Johannes Draaijer'in Yaşamı ve Ölümü

Hollanda'nın Friesland bölgesinde doğan profesyonel bisikletçi Johannes Draaijer'in, henüz 27 yaşındayken uykusunda ölmesinin üzerinden neredeyse 25 yıl geçti.

Paul Kimmage • Irish Independent

1

Kim Korkar Johannes Draaijer'den?


“Bir insanın ölümü, kendisi hakkındaki her şeyi kesin bir sona kavuşturur. Ancak ölüm, bir insan hakkında bilinenleri arttırmaz. Lakin hali hazırda bilinenlerin sınırları belirginleşir, kesinleşir. Belirsizliklerin aydınlanmasını, bilinenlerde büyük değişiklikler yaşanmasını ya da daha fazlasını öğrenmeyi ise ummayız. Bu öykünün kahramanı artık bizleriz, kendi kendimize kararlar almaktan başka çaremiz yok.” — John Berger, A Fortunate Man
Johannes Draaijer'in şüpheli ölümünü Paul Kimmage araştırdı ve yaptığı görüşmeleri, o günlerde takım içinde olan bitenleri ve Draaijer'ın kısa hayatına dair notları Ağustos 2014'te dört haftalık bir yazı dizisiyle Irish Independent'ta yayınladı. Niko ve Anıl bu ilginç ve hüzünlü hikayeyi Yazıhane için Türkçe'ye çevirdi.
Hollanda'nın Frıesland bölgesinde doğan profesyonel bisikletçi Johannes Draaijer'in, henüz 27 yaşındayken uykusunda ölmesinin üzerinden neredeyse 25 yıl geçti ama isminin telaffuz edilmesi dahi, o dönemki meslektaşlarının içine korku salmayı sürdürüyor. Akıllara tek bir soru geliyor: Neden?
Geçtiğimiz Ocak ayında Draaijer'in mezarını ziyaret ettim. Eski takım arkadaşlarından birkaçına ulaştım. Bazıları onun hakkında konuşmayı reddetti; bazıları (isimlerinin açıklanmaması kaydıyla) sorularımı yanıtladı. Birazdan okuyacağınız, bir Şubat akşamının son saatlerinde yaşanan telefon konuşması; sorduğum sorulara aldığım yanıtların tipik bir örneğidir. Konuştuğum adamın sorularımdan rahatsız olduğunu, net cevaplar vermemek için elinden geleni yaptığını anlayabilirsiniz. Ancak konuşulanları yalnızca okuyarak sesindeki korkuyu hissedebileceğinizi sanmıyorum.
“Johannes Draaijer hakkında bir yazı yazıyorum.”
“Evet.”
“Ve ona olanlar hakkında tabii...”
(Sessizlik)
“Evet.”
“Bu konuda bana yardımcı olabilirsen, çok iyi olur.”
“Yani... Doping yüzünden öldüğünü düşünüyorsundur, kesin... Öyle düşünüyorsun, değil mi?”
“Bilmem ki.”
“Bence doping yüzünden ölmedi. Doping yüzünden öldüğüne gerçekten inanmıyorum.”
“Bu inancın temelinde ne var?”
“Etkileyici bir performansını görmedim. Bir yerlerde, yarıştığı bir Fransa Turu'nda iyi sonuçlar aldığını görmüştüm ya da okumuştum ama o yıl Tour'a katılmamıştı bile.”
“Hangi yıldı o?”
“Hatırlayamıyorum. Bir yerlerde okumuştum işte.”
“Tour'da senle beraber yarışmıştı.”
“Hangi yıl?”
“1989.”
“1989’da yarışmış mıydı?”
“Evet, senle beraber, aynı takımda yarıştınız.”
“Kayda değer bir sonuç alamamıştı, değil mi?”
“Son etapta yapılan zamana karşıyı 20’nci bitirdi.”
“Ama bu, etkileyici bir sonuç sayılmaz ki... Zamana karşıda 20’nci olması gayet iyi tabii ama zaten iyi bir zamana karşıcıydı, değil mi?”
“Bak, ben bu adam hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Bu yüzden seni aradım. Sen onun takım arkadaşıydın. Ben ise bu çocuk hakkında hiçbir şey bilmiyorum.”
“Güçlü bir yarışçıydı tabii ama bundan daha iyi bir sonuç alamamıştır eminim.”
“Ölümü hakkında neler hatırlıyorsun?”
(Cevap yok.)
“İstersen biraz düşün, seni daha sonra tekrar arayayım?”
“Hayır, ben... Şey... Ne zaman ölmüştü? Kasım ya da Aralık ayı mıydı?”
“1990 yılının Şubat ayıydı. Sicilya’daki bir yarıştan evine dönmüş, bir günlüğüne. Uykusunda ölmüş. Onunla beraber Sicilya’daki yarışta mıydın, yoksa başka bir yerde miydin?”
“O yıl beraber yarıştığımızı sanmıyorum.”
“Şubat ayında mı demek istiyorsun, sezon başında yani?”
“Evet, beraber yarışmadık diye hatırlıyorum. Ruta del Sol’de yarıştım galiba ya da öyle bir şey. Sicilya’da beraber yarıştığımızı sanmıyorum. Hayır hayır, yarışmadık. Ama önceki yıl... Dikkatimi çeken bir şey olmadı.”
“Performansıyla ilgili dikkatini çeken bir şey olmadı?”
“Hayır, olmadı.”
“Peki ya takımdaki doping durumu?”
“Ne demek istiyorsun?”
“O takımda bolca doping yapıldı. Nasıl yapıldı? Maddeler nereden geliyordu? Kim organize ediyordu?”
“Ne demek istiyorsun?”
“O yıl, takımın doktoru Peter Jansen’di.”
“Hatırladığım kadarıyla 1989’da, o takımda çalışıyordu. Evet.”
“Nasıl bir adamdı bu? Nasıl çalışıyordu? Nasıl bir düzeni vardı?”
“Şey, bu konuda... (derin bir nefes alıp verir) Bu konuda da dikkatimi çeken bir şey olmadı.”
“Peki, ben sana durumu biraz açıklayayım: Draaijer hakkında bir yazı yazıyorum. Senin yardımına ihtiyacım var. Bu konuyu bir düşün, ben de seni yarın bir daha arayayım. Hollanda’ya gittim. Orada birkaç kişiyle konuştum. Draaijer’in başına gelenler, bu spor için gerçekten bir utanç kaynağı.”
Draaijer’e ne olmuştu?
“Adam henüz 26 yaşındayken, uykusunda öldü.”
“Evet, bu dediklerini anlıyorum.”
“Bu olaydan üç ay önce (başka bir Hollandalı profesyonel bisikletçi) Bert Oosterbosch da uykusunda öldü ve ondan birkaç ay önce de başka biri. O dönem, böyle art arda ölümler yaşanmıştı.”
“Doğru.”
“Sen, Draaijer’in takım arkadaşıydın. Onunla bir yıl boyunca aynı yarışlarda bulundun. Ben onun hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Bu yüzden, senden onun hakkında bir şeyler anlatmanı rica ediyorum. Ne olursa.”
“Onunla beraber pek yarışmadık.”
“Fransa Turu’nda beraberdiniz.”
“Evet.”
“İsviçre Turu’nda1Bisiklet takip etmeyen okurlar için belirtelim: İsviçre - Fransa Turu ikilisi için, WorldTour takviminin en şaşaalı iki yarışı denebilir. Fransa Turu’nun önemi artık herkesçe malum. İsviçre ise Tour de France’a katılmayı hedefleyen yarışçıların kendilerini son bir kez kanıtladıkları yarış konumunda.da beraberdiniz.”
“Evet.”
“Bu iki yarışın olduğu dönem, yol yarış takviminin en güzel kısmı.”
“Doğru ama o hiçbir şey kazanmıyordu. Ne bileyim, o... Onunla ilgili sıradışı hiçbir şey hatırlayamıyorum.”
“Cenazesine gittin mi?”
“Hayır.”
“Gitmedin mi?”
“Hayır, gitmedim.”
“Bütün takım gitmeme kararı mı almıştı?”
“Cenazenin üstünden çok zaman geçti. Kim gitti, kim gitmedi bilmiyorum ama ben gitmedim.”
“Olay yüzünden şoke olmadın mı?”
“Elbette şoke oldum ama çok genç yaşta biri olması yüzünden. Ama durumu... Durumu takımda gördüğüm bir şeyle falan ilişkilendirmedim.”
“Evet.”
“Sen neler duydun?”
“Çok şey.”
“Ne gibi?”
“Detaylı anlatamam. Çünkü daha yazıyı yazmadım. Bu yüzden seninle konuşuyorum zaten. Bana yardımcı olabilirsin diye düşünmüştüm. Ama belli ki olamayacaksın.”
“Evet.”
“O takımda doping yapıldığına şahit olmadın yani?”
“Şahit olmadın derken... Hiç kimsenin dopinge zorlandığını görmedim. Armstrong tipi bir sistem ya da ona benzer bir şey yoktu.”
“Ben yarışçıların dopinge zorlandığını duydum.”
“Hayır, öyle bir şey yoktu.”
“Peki. Sen bunu bir düşün. Aklına bir şey gelirse, bana dönersin.”
“Tamamdır.”
Beni bir daha aramadı.
Annalisa Schmad ve Johannes Draaijer çifti düğünlerinde.

