Skip to content

Korkunç Ivan

Artık mücadele sadece hayatta kalmak değil, başkalarının hayatından sorumlu olmak.

“Cause ain’t no such thing as half-way crooks”1 – Eminem

NBA oyuncularının büyük çoğunluğu çok zor şartlarda gettolarda büyüyorlar. Arada o şartların ne kadar ağır olduğunu, yaşadıkları çıkmazları röportajlarından vs okuyoruz. The Wire2 gibi dizilerle, film ve belgesellerle o hayattan bazen abartılı, bazen güdümlü olsa da belli kesitler görebiliyoruz. Çetelerin hakim olduğu ortamlar, ayakta kalmak için sert olmanın şart olduğu, en tehlikeli yırtıcı olan insanlarla dolu, modern büyük şehir cangılları.

Çocukluk yıllarını ve kendilerini nasıl basketbola adadıklarını anlatırken pek çok oyuncunun “Orada geleceğinizin hapishane olmaması için tek yol ya iyi oynamak ya da iyi şarkı söylemekti. Ben iyi basketbol oynuyordum”3 minvalinde sözlerine rastlamak mümkün.

Çek yetenekli olan küçük bir kesim şöhrete ve dolayısıyla paraya ulaştıktan sonra elbette hayatları ve çevreleri değişiyor. Ancak hemen hepsi için köklerini, geçmişlerini geride bırakmak çok zorlu bir süreç. Basketbolcular için konuşmak gerekirse NBA’e adım attıkları andan itibaren başta aileleri ve takımları onları bütün o hayattan tamamen uzaklaştırmak için önemli bir çaba içine giriyor. Başarısını devamlı kılması, zor kazandığı parayı çarçur etmemesi, büyük disiplin isteyen sporcu hayatına konsantre olması için genelde yıkıcı etkiye sahip eski hayatlarını terk etmelerini istiyorlar.

Ama elbette bu kolay bir süreç değil. O oyunculardan en zor şartlarda omuz omuza durduğu bazı insanlara da sırt çevirmesini istemek bu. Zorluklar insanları birbirine çok güçlü bağlarla kenetler. Beraber eğlendiğin, en keyif aldığın insanlarla birlikte olmak istersin çoğu zaman ama gönülden bağlı olduğun, gözünü kırpmadan sırtını dayayabileceğin, gerçekten güvendiğin adam en zor gününde seni bırakmayıp, son ekmeğini seninle kıran, aynı kaderi paylaşan adamdır.

NBA oyuncuları da büyük oranda bu beraber nice badireler atlattıkları, belki hayatlarını borçlu oldukları arkadaşlarından haklı olarak uzaklaşmak istemiyorlar. Ama peki kaçıyla halen beraber takılacaklar. Kaçını o gettodan kendileriyle birlikte çıkartacaklar. Peki diyelim belli sayıdakileri ayırdılar onların halen görüştükleri kişilerle bağlarını kesebilecek mi? Peki bu ‘adam seçme’ işine seçilmeyenler ne diyecek?

Esas işin en temelinde kendi köklerini inkar etmek yatıyor ki kolay kolay hiçbir insanın benliği bunu kabul edemez. Derin izler bırakan yılları ve büyük bir çabayı inkar etmek olur bu. Başta kendine olmak üzere pek çok kişiye yapılabilecek en büyük ihanet. Bu nedenle pek çok oyuncunun bu geçmişini sahiplendiğini, hatta “Ben hiç değişmedim” mesajı verdiğini sıklıkla görüyoruz.

Carmelo Anthony’nin 4-5 yıl önce internet ortamlarına düşen bir videosu vardı. Baltimore’da4 hüküm giymiş bir uyuşturucu satıcısı olan çocukluk arkadaşıyla yarı rap tarzı bir konuşma yapıyordu. Arkadaşı arada o “İspiyoncular ölmeyi hak eder” diyor, Anthony de gülüyordu. O dönemde yine Baltimore’da başlayan bu ‘Stop Snitchin’ (İspiyonculuğu Bırakın) denilen tehdit akımıyla uyuşturucu şebekeleri polise tanıklık yapanların sonlarının çok feci olacağını viral videolarla etrafa yayar olmuşlar, bu da ülke çapında bir infial yaratmıştı. Anthony bir özür yayınladı olayla ilgili olarak ama o kişilerle arkadaşlığını da inkar etmedi.

