ardından maçın nasıl sonuçlanacağından kim emin olabilirdi ki? İlk tur maçlarında sanki bir büyü yapılmıştı da aradaki farklar bir türlü açılmıyordu. Açılsa da bir şekilde kapanıyordu.

Thunder seri boyu çok zorlandı gerçekten. Belki baba takımlar arasında en çok zorlanan onlardı. Altıncı maça kadar seriyi geçecek bir görüntü vermeyen ve Tony Allen’ın savunmasında eriyip giden Kevin Durant, neyse ki son iki maçta bu ligin en iyi skoreri olduğunu ve kimsenin kendisini tutmayacağını hatırlayarak fişi çekti. Yedinci maç özelinde konuşursak, Thunder’ın zorlandığını söylemek pek mümkün değil, keza iş aslında altıncı maçta bitmişti. Memphis o maçta yalnızca evinde kapıyı kapama şansını kaçırmadı, üzerine Zach Randolph’u kaybetti ve Mike Conley sakatlandı. Bu sebepten dolayı akıllı bir adam olduğu her halinden belli olan Dave Joerger, klasik Memphis basketbolundan uazaklaşarak daha dinamik, dört kısalı bir beşle sahaya çıkarak Thunder’ı şaşırtmaya çalışsa da, bu iki takımın dört kısaya karşı dört kısa oynayacağı 10 maçın 9’unu Thunder’ın kazanacağını zannediyorum. Normal şartlarda bu tip ani değişikliklere çabuk tepki veremeyen ve belli rotasyon kalıplarının dışına çıkmayı sevmeyen Brooks, dört kısayı zaten sevdiği ve sıkça kullandığı için farkın 10’un üzerine çıktığı anlarda bile Thunder’ın hızlı tempoda bir şekilde maçı çevireceği görülebiliyordu.

Altıncı maçla ilgili bir diğer önemli konu da Caron Butler’ın ilk beş başlamasıydı. Buradaki tercih tartışılabilir. Bana sorarsanız, amaç Butler’ın spot-up şut tehdidi sayesinde Westbrook ve Durant’e biraz daha alan açmaksa, bu işi çok daha iyi yapabilecek Jeremy Lamb diye bileği çok düzgün bir adam var benchte unutulan. Ama konu burada Butler tercihinin doğru olup olmamasından ziyade, Brooks gibi ilk beş konusunda nato kafa bir adamın serinin en kritik yerinde dramatik bir değişiklik yapabilmesiydi. Dört senedir şartlar ne olursa olsun ilk beşini değiştirmeyen bir adamdan bahsediyoruz. Miami’yle oynanan neredeyse her maçın hemen başında 15 sayı geriye düşmesine rağmen Perkins’li beşle çıkmaya devam eden bir adamdan bahsediyoruz. Rakibin birebir savunulması gereken bir dış skoreri olmamasına rağmen 5 maç boyunca Thabo Sefolosha’yı oynatmaya devam etmenin pek bir anlamı yoktu ve Brooks’un geç de olsa bu duruma reaksiyon verebilmesi beni hayli şaşırttı.

Sabah 9 Suları

Dürüst olmak gerekirse Warriors’un Clippers’ı eleyeceğini düşünüyordum. Yedinci maçta bir deplasman sürprizi gelecekse o da bu maçta olmalıydı. Üçüncü çeyreğin ortasına kadar bir kez bile öne geçemeyen Clippers’ta sakat sakat oynayan Chris Paul son çeyrekte kontrolü eline alamazdı herhalde.

Ama aldı. Maçın sonunun mükemmele yakın oynayarak sadece turu almakla kalmadı, daha rahat hareket eden görüntüsü sonraki Clippers’ı tekrar şampiyon denklemine soktu. Warriors’ın iyi götürdüğü dönemde maçta dengenin nasıl kurulduğu hakkında çok bir fikrim yok. Maçın belli dönemlerinde uyuduğumu itiraf etmeliyim. Üst üste üç yüksek tansiyonlu maç ve sonuncusu 05:30’da başlıyor. El insaf. Hatta 05:30 da değil, neredeyse 6’da başlatıyorlar maçı vicdansızlar.