2

Yarım Kalmış Bir Aşk, Yarım Kalmış Bir Mezartaşı


“Hollandalı bisikletçi Johannes Draaijer, 1987’deki Peace Race’de iki, 1989’daki Vuelta a Murcia’da bir etap zaferi kazandı. Aynı yıl Tour de France’da takım klasmanı galibi olan PDM’in bir parçası olup yarışı 130’uncu sırada bitirdi.
Draaijer, bitirdiği başka bir yarıştan birkaç gün sonra 27 Şubat 1990 günü uyku sırasında geçirdiği kalp krizi nedeniyle hayatını kaybetti. Pek çok insan ölümüne performans yükseltici ilaç eritropoietinin (EPO) sebep olduğunu düşünse de bu iddialar kanıtlanamamıştır. Yapılan otopsi, ölüm sebebini ortaya koymakta yeterli olamamış ama Draaijer’in eşi Alman haber dergisi Der Spiegel’e sporcunun EPO kullanmaya başladıktan sonra hastalık belirtileri gösterdiğini söylemiştir.
Draaijer, 1989’da hayatını kaybeden Bert Oosterboch’un ardından ölümü EPO’ya bağlanan ikinci Hollandalı bisikletçidir.”— Wikipedia
Hollanda’nın Sondel köyü, Ocak aylarında oldukça soğuk ve izbe bir yer. Draaijer’in doğduğu ve evlendiği yeri geçip huzur içinde yattığı yere, nihayet, varıyoruz. Küçük kahverengi kilise ve mezarlık, Buekenswijkstraat köyünün tam kalbinde duruyor. Amsterdam’dan yola çıktığımızdan bu yana durmaksızın yağan yağmur, arabadan dışarı adım attığımız anda kesiliyor.
Annalisa’nın peşinden giderken kapıdan geçip mezarlığın taş yolunu takip ediyorum. Mezarlar oldukça düzenli ve bakımlı ama gördüğüm ilk mezar taşları sebebini açıklayamadığım bir biçimde boğazıma yumruk gibi oturuyor. Buraya gelmem için hiçbir mantıklı sebep yok. Onun mezarına bu çiçekleri getirmem için de... Johannes Draaijer’le bir kez bile sohbet etmedik. Vatandaşım değildi, aynı takımda yarışmamış ya da arkadaş olmamıştık.
Ama yine de...
Draaijer öldüğünde Sunday Tribune’de spor yazarlığına başlayalı henüz üç hafta olmuştu. Yeni işime uyum sağlamaya çalışıyordum. Lyon’da Mick McCarthy’yle röportaj yaptıktan sonra Fransa’yla İrlanda’nın oynayacağı Six Nations2Her yıl İngiltere, Fransa, İrlanda, İtalya, İskoçya ve Galler rugby milli takımları arasında oynanan uluslararası bir şampiyona.maçı için Paris’e giderken kahve almak için durduğumda L'équipe’in verdiği haberi gördüm. Şok olmuştum.
Altı ay önce eski dünya şampiyonu Bert Oosterbosch, 32 yaşında kalp krizi yüzünden hayatını kaybetmişti. Ondan bir ay önce, Draaijer’in PDM’deki takım arkadaşlarından Hans Daams kalbindeki bir rahatsızlık yüzünden sporu bırakmak zorunda kalmıştı. Hollanda’da neler oluyordu? PDM’de neler dönüyordu? Bu kafa karıştırıcı ve endişe uyandıran olaylar dizisine o haftaki köşemde yer vermiştim:
“Bu ölümlerin sebebi bisiklet sporunun zorlu şartları olabilir mi? Bilmiyorum. Tour gibi bir yarışın mantıklı olup olmadığını, hatta bisikletin bir bütün olarak ne kadar mantıklı bir spor olduğunu bu köşede daha önce de sorguladım. Üç hafta süren bir yarış için her gün beş saat boyunca kalbinizin gümbür gümbür atması; vücudunuzun çok fazla stres ve yük altında kalması, çok fazla ter atmanız anlamına geliyor. Peki bu, doğal bir şey mi?”
Üç ay sonra, L'équipe üç buçuk sayfalık bir araştırmayla bu ölümleri tekrar masaya yatırdı. Araştırmaya göre yaşananlar kesinlikle doğal değildi ve EPO adlı yeni bir mucize ilaç pelotonda elden ele dolaşıyordu. Maastricht Üniversitesi’nden fizyolog Eugene Janssen bu büyük tehlikeye karşı sporcuları uyarıyordu:
“Kortikosteroid kullanımı bisikleti uzun yıllar kasıp kavurdu ama şu an herkes EPO’yu konuşuyor. Bu hormonun birkaç özelliği var. Kandaki oksijen miktarını artırıyor ve irtifa antrenmanlarına kıyasla çok daha zahmetsiz bir yoldan başarıya gitmenizi sağlıyor. Ama ilacı alan kişi uykuya daldığında da onun için çok önemli bir tehlike oluşturuyor: Kalp atışlarınızın ritmi düşüyor ve kanınız yoğunlaşmaya başlıyor. Dolayısıyla kan dolaşımı yavaşlıyor. Bu şartlarda kalbiniz durabilir.”
Johannes’i EPO mu öldürmüştü?
Johannes’in dul eşi Annalisa Schmad kocasının doping yapmadığı konusunda ısrarcıydı: “Dopingin bisikletteki varlığının farkındayım ve son zamanlarda EPO gündemi fazlasıyla işgal ediyor ama Johannes bu tür şeylere her zaman karşıydı. Kendisine iğneyle B vitamini verilmesini bile kabul etmezdi. Oda arkadaşı Raul Alcala da aynı onun gibiydi.”
Annalisa, Johannes’in tuttuğu küçük bir günlükten de bahsediyordu: “Hepsini okudum. İçinde, akıllara doping yaptığını getirebilecek hiçbir şey yok.”
Mayıs 1990’da L'équipe’e verdiği bu kısa demeç, Annalisa’nın konu hakkında gazetecilerle yaptığı ilk ve son görüşmeden. Der Spiegel’e asla konuşmadı. Kocasının günlüğünü asla yayınlanmadı.
Mezara varıyoruz. Mezar taşının dibine çiçekleri bırakırken iki Johannes Draaijer’in yan yana yattığını fark ediyorum. “Babası” diye açıklıyor Annalisa. “Johannes’in öldüğü yıl akciğer kanserine yakalandı. Sonraki sene, Ocak ayında öldü.”
Şafağın günü ışıtan aydınlığı bulutları yarıyor. Bir adım geriye çekilip kısık sesle dua ettikten sonra mezar taşına kazınmış yazılara bakıyorum.
Sevgi ölümsüzdür... Sevgi dolu bir eş Evlat ve kardeş Johannes Draaijer 08.03.1962 – 27.02.1990
“Yarış bisikleti mezar taşında da olsun istedim. Bir fotoğraftan alıp kabartmasını yaptılar. Ben de yarım kalmış bir mezar taşı seçtim. Çünkü onun hayatı yarım kaldı.”
Annalisa, Johannes’i 25 yıldır yalnız bırakmıyor.
Bunları söylerken bugün bile ağlıyor.
“Bazen her şey daha dün yaşanmış gibi geliyor. Hala onun için ağlıyorum. Yatakta öylece yatışını hatırlayarak uyanıyorum. Geçen onca zamana rağmen her gün onu düşünüyorum. 24 yıldır bir an olsun aklımdan çıkmadı.”

Johannes’in öldüğü sabah Annalisa’nın, (Tour’u üç kez galip bitiren efsane bisikletçi Greg LeMond’un eşi) Kathy Lemond’la yaptığı ancak bugün hatırlayamadığı telefon konuşmasını Bayan LeMond anlatıyor:
“Telefona uzandığımda odamız kapkaranlıktı. Hemen paniğe kapıldım. Derin uykudan uyandıran telefonlar asla iyi haber getirmez. Anneme veya babama bir şey olmuştur ya da Amerika’daki evimizde kötü bir durum vardır diye düşünüyordum. Kimse bizi geceleri aramazdı. Greg için uykunun ne kadar önemli olduğunu herkes bilirdi. Sonunda telefonu bulup açtım. Duyduğum tek şey çığlıklar ve hıçkırıklardı. Tamamen panik oldum. Bağırarak Greg’i uyandırdım. Telefondakinin kim olduğunu bile anlamamıştım. Sonra fark ettim. Hattın diğer ucundaki Annalisa Draaijer, her şeyi denediğini ama hiçbir işe yaramadığını, ‘onun öldüğünü’ söylüyordu. Teni buz kesmişti. Ambulansın gelmesini bekliyordu ve ne yapmalıyım diye soruyordu. ‘Öldü! Buz gibi, buz gibi. Çok korkuyorum. Allahım!’”

Annalısa’nın Johannes defnedildikten bir hafta sonra büyükannesinden aldığı bir mektup:
Sevgili Anna,
Johannes’in haberini aldığımda çok üzüldüm. Birbirinize ne kadar aşık olduğunuzu ve muhteşem bir geleceğin planlarını yaptığınızı biliyorum. Böyle bir şey kimin başına gelirse gelsin çok üzücü olurdu ama bu kadar genç, önünde uzun bir ömür olan bir insanın başına gelmesi daha da üzücü. Güçlü kişiliğinden ve canın çok acısa da bu felaketin üstesinden geleceğinden şüphem yok. En azından Johannes’le geçirdiğin güzel günlerin anısı sonsuza kadar seninle kalacak. Unutma: Güzel anılar, hiç anıların olmamasından daha iyidir.
Johannes toprağa verildiği gün baş sağlığı defterini imzalayanlar arasında bulunan bisiklet dünyasının tanınmış isimlerinden bazıları: Sean Kelly, Uwe Raab, Steven Rooks, Manfred Krikke, Peter Janssen...