Buna benzer hikayeler çok. Mesela Tony Allen’ın da Boston Celtics forması giyerken başı Chicago’daki çok büyük bir çete lideri ile belaya girdiği için bir keresinde Bulls deplasmanına gitmemesi de çok yankı bulmuştu. Allen Iverson’ın oyunculuğu kadar eski hayatından hiç ayrılmayan tarzı da onu herkesten farklı bir yere koydu kariyeri boyunca. 1.78 boy 75 kilo ile NBA’in devlerinin üstüne giden, yere düşse bile aynı hızla kalkan oyun karakteri ile her maçı küçük çaplı bir kahramanlık hikayesi oldu. Aynı şekilde isyankar tarzı, eski hayatını sadece biraz daha zengin şekilde devam ettirmesi de.5

Hemen her oyuncunun etrafındaki entourage (kanka takımı) genelde bu arkadaşlarından oluşuyor. Onların da daha başka bir hayata geçme arzuları, iyi niyetli olanların kendilerine yeni imkanlar sağlayan sporcu arkadaşlarını sorunlardan soyutlama çabaları var. Ama bağlar bazen çok güçlü oluyor. Birini geçmişinden çekip çıkarmak kolay ama ya geçmişi o kişinin içinden çıkarmak? Onu da para sağlıyor büyük oranda.

Paranın getirdiği bütün imkanlarla yaşanan başka bir hayat tarzı ister istemez zaman içinde önce zayıflatıp daha sonra da kopartıyor bu bağları. Geçmişe olan bağlılık, özlem, minnet, aidiyet gibi bilumum duygu etrafındaki kapalı entourage’la tatmin edilmeye çalışılıyor. Bir süre sonra da soyutlanıyor zaten. Benzer hikayeleri hayatın pek çok alanında görmüyor muyuz? Sosyoekonomik sınıf değişimlerinin sonuçları işte. Her toplumda, her grupta, her yapıda farklı cereyan etse de sonuçları oldukça paralel.

Milyon dolarlar kazandıktan sonra eğer Iverson gibi özel bir karakter değilseniz eski hayat tarzına tutunmak imkansız. Çünkü o paranın getirdiği çok ağır bir sorumluluk, pek çok kişinin, sevdiğiniz, değer verdiğiniz kişilerin, o parayı veren takım ve binlerce sana güvenen taraftarın sorumluluğu. Artık mücadele sadece hayatta kalmak değil, başkalarının hayatından sorumlu olmak.

Ancak NBA’de çok farklı bir karakter top koşturuyor şu sıralar: Atlanta’nın çaylak oyuncusu Ivan Johnson. Çok zor şartlarda büyüyen bir başka oyuncu Johnson. Ancak NBA kapıları ona 10 yıl geç açıldığı, büyük paralar ve ışıltılı şöhrete kavuşmadığı için ‘yaşam kavgası’ hayat tarzını artık tam anlamıyla karakter olarak edinmiş bir figür o. Sahaya ilk çıktığı anda bir meselesi olduğunu, bir şeylerin kavgasını, var olma savaşında olduğunu anlamak hiç de güç değil. Yetenekleri sınırlı olabilir ama var olma içgüdüsünün sınırı yok.

Hakkında bilinenler çok fazla değil henüz. Bu sezon 15 dakika ortalamada 6 sayı, 4 ribaund ortalamaları ile oynuyor. Pek dikkat çekici sayılmaz. O yüzden belki etrafında hayatını, zihnini didik didik etmeye çalışan bir gazeteci ordusu yok ama şu ana kadar sahadaki tarzı ve kendisi ile ilgili ortaya çıkan sınırlı detaylar onu ligin en ilginç karakterlerinden biri yapmaya yetiyor da artıyor bile.

Neler mi biliyoruz?

  1. 28 yaşında bir çaylak. Yani LeBron James’le yaşıt ama birinin NBA’de dokuzuncu, diğerinin ilk senesi.
  2. Dört yılda dört farklı üniversite takımında oynamış. İlk ikisi junior college olarak geçen iki yıllık küçük akademi türü yerler. Üçüncü yılı Cal State San Bernardino’da. Son yılında nihayet biraz eli yüzü düzgün bir üniversiteye Oregon’a geçiyor. Ama orada koçu “sinirlerine hakim olmakta zorlandığından” dolayı bursunu yenilemeyince okulu bırakıyor.
  3. 2008-2010 arasında Kore Ligi’nde oynuyor. Hakemlerle yaşadığı bir tartışma çok büyüyor. Sonuç: Ömür boyu men.
  4. 2010-2011 sezonunda NBDL’de oynuyor. İlk dokuz maçta beş teknik faul alıp bir kez oyundan atılıyor.
  5. Aksesuar olarak elmas bir dişliği var ve maçlarda çıkarmıyor.