Paul ve arkadaşları için işin zor olacağı belliydi. Geçen seneki play-off atmosferini gördükten sonra, Golden State deplasmanında maç almanın her babayiğidin harcı olmadığını biliyorduk. Yetmiyormuş gibi hiç hesapta olmayan bit Sterling tapesi çıktı piyasaya ve oyuncuların psikolojisi alt üst etti. Hemen ardından oynanan dördüncü maçta Clippers’ın verdiği şaşkın ve silik görüntünün üzerine serinin Warriors’a daha yakın olduğunu düşünmeye başlamıştım ben şahsen. Eğer Bogut ya da O’Neal son maçın son dakikalarına sağlam girebilseydi, belki David Lee pota altında tek başına kalmayacaktı. Son beş dakika içerisinde bu kadar alley-oop, tip dunk, vb. yeme lüksü olamaz, olmamalı.

Doc Rivers normalde pek yapmadığı şekilde yumruk şovlar ve sevinç naralarıyla karşıladı galibiyeti. Sterling olayı onları etkilemiş belli ki. Zaten ırkçı olduğu bilinen bir adamın ses kaydının takımı bu kadar etkilemesini tam anlayamasam da, olayın getirdiği kenetlenme fırsatını çok iyi kullanan Doc Rivers, dezavantaj gibi görünen durumu avantajına çevirdi. Bu tip motivasyon teknikleri konusunda zaten ligde rakibi olduğu düşünmüyorum Rivers’ın. Daha sonradan yaptığı bir açıklamada olayın boyutunun medyaya yansıdığından daha büyük olduğu gibisinden bir şeyler söyledi, ancak tam olarak neyi kast ettiği bilinmez.

Öğleden Sonra

Hayatında ilk kez bir gün içerisinde üç tane yedinci maç izleyen ve aklı şaşan NBA izleyicisinin biraz rahatlamaya ihtiyacı olduğu kesin. Sabah bu niyetle kalktım ben de, sabah dediğim öğleden sonra 3. Daha erken kalkmam biyolojik olarak mümkün değildi zaten. Birkaç saat sonra kalan iki serinin aurasına gireceğim için, biraz viski, biraz meditasyon desteğiyle Thunder-Clippers yazısını bitirmem gerekiyor.

Belki üzerinden birkaç gün geçse kafamdaki düşünceler oturacak ve eşleşmedeki büyük resmi daha net görebileceğim, ancak sıcağı sıcağına yorum yapınca son birkaç günde olanlardan etkilenebiliyor insan. Bazı trendleri yanlış değerlendiriyor olabilirim bu bakımdan. Hatta play-off’un ilk haftasında yurt dışında olduğum için kaçırdığım maçların tekrarlarını izlemem gerekiyordu ve canlı maçlar, banttan maçlar derken seriler birbirine girdi. Houston-Portland’ın beşinci maçını izlerken mesela “maçı Houston alırsa, Golden State’teki altıncı maçı da alarak işi yedinci maça taşır” diye düşündüğüm bir an bile oldu.

Çok farklı basketbol tarzlarına karşı oynayan Clippers ve Thunder’ın ilk turlardaki performanslarına bakarak ikincu turda oynayacakları seri hakkında fikir yürütmek çok doğru olmayacaktır. İki takımın da travmatik seriler geçirdiğini unutmamak lazım. Kevin Durant’i ele alalım mesela. Bu kez bire birde kendisini rahatsız edebilecek bir savunmacı yok. Matt Barnes elinden geleni yapacaktır da, onun dışında kim Durant’le eşleşebilecek, bilemiyorum. MVP bu açıdan daha rahat oynayacaktır. Toplam 1 saniyeden fazla boş kalmadığı için attığı acele şutların yerini favori noktalarından kullandığı ve istikrarlı biçimde soktuğu atışlar alacaktır.