Hollywood’daki Warner Brothers stüdyolarının tozlu raflarında bir yerlerde Kevin Costner’la Annalisa Schmad’ı aynı kadrajda gösteren eski bir görüntü bulunuyor. American Flyers adlı film, spor hekimi Marcus Sommers’in kardeşini kendisiyle Colorado’yla gelmeye ikna edip Rocky Mountains bölgesini bisikletle geçmelerinin öyküsünü anlatıyor.
21 yaşında gelecek vaat eden bir Olimpik sporcu olan Schmad, 1984 yazında bisiklet yarışlarına katılıyordu. Yaşadığı yer Boulder’a kameraların geldiği günlerde, polis rolünde oyunculuk kariyerine başladı. “Morgul-Bismarck pistini biliyor musun? Oradaki duvarın (parkurdaki dik tırmanışı kastediyor) tam tepesinde bir kaza sahnesi çekilecekti. Ben de şöyle diyordum: ‘Yoldan çekilin! Buraya bir ambulans çağırın!’”
“Repliğim buydu. 25 kere tekrarlamam gerekti. Costner’ın yeni yeni ün kazanmaya başladığı zamanlardı. Ben de ‘Aktris olacağım, Hollywood’a taşınacağım’ diye düşünüyordum. Ama başaramadım.”
San Jose’de doğmuş ama San Diego’da büyümüştü. Müzik ve spor aşığı bir çocuktu. Avukat babası Alman kökenliydi. Öğretmen annesi İrlanda ve Fin meleziydi. Gençlik yıllarında kayak tek tutkusu olmuş ve Brigham Young Üniversitesi’nde muhasebe ve müzik okuduktan sonra Boulder’a taşınmış akabinde bisikleti keşfetmişti.
“Kaçmayı severdim. Benim için bisiklet, kaçmak demekti. Düşüncelerimle ve yolla baş başa kalmayı ve kendimle rekabet etmeyi seviyordum. Sürekli olarak kendimle zihinsel bir mücadele içindeydim. Güçlü olmam gerekiyordu.”
Hollywood’un kaybı, bisikletin kazancı oldu. Annalisa basamakları hızla tırmandı ve 1986’da Colorado Springs’te yapılan Dünya Şampiyonası’nda Amerika’nın yedek takımına girdi.
Hayatının değiştiği gün (20 Ağustos Çarşamba), Olimpik Antrenman Merkezi’nde yaptığı bir kahvaltıyla başladı.
“Sporculara ayrılan bölüm bir çeşit konferans salonuydu ve upuzun masalar sıralanmıştı. İlk oturan o muydu ben miydim, hatırlayamıyorum ama karşılıklı oturmuştuk ve ona bakıp şöyle düşündüğümü hatırlıyorum: ‘İşte evleneceğim adam bu.’”
“İsmini ya da nereli olduğunu bilmiyordum. Ben de kendimi tanıttım. İsminin Johan olduğunu söylemişti. Çok tatlıydı. Hollandalı bir oğlan çocuğu gibiydi. Yumuşak bir sesle konuşuyordu ve İngilizcesi harikaydı. Kendi kendime ‘Evet, işte o bu. Onu tanımak istiyorum’ dedim.”
Johannes Draaijer Hollanda’nın en kuzeyindeki Friesland eyaletinde bulunan 800 nüfuslu küçük kasaba Sondel’de doğmuştu. Dört çocuklu bir ailenin ikinci çocuğuydu. Johannes ve kardeşi Neeltje küçük bir çiftlikte büyüdüler. Draaijer’ler her Pazar kiliseye gidiyor, her akşam yemeğinden sonra İncil’den bir pasaj okuyorlardı.
Johannes iyi trompet çalıyordu, okulda başarılı bir öğrenciydi. Hidrolik mühendislik okumak için üniversiteye girmeye hak kazanmıştı. Spor aşkının başlangıcı sürat pateniyle olmuş ama bisikletin gerçek tutkusu olarak hayatındaki yerini alması uzun sürmemişti. Çok geçmeden bölgesel amatör takımla girdiği yarışları kazanmaya başlayacaktı.
Düz yollarda gücünü sergileyen Johannes, gösterişli değil istikrarlı bir yükselişe imza attı. 1985’de Hollanda ordu takımıyla birkaç yarışa katıldı ama asıl sıçramayı bir yıl sonra yapıp (tıpkı Annalisa gibi) Colorado Springs’teki Dünya Şampiyonası için yedek takıma seçildi.
“İlk zamanlarda seçilmekte zorlandı” diyor Annalisa. “Sporda başarılı olmak için zaman zaman acımasız ve hırslı olmak gerekiyor. Bu, onun için çok zor bir şeydi. O çok yumuşak, çok dindar bir adamdı. Tanrı’yı severdi.”
1986 Dünya Şampiyonası’nı ikisi de kenardan izledi ama Draaijer’in şikayet etmeye hakkı yoktu. Hollanda takım zamana karşı yarışını kazanıp yol yarışında da ikinci ve üçüncüyü çıkarmıştı. Ama Johannes eve en az bir ödülle daha dönmeyi kafaya koymuştu.
“Yarışlar sırasında beraber takılmaya başladık. Howard Johnson’ın otelinde kalıyordu. Herbert Dijkstra’yla aynı odadaydılar. Oradaki havuzun yanına otururduk. Yüzmeleri yasaktı. Bisikletten ve başka şeylerden konuşurduk. Son gece büyük bir parti oldu. John Talen (ki o sene iki madalya kazanmıştı) beni öpmeye çalıştı. Johannes beni kıskanmıştı.”
“Normalde alkol almazdı ama o gece rom ve kola içip biraz sarhoş oldu. ‘Bana bak, o benim’ deyip beni öptü. Ertesi gün onu hava limanına bırakıp ülkesine uğurladım.”
Johannes, Hollanda’ya yaptığı uçuşu şöyle anlatıyor:
“Amsterdam uçuşumuz iyi geçti. Chicago’da uzun süre beklemek zorunda kaldık. Bütün takım hep beraber yemek yedik. Diğer uçuşa kadar dükkanları dolaştık. Uçakta uyuyakalmışım. 8.30’da Amsterdam’a inmiştik. Ailem ve sponsorumuz AMEV’in dünya şampiyonları için hazırladığı çiçekler bizi bekliyordu. Colorado’ya giden herkese bir hediye verildi. Bana verdikleri hediyenin tesadüfen memleketimin resmi olduğunu öğrendiğimde, değeri benim için bir kat daha arttı. Eve geldiğimde ilk iş bisikletimi topladım ve çektiğimiz fotoğrafları bastırmak için stüdyoya koştum.”
Annalisa kendisini evden aradıktan üç gün sonra Johannes’in verdiği cevap:
“Sen aradığında ne diyeceğimi bilemedim. Bütün ailem dinliyordu. Pek konuşamadık. Çok fazla şey söylemeye cesaret edemedim. O yüzden şimdi bunları yazıyorum. Seninle olmadığım için üzülme. Son birkaç gündür seni ve beraber geçirdiğimiz günleri düşünüyorum. Beraber olup birbirimizi daha iyi tanıma şansımızın olmaması çok kötü. Bu şekilde yakınlaşmak zor geliyor. Demek istediğimi anlıyorsundur. Umarım dediklerimle seni üzmüyorumdur. Hollanda’ya geldiğinde beraber vakit geçireceğiz, sana evimi göstereceğim. Benim için çok özelsin. Her gün seni düşünüyorum. Beraber geçirdiğimiz günler harikaydı.”
14 Eylül günü Johannes’in Anna’ya yazdığı ilk mektup:
Sevgili Anna,
Sana bu mektubu yazdığım sırada park alanının hemen dışındaki arabamda Breda’yla Tilburg arasında bir yerdeyim. Dışarısı soğuk ve yağmurlu. Sana hediyeni verdiğimiz sırada Herbert’in (Dijkstra) çektiği fotoğrafını mektupla yollayacağım. Şu an önümde duruyor. Ona bakarken seni düşünüyorum. Radyoda Lionel Richie’den “Say You, Say Me” ve bazı başka aşk şarkıları çalıyor. İçimde harika bir his var. Beraber geçirdiğimiz o son geceki hisse benziyor ama bu kez çok daha bilinçliyim. Bu çok güzel bir his. Son gece benimle kaldığın için öyle mutluydum ki. Tabii, biraz da sarhoştum! Doğru düzgün yürüyebilmem için yardımın gerekmişti. Büyük olasılıkla normalde olduğumdan farklıydım. Kendimi daha az kısıtlıyordum, daha özgürdüm: Daha az utangaçtım. Uyuyamayacak kadar da yorgundum. Sen hayatıma giren ilk kızsın. Bana öyle nazik, yumuşak, tatlı, güzel ve sevgi dolu davrandın ki... Bana verdiğin her şey için teşekkürler. Seni özlüyorum. Hollanda’ya geleceğin günü iple çekiyorum.
Aynı mektuptan yarışlara dönüşüyle ilgili bir kısım:
Dün, eve döndüğümden bu yana ilk yarışıma çıktım. Hava soğuktu ve yolun yarısında yağmur başladı.
Fena da gitmiyordum ama bir kazaya karıştım. Önümdekilerden birisi düştü ve ben de ona takılıp düştüm. Neyse ki ciddi bir sakatlığım yok, yani üzülmene gerek yok. Tom Cordes kazandı. Bugün de Tilburg’da yarışacağım. Saat şu an öğlen bir. Şimdi yemek yemem gerekiyor. Yarış saat dörtte. Yarıştan sonra mektubu bitireceğim.
O akşam sonraki saatlerde mektubu bitiriyor:
İşte döndüm! Harika bir yarış oldu. Başlar başlamaz kaçtım ve içlerinde takım arkadaşım Jo van Arle’ın da olduğu beş kişilik bir grup kurduk. Geridekiler bize hiç yaklaşamadılar. Takım arkadaşım kazandı, ben de üçüncü oldum. Hollanda takımındaki herkes sana selam yolladı. Eve döndüğümde annem aradığını söyledi. Çok naziksin, sağ ol ama bana mektup yazmanı tercih ederim. Pek fazla evde olmuyorum ve bütün ailem söylediklerimi duyarken telefonla konuşmak beni huzursuz ediyor. Mektubun henüz elime geçmedi ama yazdıklarını çok merak ediyorum. Hollanda’ya geldiğinde hemen yanıma gelmelisin. Ailem seni çok merak ediyor. Çünkü onlara senle ilgili pek bir şey anlatmadım. O güne dek Amerika’da mutlu olmanı, hiç üzülmemeni diliyorum. Hollanda’da görüşmek üzere.
Sevgilerle,
Johannes.
Draaıjer, Eylül ayında üç yarışa daha katıldı. Franeker’de yedinci, Dronten’de altıncı oldu. Ekim ayında İspanya’da yapılan Volta a L’Emporda yarışının bir etabını kazandı ve Grand Prix de France’ı sekizinci bitirdi. Ama en dikkat çekici performansı İrlanda’daki Nissan Classic’te geldi.
2 Ekim 1986 günü The Irish Times gazetesinde yayınlanan haber, açılış etabını şu sözlerle anlatılıyordu:
“Yarışın başlamasıyla birlikte hareket de başladı ama kısa süre sonra ortalık duruldu. Çünkü Hollandalı amatör yarışçı Johannes Draaijer kolaylıkla arayı açtı ve ana grup da kaçmasına izin verdi.
Draaijer’le arka grup arasındaki fark 14’ncü kilometrede iki, 28’inci kilometrede yedi, 56’ncı kilometrede 12 dakika 20 saniyeye çıktı ve arkadan hiçbir reaksiyon gelmedi.”
Yarışın organizatörü ve (geleceğin UCI başkanı) Pat McQuaid, Aralık 2012’de The Examiner’a verdiği bir röportajda yarışın o etabını şöyle değerlendiriyor:
“Birinci etap 217 kilometreydi. Düz bir rotada ilerleyip Eyre Meydanı’nda bitiyordu. Johannes Draaijer adında Hollandalı genç bir yarışçı Lucan’dan çıkarken ana gruba atak yaptı. Turuncu mayosuyla tek başınaydı. Athlone’a kadar 12, 13 ve en sonunda 14 dakikalık bir fark oluşturdu.
En öndeki yarış aracını ben sürdüğüm için bütün gün dikiz aynamdan onu izledim ve onun için çok mutlu oldum. Bir amatörün profesyonelleri alt ettiğini, dünyanın en iyi bisikletçilerinin bir kısmını yendiğini görmek çok keyifliydi. Bir sporsever her zaman underdogu tutar. Belki etabı kazanamadı ama o günkü performansı ona profesyonel olma şansı getirdi. Bir yıl kadar sonra henüz 23 yaşındayken yatağında ölü bulundu. EPO yüzünden...
... Draaijer’in neden öldüğünü biliyorum: Onun ölüm sebebi EPO’ydu.”