Ağzından çok az demeç ve ancak tek bir kısa röportaj duyuldu henüz. Bazı satırbaşları:

“Lisede hiçbir üniversite benimle ilgilenmedi. Ben de basketboldan bir yol olmayacağını düşündüm. Liseyi bitirir TIR şoförü falan olurum herhalde diyordum. Ama annem yüzünden bırakmadım basketbolu. Onun hayatı boyunca çektiği zorlukları, beni yetiştirmek için yaşadıklarını düşünüp, onu rahat ettirebileceğim tek yolun bu olduğuna karar verdim.”

“Annem benim yetenekli olduğumu biliyordu ama beni de iyi tanıdığı için lisede hiçbir maçıma gelmedi. Beni küfür ederken, birileriyle tartışırken görmek istemediğini söylerdi. Herkese küfür ederdim. Kendime, takım arkadaşlarıma, rakiplere, hakemlere, tribünlere.”

“Ben idmanlarda çok sert oynarım. Oregon’dayken takımdaki çocuklar gidip koça mızmızlanmışlar çok sert oynuyorum diye. Onları karşıma alıp ‘Ne diyecekseniz bana söyleyin’ dedim. Ortalık biraz elektriklendi. Ama abartacak bir şey yok. Kavga falan olmadı itiş-kakış sadece. Ama Oregon’dan atılmam o olaydan olmadı. O zamanlar sürekli kızgındım. Hep bir şeylere kızıyordum. Başta kendime ve hakemlere elbette. O ortamda koçlar da bir şey söyleyince kontrolden çıktığım oluyordu bazen. Sonunda beni gönderdiler.”

“Annem öldükten sonra da ona verdiğim sözü tutmak için daha çok çalıştım. Ona basketbolla hayatıma çekidüzen vereceğimi söylemiştim. Biliyorum beni izliyor o yüzden asla geri adım atamam. Sonuna kadar savaşmalıyım. Tutacak bir sözüm var. Annemle halen arada konuşuyorum. Ona hep sözümü tekrarlıyorum. Onun yüzünü dövme yaptırmıştım o yüzden hep yanımda zaten.”

“Sadece onun için oynamıyorum. Erkek kardeşim, yeğenim, babam hepsinin maddi sorunları var. Hepsi için oynamak zorundayım.”

“Artık bu öfkeyi kullanmayı öğrendiğimi göstermem lazım. Başkalarının beni sinirlendirmesine izin vermeyip bütün meselemi topla, oyunla halletmem gerek. Bunu kanalize etmeyi öğrenmeye çalışıyorum.”

Ve en son olarak geçenlerde Atlanta Journal-Constitution gazetesi muhabirinin kendisine rakiplerin en iyi oyuncularını savunmaktan neden hiç çekinmediği sorusuna verdiği yanıt:

“Ben pek basketbol izlemiyorum. O yüzden kim kimdir pek fikrim yok. O yüzden benim için çoğunun sıradan oyunculardan farkı yok. Tamam Kobe’yi LeBron’u falan biliyorum da diğerleri kim pek bilmem açıkçası. Ama zaten bilsem de neden çekineyim ki. Şunun şurasında basketbol oynuyoruz.”

Ivan Johnson… NBA’in en farklı karakteri. Kimbilir belki en farklı değil tersine en az değişmiş olanı demek gerekiyor.

  1. 8 Mile filminin sonundaki rap atışmasında B-Rabbit’in Papa Doc’u paçavraya çevirdiği dizelerin en can alıcısı. “Yarı yarıya sahtekar diye bir şey olmaz” anlamında. Olmaz elbette. Ya sahtekarsındır ya değil. Yani yankesici cepten paranın sadece yarısını çalınca yarı yarıya hırsız olmaz. Hırsızdır işte. Bu söz aslında daha önce Mobb Deep’in Shook Ones şarkısında kullanılmış ve meşhur olmuştu. Eminem ve Mobb Deep’in şarkının bütününe bakarak kullandığı anlamıyla daha net anlamı ise: “Sert görünüyorsun ama bu tamamen poz.” http://www.youtube.com/watch?v=z0BF1qnsYDU []
  2. Gelmiş geçmiş en iyi dizi midir? Öyle bir liste olsa tepede olup olmayacağı subjektif bir mesele olsa da çok müstesna bir yeri olacağı kesin []
  3. Duyunca alaya alsak da bu sözün bize de “Bu devirde ya topçu olacan ya popçu” diye tercüme edilmesi ne acıklı. []
  4. The Wire demiştik değil mi? []
  5. 17 yaşında hukuk skandalı bir dava sonucu hapse düşmüş birinin o günleri beraber geçirdiği arkadaşlarına bağlılığı çok daha büyük oluyor elbette ama tek neden bu değil. Iverson asla başka bir sınıfa ait olmak istemedi, asla paraya çok önem vermedi ki. []