Beşinci maçı beklenmedik biçimde kaybettikten sonra gazete manşetimi Mr. Unreliable yapacak kadar olmasa da ben de Durant’ten şüphe duydum. Ne kadar bunaltılmış olsa da, saklanmaya hakkı olmadığını ve pimi çekilmiş bombayı Westbrook’a bırakmasının haksızlık olduğunu düşünüyordum. Beşinci maçta bir şeyler yapmak için didinen Westbrook’un yine eleştiri listesinde başı çekeceğini düşünerek Durant’e kızıyordum.

Westbrook tabi ki yine yerden yere vuruldu ve hiç bitmeyecek “düzen içinde mi oynamalı, serbest mi bırakılmalı” tartışmaları alevlendi. Bir eleştiri daha vardı ki, ulusal medyadan değil de yerel medyadan gelmesine rağmen bir anda bütün gündemi kapladı. Kevin Durant belki kariyerinde ilk kez ağır biçimde eleştiriliyordu ve The Oklahoman gazetesi kendisi için “Bay Güvenilmez” ifadesini kullandı. Ağır bir itham olduğuna, takımdaki açık ara en güvenilir oyuncu olan Durant’in bunu hak etmediğine şüphe yok, ama Thunder’ın ve Durant’in bu tarz bir tokada ihtiyacı olduğu da kesindi. Memphis maçları istediği tempoya çekip, ıkına sıkına kazanırken, Thunder için çöpe gitmek üzere olan bir sezon vardı ortada ve zamanında LeBron James nasıl itin götüne sokulduysa Durant’in de artık hoş görülen süper yıldız olmaktan çıkıp, en ufak bir tökezlemesinde acımasızca eleştirilen ve bundan beslenen bir adam olabilmesi gerekiyor.

Benzer eleştirileri önceki yıllarda Blake Griffin de aldı. Kritik anda kaybolması, play-off sertliği içerisinde yaptığı abartılı flopların göze batması, dönem dönem itiş kakıştan kaçarak çok da istikrarlı olmayan şutuna fazlaca başvurması gibi durumlar neticesinde çok da güvenilir bir adam diyemezdiniz Blake için. Tabi bu sene iş başka. Warriors karşısında Green tarafından çok sert ve dinamik bir savunmaya maruz kalmasına karşın gayet iyi bir seri çıkardı ve DeAndre Jordan’la beraber size avantajlarını yeterince kullandılar.

Burada kritik olan nokta, Brooks’un maç sonlarını iki uzunla mı yoksa dört kısayla mı oynayacağı. Yani Griffin ve Jordan’ın hava harekatları Brooks’un kafasındaki rotasyonu değiştirecek mi, yoksa hücumu düşünerek Durant’i maçın büyük bölümünde dört numara olarak mı kullanacak? Bunun cevabını bulabilmek için sezon için maçlarına bakmaktan başka çare yok şu aşamada. Sezon içerisinde oynanan dört maçın ikisinde Perkins oynamazken, Perkins’in oynadığı maçlarda genellikle Perkins ve Adams’tan birisini sahada tutarak Ibaka ve Collison’la yan yana oynattı Brooks. Yani Clippers’ın alley-oop kardeşliğinden çekindiği ve oyunun yükseklerde oynanmasını istemediğini düşünebiliriz. Perkins’in sakatlık sebebiyle oynamadığı iki maçta ise dört kısa tercihini daha sık kullandı.