Mork & Mindy: Tuhaf bir uzaylı, insanları incelemek için Dünya’ya gelir ve onunla yolları kesişen bir kadının hayatı sonsuza kadar değişir. — IMDB
Johannes, çok geçmeden İrlanda’dan döndü. 9 Kasım 1986 günü Annalisa, Hollanda’ya geldiğinde sezon onun için yeni bitmişti.
Dünya Şampiyonası sırasında tanıştığı Hollandalı bir aile, onu Nieuwkuijk’te misafir edecekti ve bir iş bulup ilişkinin yürüyüp yürümeyeceğini görmek için kendisine üç aylık bir süre vermişti.
Brabant bölgesindeki Nieuwkuijk, Johannes’in Sondel’deki evinden arabayla iki saat mesafedeydi. Ama Annalisa, Draaijer ailesiyle tanışmaya yumurta şeklinde bir uzay gemisiyle milyonlarca ışık uzaktan gelmiş olsa bile kimse şaşırmazdı.
“Onun ailesi için bir uzaylı gibiydim” diyip gülüyor. “Çok yumuşak bir konuşmaları vardı. Muhafazakar ve Kalvinist’tiler. Bense klasik, konuşkan ve sesi çok çıkan bir Amerikan kızıydım. Neye uğradıklarını şaşırdılar. Demek istediğim... Beni sevdiler, ben de onları çok sevdim ama onlar Johannes’in kendi köyünden bir kızla evleneceğini düşünüyorlardı.”
Flemenkçe bilmiyordu ama Breda’daki bir şirketin muhasebe işlerini aldı. Johannes, Cuma akşamları gelip onu Sondel’deki evine götürüyor ve Pazar akşamı kendi evine bırakıyordu. Beraber kros yarışlarına katılıyor, inek sağıyorlardı. Johannes’in kardeşi Neeltje yemek masasında İncil okurken birbirlerine kaçamak bakışlar fırlatıyorlardı.
29 Kasım günü, Annalisa’nın Hollanda’ya gelişinden dört hafta sonra ilk kez beraber oldular. Johannes gülümseyerek şöyle demişti: “Bana nazik davran.” İkisinin de ilk seferiydi. Yedi ay sonra, 7 Haziran 1987 günü Johannes dizlerinin üzerine çöküp Annalisa’ya evlenme teklif etti.
Annalisa gülerek anlatıyor: “Friesland çok resmi ve gelenekçi bir yerdi. Özel davetiyeleri olan çok resmi bir nişan daveti verdik. Kıyafetlerimi bile annesi seçti. Beni bir rahibe gibi giydirdiler!”
“Babası çok eğlenceli bir adamdı ama Neeltje çok muhafazakardı. Diğer insanların önünde el ele tutuşamıyor, öpüşemiyor, hatta birbirimize dokunamıyorduk. Bir de ayrı odalarda yatmamız zorunluydu.”
1987 yılı Johannes’in hayatının dönüm noktası oldu. 25 yaşına gelmişti. Ya şimdi profesyonel olacaktı ya da asla.
Nisan ayında Tour of Normandy’de bir etap kazandı. Hel van Mergelland adlı bir başka yarışı Tom Cordes’in arkasında ikinci bitirdi.
Bir ay sonra Peace Race’de iki, Yugoslavya Turu’nda bir zafer daha yaşadı. Nihayet Haziran ayında, nişanlanmasının üzerinden üç hafta geçmiş ve Ulusal Yol Şampiyonası’nı kazanalı bir gün olmuşken PDM takımından, profesyonel kariyerine başlaması için bir teklif aldı.
İki hafta sonra senelik 50 bin dolar kazanmasını sağlayacak iki yıllık bir sözleşme ve küçük bir mektup posta kutusuna ulaştı.
Sevgili Johannes,
Kontratına ilişkin hazırladığımız anlaşmayı bu zarfta bulabilirsin. Lütfen her paragrafın başına isminin baş harflerini yazıp son sayfayı imzaladıktan sonra bize bir kopyasını geri gönder.
Profesyonel bir bisikletçi olarak başarılı bir kariyerin olmasını bekliyor ve umuyorum.
Seni sportmen duygularla selamlıyorum,
JM Krikke.
“Çok gururluydu” diyor Annalisa. “Bunu başarmak en büyük hayaliydi.”
Amatör bir yarışçı olarak kariyerinin son ayı iki büyük olaya hazırlanarak geçti: Yine kenardan izleyeceği Avusturya’daki Dünya Şampiyonası (“Hollanda takımının antrenörü Andre Boskamp g*t herifin tekiydi. İki yıl boyunca Johannes’in kafasını karıştırıp durdu.”) ve Annalisa’yla yapacağı evlilik.
PDM’in gönderdiği araç Draaijer’lerin evine geldiğinde günlerden Cuma, aylardan Aralık’tı. Araba, genç çifti Buekenswijkstraat’taki küçük kahverengi bir kiliseye götürdü. Balayını Amerika’da geçirdiler. Evli bir çift olarak yeni hayatlarına Hoeven’de kiraladıkları bir evde başladılar. Johannes’in profesyonel kariyeri de işte burada başladı.
Hayat bundan daha güzel olamazdı.
1989’da Steven Rooks önderliğinde takım klasmanında birinci olan PDM takımı.

3

Paris Yolunda Gerçekler ve Sırlar


Peki Johannes Draaıjer’i öldüren şey neydi? Aslında ortada sır falan yok: Doktorlar, Draaijer’in ölüm sebebini Ani Aritmiye Bağlı Ölüm Sendromu olarak tanımlıyor. Bu kalıtsal kalp hastalığı, genç ve sağlıklı insanlarda ölüme sebep olabiliyor. Johannes işte bu yüzden ölmüş. Uyuyormuş ve kalp krizi geçirmiş. Yani sır mır yok.
Ama yine de...
İnsanlar korkuyor. Onunla beraber büyüyen, yaşamı sırasında kardeş ya da arkadaş olarak gördüğü insanların yüzü; Johannes’in adı anıldığında korkuyla doluyor. Bazıları konuştuklarının yazılmaması şartıyla bir şeyler anlatıyor. Bazıları hiçbir şey söylemiyor, hatta bazıları telefonlarımı bile cevaplamıyor. Dul eşi Annalisa’yla Johannes’in mezarına yaptığımız ziyaretin üzerinden beş ay geçmiş olmasına rağmen bu durumu anlamlandırmama yardımcı olacak hiçbir şeye ulaşamıyorum.
Ta ki Annalisa bana evinin tavan arasını gösterene dek.
Hiçbir yere varmayan sorular ve cevaplar yüzünden sabrımın sonuna geldiğim bir Mayıs akşamı, bir yandan eve dönüş hazırlıkları yapıp bir yandan Annalisa’yla konuşuyordum. L'équipe’e verdiği röportajda bahsettiği günlüğü konuşmaya başladık. Üst kata çıkıp etrafına şöyle bir bakındıktan sonra kapının üst tarafında duran küçük bir açılabilir merdivene uzandı.
Tavana doğru çıkarken ben de onu takip ettim. Kafasıyla köşede duran dağ gibi eşya yığınını işaret etti:
Johannes’in kaskı, ayakkabıları, eldivenleri, çorapları ve şişeleri.
İki PDM mayosu kutusunda duruyordu, paketleri açılmamıştı bile.
“Bu eşyalara 24 yıldır elimi sürmedim” dedi.
Çantasını açıp içindekilere baktım: Beş kokker3Soigneurler tarafından bisikletçiler için hazırlanan küçük ilaç takviyeleri.şişesi, birkaç tane ataç (yarış numaraları için), haplar, içinde kağıtlar olan küçük bir cüzdan, öldüğü tarihten 20 gün öncesine ait 43 franklık bir telefon faturası, Annalisa’nın fotoğrafları, Greg LeMond’un telefon numarasının yazılı olduğu küçük bir kağıt parçası, yarış lisansı ve PDM’deki tüm takım arkadaşlarının telefon numarasının bulunduğu bir sayfa.
Ağlamak istiyordum.

İrlanda A Milli Futbol Takımı menajeri Jack Charlton, takımı 1988 Avrupa Şampiyonası’nda Hollanda’ya çekişmeli bir maç sonrasında kaybettikten altı ay sonra Yılın Spor Yıldızları ödüllerinde ‘Yılın Takımı’ ödülünü takdim etmek üzere Hollanda’ya davet edildi. Bussem’deki Spant Tiyatrosu’nda yapılan ödül töreninde ‘Yılın Takımı’ ödülünü o yılın Avrupa şampiyonunun kazanması kimseyi şaşırtmadı.
Euro 1988’in yıldızı Marco van Basten’in de Yılın Sporcusu ödülünü alarak dubleyi tamamlaması bekleniyordu. Ama müzik yükselip ışıklar kapandığında sahneye çağırılan; çakmak çakmak gözleri, uzun boyu ve sarı saçlarıyla Hollandalı bir bisikletçi oldu.
Steven Rooks o yaz yapılan Tour’u ikinci bitirmiş, Alpe d'Huez’de4Nam-ı diğer Dutch Mountain. Tour tarihinde 28 kere geçilen bu efsane tırmanışı sekiz kez Hollandalılar kazanmış. Ülke bisikleti için bu yokuşu birinci bitirmenin özel bir anlamı var.sona eren bir dağlık etabı kazanmış ve Dağların Kralı mayosunu kazanan ilk Hollandalı olarak tarihteki yerini almıştı. Kazanan açıklanırken Van Basten’le yan yana oturuyorlardı ve yüzündeki ifadeden kendisinin de ödülü kazanmayı hiç beklemediği kolayca anlaşılıyordu. “Van Basten, Avrupa Şampiyonası’nda beş gol atmıştı. Konuşmacı benim adımı söylediğinde ‘Bir yanlışlık oldu herhalde’ diye düşünüyordum.”
Rooks, ödülü aldıktan tam 12 yıl sonra doping yaptığını itiraf eden ilk Hollandalı bisiklet yıldızlarından biri oldu. Ocak 2013’te Hollanda gazetesi de Volkstrant, Rooks’un eski soigneurlerinden5En genel anlamıyla bisikletçilerin asistanları. Gerektiğinde beslenme çantalarını hazırlar, yolda beklerler. Gerekirse yarıştan sonra masaj yaparlar. Yaptıkları iş çok basit gözükebilir ama bisiklet takımlarının önemli bir parçasıdır bu meslek grubu.Bertus Fok’un not defterinin fotoğraflarını ve içlerinde Rooks’un da bulunduğu dokuz kişilik Tour takımındaki sekiz ismin kullandığı maddelerin detaylı bir listesini yayınladı:
  • Kortizon
  • Testosteron
  • Kan nakli
  • Kafein
  • Ağrı kesiciler
Johannes Draaijer, 1988’de profesyonel olduğunda işte böylesi çılgın bir dünyaya adım atmıştı. Takım PDM, takım lideri Steven Rooks’tu. 1989’da Tour de France’da beraber yarıştılar ve yedi ay sonra Johannes öldü.
Güzel bir yaz akşamı, Eindhoven’daki Van der Valk otelinin restoranında Rooks’la buluştuk.
“Konuyu Johannes’e getireceğim? Annalisa doping yapıp yapmadığını bilmiyor.”
Bana cevap vermeden baktı.
“Sen biliyor musun?” dedim.
“Hayır.”
“Ama o takımda çok doping yapıldı” diye üsteledim.
“O yıl yapılmadı.”
“1989’da doping yapılmadı yani?”
“Hayır, yapılmadı. Peter Janssen takım doktoruydu. Bana göre mesleğinde iyiydi ama diğer insanlar nasıl çalışıyordu bilemem. Onunla her şeyi açıkça konuşurduk, çılgınca şeyler yapmazdı. 1990 yılında gelen yeni doktorla beraber her şey de değişti. Neden bilmiyorum ama ondan önce her şey normaldi.”

“PDM’i kurduğumuz zaman,pelotondaki en etik takım olmak gibi bir kaygımız yoktu. PDM yöneticileri tarafından bize empoze edilen tek bir kural vardı: Doping yapabilirdik ama bu iş için bir sistem kurmamız yasaktı. Biz de bu kuralı takip ederek yasal sınırlara yaklaşsa da o sınırları ihlal etmeyecek biçimde bazı maddeleri kullandık. Tıpkı diğer sporlarda olduğu gibi. Yani diğer takımlardan farklı hiçbir şey yapmıyorduk.”— Manfred Krikke, 1997

Andy Bıshop, Johannes Draaıjer’le ilk kez el sıkıştıkları anı çok net hatırlıyor: 13 Mayıs 1987 günü Çekoslavakya şehri Most’ta, Hollandalı bisikletçi dünyanın en zorlu amatör bisiklet yarışı Peace Race’in beşinci etabını kazandıktan hemen sonra. Draaijer’den üç yaş küçük olan Bishop, ABD milli takımı için yarışıyordu ama gerçekten çok etkilenmişti.
“O etabı kazandığını hatırlıyorum. Etabın sonunda sert bir yokuş ve onun bitiminde de bir yarış pisti vardı. Çok etkilenmiştim. O dönem peloton, Rus ve Doğu Almanlar’ın hakimiyeti altındaydı. Yanlış hatırlamıyorsam, o yıl ilk kez Doğu Avrupa’dan olmayan biri etap kazanmıştı.”
Bir gün sonra Prag’da biten etabı Bishop kazandığında Draaijer de övgü dolu sözlerle karşılık verecekti. Yedi ay sonra Steven Rooks ve Greg LeMond’un başını çektiği PDM’de takım arkadaşı oldular. 1988 sezonunun takım kadrosu, Brüksel’de medyaya tanıtıldı.
Bishop 1988 senesinde Tour’da takım klasmanını kazanan PDM takımının bir parçasıydı.
“Amerikan tarzı bir davetti. Hamburger ikram edildi. Johannes’le orada tekrardan tanıştık ve onunla ilgili önceden edindiğim izlenim hiç değişmedi: Gerçekten çok tatlı bir adamdı.”
“Bazı takım arkadaşlarımız gerçekten çok gösterişçi ve girişkendi ama Johannes sadece işine bakıyor, aklından geçenleri dışarı pek yansıtmıyordu. PDM’in amacı, Tour’u kazanmaktı. 1987’de Delgado’yla bunu denediler ama olmayınca Delgado takımdan ayrılıp Reynolds’a gitti.”
The Phillips – DuPont Magnetics bisiklet takımı 1986’da elektronik devi Philips ve kimya şirketi DuPont ortaklığıyla kurulmuştu. Büyük bütçesi ve büyük hedefleri olan takımın ilk sezonu dağınık geçti ama 1987’de yeni bir genel menajerin gelmesiyle sonuçlarda gözle görülür bir gelişme oldu.
Manfred Krikke, Hollanda ordusunda Yeşil Bereli olarak hizmet vermiş başarılı bir idareci ve iş adamıydı. “Yeşil Bereliler’in karargahının bulunduğu Roosendaal’dayken bir gün ciple yoldaydım ve birden bütün ön cam kanla kaplandı. Sonradan fark ettim ki benim kanımmış. Yanımdaki adam elindeki Sten silahını boş zannedip beni dizimden vurmuş.”
“Çok ağrı çektim ve uzun süre dizimi bükemedim. Daha sonra sabit tekerli bir bisiklet aldım. Sevsem de sevmesem de pedal çevirmem gerekiyordu. 40’ıma geldiğim zaman daha iyiydim. Tekrar bisiklete başladım. Bisiklet sporunu sevdim. Bir yandan pedal çevirmeye devam ediyor, diğer yandan birkaç amatör yarışçıya sponsorluk yapıyordum. Daha sonra Phillips’teki önemli yöneticilerden biri, bir takım organize etmemi istedi. Kabul ettim ve işler iyi gitmeye başladı.”
Krikke’nin başarısının temeli kaliteydi. PDM, pelotondaki altın standardı temsil ediyor; yalnızca en iyi yarışçıları kadrosuna katıyor, en iyi uzmanlarla çalışıyor, en iyi bisikletlere binip, en iyi ekipmanı kullanıyordu. Takım menajeri Roy Schuiten’in yerine Jan Gisbers; takım lideri Pedro Delgado’nun yerine ise Greg LeMond getirildi.
Bu altın standart sporcuların tıbbi bakımına da yansımıştı. Krikke, soigneurlerin cerrah gibi davrandığı eski gelenekten rahatsızdı. Yeni sistemle beraber baş soigneur Bertus Foks tıbbi konulardaki tüm yetkilerini Peter Janssen adında yetenekli ve hırslı bir spor hekimine bırakmak zorunda kaldı.
“Sanırım kadrosunda doktor bulunduran ilk takım bizdik. Bunu, sporcu sağlığı açısından katkısı olacağını düşünerek yaptım. Doktorun takımı kontrol etmesini, Jan Gisbers’in de doktorla çalışmasını istiyordum. Soigneurler ise sadece kendi işlerini yapacak, gerisine karışmayacaktı.”
Ama bu köklü geleneği değiştirmek için zaman gerekecekti.
Andy Bishop’ın takımdaki ilk sezonu, suratına bir tokat misali çarptı. Memleketi Tucson’dan uzaklardaydı. Rüzgardan nefret ediyor ve neredeyse her yarış kaza yapıyordu. Tabii bir de doping vardı. Bu konudaki ilk tecrübesini Mart 1988’de, sezon başlayalı henüz bir ay olmuşken yaşadı.
“Profesyonel olduğum zaman dopingin altı bardak espresso içmek olduğunu sanıyordum. Zamanla küçük yarışlara gitmeye, yarı klasiklerde yarışmaya başladım. Herkes aynı yerde yarış hazırlığını yapıyordu ve şu ifadeyi sürekli duyuyordum: ‘Bugün kontrol yapmıyorlarmış.’”
“Birçok yarışçının kullanacağı ilaçları sakladığı büyük bir çantası vardı. Kendilerine iğne yaparlardı. Takım arkadaşlarımı da böyle şeyler yaparken gördüm mü? Evet. Ama herkes de yapmıyordu. Yapanlar da her yarışta yapmıyordu. Fakat bundan utandıkları da söylenemezdi. Çantası olmayan biri gördüklerinde şaşırırlardı: ‘Ne? Senin çantan yok mu yani!’”
“Bir başka sorun da kokker adı verilen küçük şişelerdi. Bu şişeler her yarıştan önce soigneurler tarafından dağıtılırdı. Çeşit çeşit boyutlarda ve büyüklüklerde olurlardı. Yarışın bitimine 100 km kala birini, 50 km kala başkasını, 25 km kala da öbürünü içmek gerekebilirdi. ‘Peki neden, bu nedir’ diye sorardım.”
“Onlar da ‘İşte şu vitamin 6, şu kafein, şu başka bir vitamin’ falan derlerdi. Bitime 25 km kala bana ne faydaları olacaktı ki? Yine de herkes bunları kullanırdı. Her Hollandalı ya da Belçikalı yarışçının cebinde mutlaka bu şişelerden bulunurdu.”
“Doktor Janssen’in Deurne’deki kliniği bu keşmekeşten uzaktı. Bilim ile ‘ya bunu ne zamandır yapıyoruz işte’ tartışmasında, ben bu tarafa yakındım. Hayatımda ilk kez o klinikte laktat testine girdim. Koşu bandına çıkıp her üç dakikada bir parmağından kan örneği alıp değerleri kontrol ediyordu.”
Takvimler Mart’tan Haziran’a doğru ilerlerken hava düzeldikçe, Bishop’ın formu da yükseldi. İsviçre Turu’ndaki iyi performansından sonra Tour’da Rooks liderliğindeki dokuz kişilik ekibe seçildi. Kaslarında kuvvet namına hiçbir şey kalmadı ama yarışı 135’inci bitirdi ve takım da harika bir iş çıkardı: Rooks bireysel klasmanda ikinci ve Dağların Kralı oldu; Van der Poel’le beraber takıma iki etap zaferi getirdi. Ayrıca bir de kombinasyon mayosunu kazandı. PDM de takım klasmanını kazandı.
Bishop takım arkadaşlarının büyük kısmının doping yaptığından habersizdi ve bu doping işlerinin başında (eğer öyle birisi varsa) kimin olduğunu da bilmiyordu.
Krikke, takımın yarışçılarından Gert–Jan Theunisse’in bir numunesi pozitif çıkınca yaşanan gerginliği hatırlıyor: “Peter Janssen mutlu değildi. Bir akşam bana geldi ve dedi ki ‘Soigneurlerin bunu ve bunu yapmasını istiyorum. Yarışçıların tıbbi durumu tamamen doktorun kontrolünde olmalı.’”
Bishop konuya daha temel bir noktadan bakıyor: “Şerefsiz sahtekarlar! İşin ironik tarafı şu: Rooks ve Theunnise’in ilk iki sırada bitirdiği Alpe d'Huez etabında neredeyse zaman sınırının dışında kalıp kendi arkadaşlarım tarafından yarış dışı bırakılacaktım.”
Amerikalı yarışçının sezonun kalanında aldığı sonuçlar etkileyici sayılmazdı ama 1989’da kendini toparlamayı amaçlıyordu. Takım, üç üst düzey yarışçıyla daha anlaşmıştı: Sean Kelly, Raul Alcala ve Martin Earley. Takımda yer bulma rekabeti giderek kızışıyordu. Bishop, Mart ayında da iyi sonuçlar aldı ama Nisan’da formdan düştü ve Deurne’deki başka bir kan tahlilinden sonra, Janssen testosteron kullanmasını teklif ettiğinde, bir yol ayrımına geldiğinin farkındaydı.
“Kimse demir bir çekiçle kafama vurmadı. ‘Ya bunu alacaksın ya da maaşını keseceğiz’ de demediler. Sadece ‘Değerlerin çok düşük, sokakta yürüyen normal bir insanınkinden çok daha düşük ve normal seviyeye yükseltmek için testosteron öneriyoruz’ dediler. O gün doping kariyerimin dönüm noktasıydı. Şişeyi eve götürüp bir karar vermeye çalıştım.”
“Çünkü bu madde, vitamin ya da demir gibi bir şey değildi. Onları başka şeylerden de almak mümkündü ama doping yapmayı da mantıklı bir zemine oturtmak çok kolaydı: ‘Nedir ki yani, sadece değerlerimi normal seviyeye getiriyor’ diyebilirdiniz. Bence birçok yarışçı doping yapmaya bu şekilde başlıyor ama ben bunu da bir performans yükseltme olarak gördüm ve testosteronu almamaya karar verdim.”
Bishop, Fransa Turu’nu bitirmesinin üzerinden dokuz ay geçmiş olmasına rağmen içten içe PDM’deki kariyerinin sona erdiğini biliyordu. Onun yıldızı irtifa kaybederken, bir başkasınınki yükselmeye başlayacaktı.