Butler’ın ilk beş çıkmasını övdük ancak bu seride tekrar Sefelosha’ya geri dönülmesi gerekiyor. Dört senede bir ilk beş değiştiren Brooks, bir önceki seriyi de bu beşle çevirdiğine göre, play-off sonuna kadar Butler’la başlaması şaşırtmaz. Doc Rivers ellerini ovuşturup pis pis sırıtıyordur eminim ki. Caron Butler’ın ilk beş başlayıp, Memphis karşısında olduğu gibi 35 dakika alacaksa, Clippers’ın acur kısaları bayram edecektir. Oysa Thabo beşe dönerse, Chris Paul’ü savunma açısından güzel bir alternatif olacak elde. Maç sonlarında ise muhtemelen iki takım da 2 hatta, 3 point guard ile oynamayı tercih edecekler ki, Westbrook-Jackson’a karşı Paul-Crawford’u izlemek çok güzel olacak. Eğer ki Doc Rivers Collison’ı da sahaya sürerek oyunu iyice hızlandırmaya çalışırsa, Brooks’un düşeceği en büyük hata Fisher’ı da koyarak eşleşme dengesini sağlamaya çalışmak olur ki, bu hataya düşeceğine neredeyse kesin gözüyle bakıyorum. Collison’ın bu serinin en az bir maçında majör bir rol oynayacağı tahminini yapıştıralım yeri gelmişken.

Koş koş oyunu Thunder’a yarar şeklinde bir ezberimiz var, ancak Clippers’ın bu işte iyi olduğunu, hatta Westbrook’un harala gürele fast-break’lerine oranla daha bilinçli, daha efektif bir transition oyunları olduğunu söyleyebiliriz. Temponun çok yükseldiği dönemler muhakkak olacak, ancak bu temponun kimin işine yarayacağını kestirmek ise kolay değil. İleri istatistikleri zahmet edip de kontrol etmedim, hangi takımın hücum verimliliği daha iyi bilmiyorum. Aralarında bariz farklar olmadığı için kimin daha verimli hücum ettiği çok büyük önem taşımıyor, ama kağıt, kalem, bilgisayar, hesap makinesi, hiçbir şey olmadan maçları izleseniz, sanıyorum ki Clippers’ın hücumu daha verimli gözükecektir. Bana öyle gözüküyor.

Saha avantajı önemli tabi ki, ama ilk turda gördüğümüz üzere çok da önemli değil. İki takım da deplasmanda birbirlerinden rahatça maç olabilecek kapasitedeler,

Şu ana dek adını zikretmediğim Redick’i de unutmuş değilim, hatta Warriors’ı eledikleri yedinci maçın önemli adamlarından biriydi. Sakatlık öncesi formuna tam dönmemiştir henüz, ancak topsuz oyundaki aktifliği ve yakaladığı uygun şut fırsatlarını yüzdeli biçimde sayıya çevirmesi Clippers için ilaç olacaktır. Screen’lerden çıkarak şut atma üzerine oyun oynayan adamları savunmak konusunda Thunder’ın zaman zaman zorlandığını biliyoruz. Eğer ki Redick seride 17-18 sayı ortalamalara çıkabilirse Thunder’ın buna net bir cevabı olamayabilir.

Clippers’ın en tehlikeli oyuncularının Paul ve Griffin olduğunu herkes biliyor, ama bu play-off’un fark yaratan adamı bence DeAndre Jordan’dır. Boyu posu ve atletizmiyle savunmada Clippers’ın ateşleyicisi ve genellikle jeneriklik smaçlarla tamamlanan fast-break’lerin tetikleyicisi durumunda. Tetiklemekle kalmayıp, kendisi de hızlı hücuma iyi koşarak bu jeneriklik smaçlardan payına düşeni alıyor. Yarısaha hücumunda Doc Rivers’ın yardımlarıyla nerede durması gerektiğini, ne zaman pota altına yaklaşması gerektiğini çok iyi öğrenmiş durumda ve bu sayede hiç düşünmediğiniz bir anda Chris Paul veya Blake Griffin’in kullanması beklenen bir hücum DeAndre Jordan alley-oop’uyla bitebiliyor. Mark Jackson’ın hack taktiğini daha çok kullanmasını beklerdim esasında, Jordan’ın 45 dakika sahada kalması Warriors’a olduğu gibi Thunder’a da büyük problem yaratacak ve bu süreyi azaltmak için de Brooks’un maçın belli dönemlerinde onu faul çizgisine yollayacağını sanıyorum. Thunder’ın Warriors’a göre daha penetreci bir takım olduğu düşünülürse, Westbrook ve Durant’in içeri dalışlarını Jordan’ın ne kadar karşılayabileceği serinin anahtarı olabilir.