23 Kasım 1987’deki ilk tahlillerden sonra Doktor Peter Janssen’in Johannes Draaijer’e yazdığı mektup:
Kondisyonun 69.87’yle iyi bir noktada. Yağ oranın %11’de, harika. Sadece demir ve Supradyne kullanıyorsun. Kalp röntgenlerinde sorun yok.
Kan tahlilleri:
Değerler normal. Kanındaki demir seviyesi 12.4’te, biraz düşük (normal seviye 10’la 30 arasında). Hormonların iyi çalışıyor.
Sonuç:
Başlangıç için iyi durumdasın ama çok daha iyi olabilir
Aralık’tan itibaren düzenli çalışmaya başla ve güce yönelik bir antrenman rejimi uygula.
Haftada üç kere demir hapı ve dört kere de vitamin hapı al.
Aklına takılan bir şey olursa ara.
11 Mart 1988’deki ikinci tahlillerden sonra Doktor Peter Janssen’in Johannes Draaijer’e yazdığı mektup:
Kondisyonun 69.87’den 82.45’e çıkarak büyük bir sıçrama gerçekleştirdi. Yağ oranın %10.5’le iyi durumda. Dayanıklılık sporu yapan antrenmanlı sporcularda bu 10’la 12 arasında olur. Yaz aylarında %10’un da altına düşersin.
Hormonlar:
Dinlenme halindeyken kortizol seviyen biraz yüksek, normaldir. Bu hormon efor sarf ettikten hemen sonra yükselmez. Testosteronun biraz düşük. Salgılanmış testosteron seviyesi normal aralıkta değil. Başkası bu değerlere baksa birisinin antrenmandan sonra laboratuarda numuneleri değiştirdiğini düşünürdü. Düşük testosteron seviyesine dikkat etmek gerek. Ama anladığım kadarıyla harika hissediyorsun ve fazla yorgunluk da çekmiyorsun.
Sonuç:
Harika durumdasın. Kendini çok çok geliştirdin. Kan değerlerin gayet iyi.
Testosteron değerlerini gözlem altında tutacağız.
18 Mayıs 1988’deki üçüncü tahlillerden sonra Doktor Peter Janssen’in Johannes Draaijer’e yazdığı mektup:
Test sonuçları:
Sonuçların müthiş. 88.96’lık kondisyon değerin çok iyi. Yağ oranın %9.6’yla harika. Tabii bu iyi olmakla birlikte, her atletin kendi ideal kilo ve yağ oranı vardır. Örneğin Steven Rooks %6’nın üzerine nadiren çıkar, Gerrie Knetemann %12’nin altına nadiren düşer.
Laboratuar sonuçların iyi. Anemi belirtisi yok. Hemoglobin seviyen normal. Demir seviyen normal. Demir hapları almaya devam et.
24 Haziran 1988’deki dördüncü tahlillerden sonra Doktor Peter Janssen’in Johannes Draaijer’e yazdığı mektup:
Kan değerleri:
Kanının çökelti değeri 30’la çok yüksek. Bu bir enfeksiyon göstergesi. Demir seviyesi normal. Feritin seviyesi düşmüş, bu da enfeksiyon göstergesi. B12 çok yüksek. Testosteron seviyesi biraz düşük.
Tavsiye:
B12 kullanımını azalt.
Daha çok demir al. Haftada üç kere iki tane demir hapı al.
Çok yorgun ya da kendini kısa zamanda toparlanamıyormuş gibi hissedersen; iki hafta içinde tekrar bir kan tahlili yaptır. Testosteron takviyesi de alabilirsin.
5 Ağustos 1988’deki beşinci tahlillerden sonra Doktor Peter Janssen’in Johannes Draaijer’e yazdığı mektup:
81.17’yle kondisyonun iyi durumda ama optimumunda sayılmaz. Çünkü Mayıs ayındaki sonuçların daha yüksekti. Yağ oranın 9.6. Bu biraz ilginç iki kilo daha ağırken de aynı yüzdedeydi. O yüzden daha fazla kilo vermeni istemiyorum. Sıkıntı yok. Sonuçlar iyi.
Laboratuar sonuçlarına göre hemoglobin ve kırmızı kan hücreleri normal seviyede. Demir eksikliği belirtisi yok. Feritin değerin de iyi ama biraz daha demir alarak yükseltebilirsin.
Hormonlar iyi durumda. Testosteronda da sorun yok ama 10.9’luk değer biraz düşük sayılır. Enfeksiyon belirtisi yok. Karaciğer normal. Üre ve kreatin değerlerin biraz yüksek. Bu da testosteron seviyenin düşük olduğu ve yorulduğun anlamına geliyor.
Kısa bir dönem küçük dozlarda testosteron almak iyi gelebilir; ama düşündüm de biraz bekleyip yarışlarda istediğin sonuçları alıp alamadığını gördükten sonra kararını bana bildirirsin.
Johannes Draaijer profesyonel kariyerine Etoile de Besseges yarışının 11 Şubat 1988’de yapılan açılış etabını 14’ncü bitirerek başladı. Bir ay sonra Setmana Catalana’nın bir etabını üçüncü bitirdi. O gün, dünyanın bir numarası Sean Kelly’nin iki sıra önündeydi.
Draaijer umut verici bir sezona umut verici bir başlangıç yaptı. Ama PDM gibi bir takım için ‘umut etmek’ yeterli değildi.
Draaijer, Şubat 1989’da Hollandalı yerel gazete BN de Stem’e azimli açıklamalarda bulundu:
“Geçen sezon büyük yarışlarda yarışma şansım olmadı ama bu sezona farklı hazırlandım. Antrenmanlarda geçen yıla kıyasla iki kat daha fazla kilometre yaptım. PDM’deki ilk sezonum da çırak sayılırdım. Şimdi benden bir şeyler başarmam bekleniyor.
Bu yıl klasiklerden birinde yarışmayı isterdim ama çok fazla iyi yarışçı olduğu için yer bulmak zor. Takımın temel isimleri şimdiden belli. Kadroda sadece iki üç kişilik boşluk var. Ama rekabete hazırım.”
Draaijer, 7 Mart’ta başlayan Murcia Turu’nun açılış etabında İspanyol bisikletçi Carlos Hernandez’i geride bırakarak ilk etap zaferini yaşadı.
Sonraki gün, 27’nci yaş gününde kariyerinde ilk kez liderlik mayosu giydi ve dört gün boyunca birinciliği kimseye kaptırmadı. Andy Bishop liderliğinin korunmasında katkısı olan isimlerdendi:
“Kariyerinde ilk kez bir yarış kazanmıştı. Çok mutluydu. Zaferi de kesinlikle hak etmişti, öyle kimseden hediye falan değildi bu.”
Bu performans, klasikler kadrosunda yer bulmasını sağladı. Bir ay sonra, ilk kez katıldığı Tour of Flanders’ı (41’inci) hemen ardından da Paris-Roubaix’yi (45’inci) bitirmeyi başardı.
Haziran ayında Fransa Turu kadrosuna girme umuduyla İsviçre Turu kadrosuna girdi. Takımda tek kişilik yer kalmıştı. Ya o seçilecekti ya da meslektaşı Hans Daams... Ama Draaijer bağırsak enfeksiyonu geçirince seçim yapıldı: Tour’a Daams gidiyordu. Fakat birkaç gün sonra sıradışı bir şey oldu.
26 Haziran 1989 tarihli BN de Stem gazetesinden bir haber:
“Hans Daams, St. Joseph Ziekenhuis Hastanesi’nden geçen Cumartesi taburcu edildi. 26 yaşındaki bisikletçi Cuma günkü antrenman esnasında kendini iyi hissetmediği için hastaneye yatmıştı. Takım menajeri Jan Gisbers kendisini Tour kadrosundan çıkarma kararı aldı: ‘Hans Daams bu sezon başında kalbinden bazı sorunlar yaşamıştı. Tekrar tekrar hastaneye başvurdu ama her defasında olduğu gibi bu kez de bisiklet sürmesine engel olacak bir durumunun olmadığını söylediler.’
Daams başarılı bir sezon geçiriyordu. Amerika Turu’nu kazanmış, İsveç Turu’nda bir etap zaferi elde etmişti. Hollandalı sporcu gelecek hafta başka testler için hastaneye yatacak. Gisbers gelecek hafta antrenmanlara devam etmesini bekliyor.”

Draaıjer iki gün sonra kariyerinde ilk kez Fransa Bisiklet Turu’na katılmak için Lüksemburg’a hareket etti. Başlangıç rampasından indiği sırada Annalisa kenardan onu izliyordu, gururluydu. Johannes ise gergindi. De Stem’e “Gerçekten zor olacak. Yüksek dağ etaplarını ilk kez tırmanacağım, biraz korkuyorum” demişti:
“Benim için en önemli şey, sağlam kalmak. Yarışta kaçıncı olduğum kesinlikle önemsiz. Benim işim Rooks’u korumak ve düz etaplarda yanında kalmak olacak. Ama iyi bir kaçışa dahil olursam da fena olmaz.”
Dağların Kralı mayosuyla PDM takım lideri Steven Rooks.
4 Temmuz 1989’daki Spa etabından sonra De Stem gazetesinde çıkan bir haber:
“Tour hakemleri, PDM takımının yarışçıların doping kontrollleri sırasında üçüncü bir mühürlü idrar numunesi alınması isteğini kabul etmedi. Hakemler isteğin gerekçesini uygun bulmadığı gibi başka vakalara emsal olacak bir karar vermek de istemiyor. Jan Gisbers’in takımı ise karardan memnun değil.
Medya sözcüsü Harrie Jansen: ‘Yarışçılarımızdan birinin pozitif numune vermesi halinde o üçüncü numune gerekli olacak. Bu sayede kendi doktorlarımıza Paris dışındaki bir laboratuarda tahliller yaptırabileceğiz. B numunelerinin pozitif sonuç alınan laboratuarlarda test edilmesini doğru bulmuyoruz.’”

Tour’un dinlenme gününden sonra 18 Temmuz 1989 tarihinde de Stem’de yayınlanan bir haber:
“PDM’in soignuerü Bertus Fok takımdaki tıbbi ekibin büyüklüğünden bıkmış durumda. Kadroda zaten bir doktor bulunduran takım, Fransa Turu için daha da çok uzmanı göreve getirdi. Güney Koreli bir akupunktur uzmanı ve Hollandalı başka bir doktor Rooks ve Theunisse’in sakatlıklarını iyileştirmeleri için ekibe katıldı. Fok dinlenme gününde bu durumdan şikayetçiydi:
‘Yarışçılara ulaşmak için neredeyse ayakta sıra bekliyorum. Yeniliğin önünde durmamam gerektiğinin farkındayım ama bence bu yapılanlar hiç mantıklı değil. Akupunktur uzmanı, çocukların uyumasına yardımcı olmak için getirildi ama görünen o ki pek işe yaramıyor. Çünkü yine benden uyku hapı almaya geliyorlar.’”
Versailles’dan Paris’e giden son etapta, PDM takımının zamana karşı performansı:
  • Raul Alcala, liderden 1 dakika 41 saniye geride 19’uncu
  • Johannes Draaijer, 1 dakika 44 saniye geride 20’nci
  • Jorg Muller, 2 dakika 5 saniye geride 32’nci
  • Steven Rooks, 2 dakika 18 saniye geride 38’inci
  • Sean Kelly, 2 dakika 31 saniye geride 47’nci
  • Gert-Jan Theunisse, 2 dakika 44 saniye geride 60’ıncı
  • Martin Earley, 2 dakika 50 saniye geride 66’ncı
  • Marc van Orsouw, 2 dakika 55 saniye geride 70’inci
  • Raul Alcala, liderden 1 dakika 41 saniye geride 19’ncu
  • Raul Alcala, liderden 1 dakika 41 saniye geride 19’ncu
Son etabın ardından PDM takımının genel klasman performansları:
  • Gert-Jan Theunisse, liderden 7 dakika 30 saniye geride dördüncü
  • Steven Rooks, 11 dakika 10 saniye geride yedinci
  • Raul Alcala, 14 dakika 21 saniye geride sekizinci
  • Sean Kelly, 18 dakika 25 saniye geride dokuzuncu
  • Jorg Muller, 55 dakika geride 29’uncu
  • Martin Earley, 1 saat 26 dakika 45 saniye geride 44’üncü
  • Marc van Orsouw, 1 saat 55 dakika 48 saniye geride 87’nci
  • Johannes Draaijer, 2 saat 35 dakika 32 saniye geride 130’uncu

Adının açıklanmasını istemeyen PDM’li eski bir yarışçı şunları söylüyor:
“Bence Johannes, Tour’da yarışmaya hazır değildi. İçeride bana, onu yarışta tuttuklarını söylediler. Ona ne verdiler bilmiyorum, orada değildim ve bunu daha önce başka kimseye anlatmadım ama içeride konuştuğumuzda bana onu yarışta tuttuklarını söylediler.”
Rakamlar bazen insanı yanıltır. PDM’li yarışçıların Tour sonuçları buna güzel bir örnek: Genel klasmanda dördüncü, yedinci, sekizinci ve dokuzuncuyu çıkartmak pek de harika bir sonuç gibi gözükmüyor. Ama bunların yanına kazandıkları dört etap zaferi; puan, sprint ve dağ klasmanlarında gelen birincilikler ve takım klasmanını iki yıl üst üste birinci bitirmeleri eklenince, şu dikkat çekici başlıkla manşetlere çıkmak zor olmuyor: “AÇGÖZLÜ NAMUSSUZLAR”
Takım, gelen bu sonuçlarla en yakın rakibinden iki kat daha fazla para ödülü kazandı ve Paris’te kutlamalar yaparken şampanya su gibi aktı. Johannes için bu Tour spor hayatının en büyük başarısıydı ve mutluluktan uçuyordu.
Johannes Draaijer PDM takımıyla yarışırken.
Pireneler’deki 10’uncu etabın Superbagneres’deki zirve bitişinde yarış dışı kalmaktan iki dakikayla kurtulduktan sonra Paris’teki son etabın koşulduğu günün sabahında kariyerinin en iyi zamana karşı performansına imza atmış: Takımını Reynolds’ın 1 dakika 19 saniye önünde takım klasmanı birinciliğine taşımıştı.
Annalisa yüzündeki kocaman gülümseyi bugün bile hatırlıyor: “Zamana karşı etabını Champs-Elysées’deki VIP tribününden izledim. Etabı uzun süre lider götürdüğü için takımdakiler beni tebrik ediyordu. Çünkü takım klasmanı zaferi, böyle bir performansın gelmesine bağlıydı. Johannes çok mutlu olmuştu. Olanlara inanamıyorduk.”
Ertesi gün Hollanda’daki evine döndü. Artık ikinci memleketi sayılabilecek Hoeven’de kahramanlar gibi karşılandı. Takımdaki geleceği güvendeydi. Yakında yeni bir kontrat için masaya oturacaklardı. Eve geldi, bisikletini bir kenara koydu ve antrenman sürüşleriyle geçecek rahat bir ay için kendini hazırladı.
İki hafta sonra, Bert Oosterbosch öldü.
Bert Oosterbosch’un cenaze töreni.

4

Ölümün Sesi


Johannes Draaıjer, 1989 yazında ilk kez katıldığı Fransa Turu’nda Paris’e doğru pedallarken, Rene Froger adında Amsterdam’lı bir pop şarkıcısı Hollanda listelerini Everything Can Make a Man Happy adlı şarkısıyla kasıp kavuruyor, kariyerinde ilk kez bir numarayı görüyordu. Annalisa Schmad o şarkının nakaratını bugün bile hatırlıyor:

Everything can make a man happy

The sun breaking through the clouds

A fresh cup of tea

My own house

A place under the sun

Her şey mutluluk verebilir bir insana

Bulutların arasından sızan gün ışığı

Taze bir bardak çay

Kendi evinin rahatlığı

Ya da yüzüne vuran güneş

“Bu, ikimizin şarkısıydı.”
O yaz hayatlarına büyük mutluluk getirdi. Johannes, Paris’ten evine 60 bin dolarlık bir para ödülüyle, önceki kontratının iki katı değerinde iki yıllık yeni bir sözleşmeyle ve Tour sonrası yapılan gösteri yarışlarından kazandığı 20 bin dolar nakitle döndü. Ama yükselişteki kariyeri kişiliğini değiştirmemişti.
Eskimiş Opel Ascona’sının yerine bir Mazda 626 aldı ve kalan parayı yeni bir eve yatırdı. “Johannes öyle gösterişli bir adam değildi. C&A’dan giyinir ve boş zamanlarında bir şeyler çizer ya da mobilya yapardı. Tutumluydu. Genelde para harcayan ben olurdum.”
Tour’dan sonra dinlenmeye ya da kafasını boşaltmaya pek vakti yoktu. 30 Temmuz’da Wincanton Classic’te yarışmak için Newcastle’a gitti ve sonraki 10 günü de gösteri yarışlarında geçirdi. 14 Ağustos’ta Hollanda Turu’nun açılış etabıyla beraber işler yine ciddiye bindi. Draaijer de o etabı takım lideri Sean Kelly’nin hemen ardında 17’nci bitirdi.
Oosterbosch 1988 senesinde bireysel takip disiplininde dünya şampiyonluğunu kazandı.
Beş gün sonra, son etabın koşulacağı günün sabahında peloton Bert Oosterbosch’un ölüm haberine uyandı. Pist bisikletinin takip disiplininde dünya şampiyonluğu bulunan taze emekli sporcu, henüz 32 yaşında uykusunda ölmüştü. Johannes o gün öğlen saatlerinde eve döndü ve eşini karşısına aldı.
“Oosterbosch’un öldüğü gün, her şeyi açık açık konuştuk” diyor Annalisa. “‘Onun başına geliyorsa senin de gelebilir’ dedim. O da ‘Evet ama bana öyle bir şey olmayacak’ dedi. Hayat sigortamız yoktu. Gençtik ve hayata daha yeni başlıyorduk. Ölüm hakkında planlarımız yoktu ama altı hafta sonra hayat sigortası yaptırdık.”
“Yaptığımız diğer bir şey de (ki bu biraz garip) bütün banka hesaplarını ortak hesaba çevirmek oldu. Önceden bütün hesaplar onun adınaydı. Garip... İçten içe onun genç öleceğini hissediyordum. Sürekli aynı rüyayı görürdüm: Radyo dinlerken haberlerde başka ülkedeki bir yarışta öldüğü haberi verilirdi. Çok üzülürdüm. Ama ona asla bunu anlatmadım.”
Johannes ve pelotondaki arkadaşları için Oosterbosch’un ölümü bir şoktu ama öyle derinden de sarsılmadılar. Johannes beş gün sonra Hollanda klasiği Veenandaal-Veenandaal için hazırlıklara başladı. Sezonun kalanında eskisi gibi işini yapmaya devam etti.
Florida’da Annalisa’yla hak ettikleri bir tatilin keyfini çıkarttıktan sonra Aralık’ta çalışmalara tekrar başladı. Yeni sezonu merakla bekliyordu. Steven Rooks ve Gert-Jan Theunisse, yanlarına Peter Janssen ve baş soigneur Bertus Fok’u da alarak Panasonic takımının yolunu tutmuştu.
Ama PDM de boş durmamıştı. Hollanda’nın yeni süper yıldızı Erik Breukink; Sean Kelly ve Raul Alcala’yla birlikte takıma liderlik edecekti. Ayrıca Dirk De Wolf adlı Belçikalı gözüpek bir yarışçı ile Doğu Almanya’dan Uwe Ampler ve Uwe Raab da kadroya katıldı.
Ayrıca takıma yeni bir doktor getirildi: Adı Wim Sanders’tı.