Ligin en iyi hücum takımlarından ikisi karşı karşıya geliyor ve çoğunlukla savunmadan bahsediyoruz, çünkü savunmayı istikrarlı yapan takım daha rahat hızlı hücum fırsatları bulacak ve açık alanda bu takımları durdurmanın ne kadar zor olduğunu kestirebiliyorsunuzdur. Bu açıdan Thunder savunması biraz daha fazla güveniyorum sanki. Grizzlies yedinci maçının ilk çeyreğinde olduğu gibi zaman zaman aptala bağlasalar da konsantre oldukları zaman Clippers dahil her takımı kitleyebilecek bir potansiyelleri var. Böylesine bir ilk turun ardından tahmin yapmakta zorlanıyorum takdir edersiniz ki, ama kolaya kaçacağım ve yedi maç diyeceğim yine. Son maçın son saniyesine kadar galip belli olmazsa şaşırmayacağım. İki takımdan biri seriyi domine edip, 4-0 ya da 4-1 gibi bir skorla geçerse şaşıracağım.

Ertesi Gün

Yazı bitmişti esasında da, yollamadan önce aklıma birkaç kelam daha geldi ve bunları kimseden esirgemek istemiyorum. Thunder’ın son iki maçtaki performansı biraz yanılttı mı diye düşündüm bütün gece. Acaba Clippers daha iyi takım da, Memphis karşısında bile aciz durumlara düşen Thunder süperstarları, Clippers’a karşı varlık gösteremeyecekler mi? Bu tip önermeler aklıma geldikçe, hemen ardından Memphis’in sezonun tamamını sakatlıksız, sorunsuz oynasa, ilk dörtte bitirebileceği düşünmeye başlıyorum. 55-56 civarı galibiyet alırlardı sanki. Geçen sene ilk turda Clippers’ı duman ettiklerini de unutmayalım. Clippers’ın bahanesi vardı tabi, Del Negro denen adamın koçluğunda hem Blake Griffin, hem de DeAndre Jordan mevcut görüntülerinden çok uzaktı. Hatta Jordan oynamıyordu bile, Reggie Evans’ları falan izliyorduk.

Yerine gelen Doc Rivers ise benim şu ligdeki favori hocalarımdandır. Orlando’dayken de beğenirdim, Boston’dayken de. Boston taraftarlarının kendisine “Duck” dediği dönemlerde bile teknik ve motivasyon koçluğunu onun gibi harmanlayabilen az adam olduğunu düşünürdüm. Yerinde saymadı tabi Doc da geçen yıllarda, geliştirdi kendini. Şu an 29 takımın koçunu sıralasam, muhtemelen 3. sıraya koyarım onu.

Koç kıyasına girişmeyeceğimi anlayın diye söylüyorum bunları. Boşa kelime sarf etmenin manası yok. Birbirine baya yakın olan iki takım arasındaki en bariz fark kenar yönetimi.

Yine de Thunder’ın maç sonlarındaki savunmasının kazananı belirleyeceği fikrinden vazgeçmiyorum. Elbet bir çok maçın sonucunu son top belirleyecek ve Thunder’ın bu dakikalarda savunmasını çok üst düzeye çıkarabildiğine şahit olduk daha önce. İlk tur serisinde çok kötü götürdükleri bazı maçları uzatmaya taşımayı başardılar, ancak belki fazla eforun verdiği yorgunluk, belki Kevin Durant’in o ana kadar kendini bulamamış olması sebebiyle bu uzatmaları genellikle Grizzlies kazandı. Basketbolda beraberlik olsaydı bu serideki durum şu an 3 maç Thunder, 4 maç berabere şeklinde olacaktı. Garip hakikaten. Dört maçın üst üste uzatmaya gitmesi de aynı oranda garip.

Garipliklerle ve akla gelmeyecek bir sürü hadiseyle dolu, kavgalı, gürültülü, yedi maçlı bir seri daha istiyoruz. Tadına doyamadık. Ona göre.