“Profesyonel bisiklet, şırınganın gölgesi altında. Bisikletin en önemli takımlarından biri, Fransa Turu sırasında sporcularına gizli ve düzenli zaman aralıklarıyla çeşitli enjeksiyonlar yaptığını ama kuralları ihlal etmediğini açıkladı. Takımın yarıştan çekilme nedenini ortaya koymak için yaptığı bu ilginç açıklama, yeni soruları da beraberinde getirdi.
PDM takımının yaptığı açıklamaya göre, takım doktoru bütün yarışçılara enjeksiyon yoluyla sıvı besin takviyesi yaptı ve sonrasında yarışçılar ağrı ve yüksek ateş sebebiyle Tour’dan çekilmek zorunda kaldı. Söz konusu enjeksiyonlar takımın rutin tıbbi süreçlerinin bir parçası olması nedeniyle daha önce açıklanmamıştı.”— Samuel Abt, New York Times, 6 Ağustos 1991
1991 yazında, yani Draaijer öldükten 17 ay sonra, dünya ilk kez “PDM’in iç işlerini” bu şekilde öğrendi. Her şey Tour de France’ın Rennes’de biten dokuzuncu etabından sonra başladı. Yarış, PDM için gayet iyi gidiyordu. Jean-Paul van Poppel, Argentan’da biten yedinci etabı kazanmış, Erik Breuking genel klasmanda ikinci durumdaydı. Kelly ve Alcala ilk 10’daki yerlerini koruyordu. PDM, bir kez daha takım klasmanı zaferine yürüyordu.
Doktor Sanders, Cheval d'Or Oteli’nde şırınga işlemlerine başlarken moraller yüksekti. Jean-Paul van Poppel tek kişilik bir odada kalıyor. Raul Alcala’yla Nick Verhoeven, Erik Breukink’le Jos van Aert, Sean Kelly’yle Martin Earley ve Falk Boden’la Uwe Raab aynı odayı paylaşıyordu.
İki gün sonra hepsi yarışa devam edemeyecek kadar hastaydı.
PDM ilk önce oyunlar oynamaya çalıştı ve suçu otele attı. Onlara göre bu, çok açık bir besin zehirlenmesi vakasıydı. Tavuklarında bir sorun olmuştu. Ama üç hafta sonra gerçekler ortaya çıktı. Yarışçılar doktorun şırıngasındaki iyi muhafaza edilmemiş maddelerden biri (besleyici protein) yüzünden zehirlenmişlerdi. Bu olay, Wanders’ın PDM’deki kariyerinin sonu oldu.
1995 yılına kadar adını kimse duymayacaktı. O yıl Hollanda maliyesi, Wanders’ın vergi iadesi hesaplarına baktı ve Limburg’daki evini aradıklarında dikkat çekici bazı şeyler buldu. Wanders iki yıl sonra, üç ayı hücrede altı ay hapse mahkum edildi. Suçu yasa dışı yollardan performans yükseltici ilaç ticareti yapmaktı.
Savcıların hazırladığı dosya gerçekten ilgi çekiciydi: Sanders bisikletçilere, vücut geliştirenlere, buz hokeyi oyuncularına ve atletlere amfetamin, testosteron ve bazı başka hormonlar sağlıyordu. Ama benim en çok dikkatimi çeken bu suçların işlendiği zaman dilimi oldu: Sanders 1990 ve 1995 yılları arasında Hollanda ve Belçika’daki eczanelerden tam 178 şişe Eprex satın almıştı.
Eprex bilinen EPO markalarından biri; 1990, Wanders’ın PDM kadrosuna katıldığı yıldı.

Tavan arasındayız. Johannes’in belgelerini inceliyor, bir ipucu arıyoruz. 11 Ocak 1989 tarihli bir takım talimatı buluyoruz. O günlerde takımca Avusturya’ya kayağa gitmişler ve talimat takıma o sırada imzalatılmış.
Talimata göre bisikletçiler Doktor Peter Janssen’in bilgisi olmadan hiçbir ilaç alamıyor ve tıbbi kayıtları yalnızca kendileri onayladıkları takdirde açıklanıyor. Eğer doping kontrollerinde pozitif sonuca sebep olan bir madde bulunursa ve doktor bu madde konusunda önceden haberdar edilmemişse, takım hiçbir sorumluluk almıyor. Ayrıca yarışçılara aldıkları tüm ilaç ya da maddelerin detaylı bir listesini tutmaları söyleniyor. Ancak sağlıklarıyla ilgili tüm sorumluluk öncelikle kendilerine ait.
Annalisa ilk kez okuduğu bu yazıya tiksintiyle bakarken birkaç şey hatırlıyor: “Bir keresinde ona sürpriz yapmak için yarışa gittim. Soigneur, Alcala’yla Johannes için bir şırınga hazırlamıştı. Bir çeşit B vitamini karışımıydı ve kendilerine enjekte etmelerini söyledi. Ama gülerek, ‘Biz bunu almayız’ diyorlardı. Şırıngayı şilteye bastılar. Gözlerimle gördüm.”
“Başka bir sefer Johannes’e masaj yapılırken ben de odadaydım. Soigneur elinde şu kocaman uçuş çantalarından biriyle geldi. Açtığında ortaya seyyar bir eczane çıktı. Şok olmuştum ama bir şey söylemek istemedim. Onca hapa, ilaca, şişeye neden ihtiyaçları vardı ki?”
“Johannes dopingden nefret ederdi. Dopingle ilgili hiçbir şeyin içinde olmak istemezdi ama onun öldüğü günlerde bu konu hakkında konuşmak tabuydu. Onu bir şeyler almaya zorladılar mı, bilmiyorum.”
“Dürüst olmak gerekirse, 1991’deki Tour’a kadar bu konuyu düşünmedim ama bütün takım hastalanınca ‘Neler dönüyor bu PDM’de’ dediğimi hatırlıyorum.”
Johannes de sürüye katıldı mı? Doping yapıyor muydu? Cevap burada, bu çatı katında olmalı. Eminim. Yolcu biniş kartlarını bile bir defterin sayfalarına tek tek yapıştırarak saklayan bir adamın bütün tıbbi kayıtlarını ve kortizol ile testosteron seviyelerinin detaylı bir dökümünü tutmamış olması mümkün değil. Bu konuda bir günlük tuttuğunu biliyoruz. Hem de takımın talimatıyla. Peki o günlüğe ne oldu? Aramalara başlıyoruz.
Enjekte edilebilen bir vitamin için kesilmiş bir fiş ve steroid kullanımı konusunda bütün üyelere gönderilmiş bir Bisikletçiler Birliği mektubundan başka bir şey bulamıyoruz. Burada bulabildiğimiz en son doktor mektubu Peter Janssen’den ve 5 Ağustos 1988 tarihli. Onda da şöyle diyor:
Kısa bir süre için düşük dozlarda testosteron alman iyi olabilir.
Ve hepsi bu. 1989 yılına ait hiçbir tıbbi kayıt yok. Doktor Sanders’dan gelen ya da ölmeden üç hafta önce Eindhoven’da yaptırdığı tahlillerden sonra gönderilen hiçbir talimat yok. Otopsinin bir kopyasını bile bulamıyoruz. “Anlayamıyorum” diyor Annalisa. “Buralarda bir yerdeydi.”

Johan Draaıjer’in ölüm sebebi belirsiz
Johannes Draaijer hakkında, Pazartesi’yi Salı’ya bağlayan gece bir kalp problemi yüzünden hayatını kaybettiği dışında söylenecek pek bir şey yok. 8 Mart günü 27’nci yaşını kutlayacak olan bisikletçi, üç hafta önce Eindhoven’daki St. Joseph Hastanesi’nde detaylı bir check-up yatırmış.
Yapılan iki farklı tahlile rağmen Draaijer’in kalbinde sıradışı hiçbir şey bulunamadı. Fiziksel durumu zaten ortalamanın üstündeydi. Otopsi, Draaijer’in ölümünün birincil sebebini gösterecek. PDM takımının bu sezonki doktoru Wim Sanders merhum sporcunun kalp kaslarında iltihap benzeri bir durumun ya da başka bir enfeksiyonun söz konusu olmadığını söylüyor.
‘Vücudunun başka bir bölgesindeki damar genişlemesi ya da kalp tahlillerinde tespit edilemeyecek ırsi bir sorun buna sebep olmuş olabilir.’ Sanders, ritim bozukluğundan şüpheleniyor. Ritim bozukluğu sırasında kalp öyle hızlı atmaya başlıyor ki bir noktada atmak yerine ya tamamen duruyor ya da deyim yerindeyse çırpınıyor. “Ölü dokular yüzünden. Sporcu kalbine sahip gençlere sıkça olur.
Draaijer geçen hafta Sicilya’da yapılan hazırlık yarışları sırasında bir kaza geçirdi. Girdiği virajı alamayınca düşüp kafasını yola vurdu. Kalktığında biraz başı dönüyordu ama devam edip yarışı bitirmeyi başardı. Ayrıca, Draaijer geçen Pazar günü takım arkadaşlarıyla beraber PDM’i eve götürecek uçağa binmek için hava alanına bisikletle gitti.
Grup yavaş bir tempoda gitti ama Draaijer yine de geride kalıyor, yorgunluktan şikayet ediyordu. Sanders bu yorgunluğun sporcunun ani ölümüyle bağlantılı olduğunu düşünmüyor. ‘Harika durumdaydı. Bu da şunu gösterir: Kışın iyi idman yapmış. Yorgun olması ya da başının ağrıması hiçbir anlam ifade etmiyor. Sicilya’da geçirdikleri hafta tamamen antrenman amaçlıydı ama biliyorsunuz, bugünlerde herkes her şeyi ciddiye alıp yarışa çeviriyor.’”— NRC Handelsblad Gazetesi, 28 Şubat 1990, Çarşamba

Johannes, Catanıa’dan gelen uçağından inmiş. Brüksel’deki aktarma uçuşunu bekliyor. Annalisa’yı en son üç hafta önce görmüş. Bir telefon kulübesi bulup evi arıyor: “Merhaba tatlım, Roma’dayım. Birkaç saate geleceğim. Beni alabilir misin?”
Uçak piste indiğinde Annalisa’nın yüzünde bütün havalimanını aydınlatabilecek kocaman bir gülümseme var. Saat geç ve önlerinde bir buçuk saatlik bir araba yolculuğu daha var ama zaman su gibi akıyor. Anna iş yerindeki en son dedikoduları ve Rupchen’de yaptırdıkları yeni evin durumunu haber veriyor: “Bu yılki Tour’dan sonra taşınırız.” Johannes, yeni takım lideri Erik Breukink’le ilk yarışlarından ve takıma gelen diğer yeni isimlerden bahsediyor.
Takımdaki üçüncü sezonu iyi başlamış. Fransa’daki Etoile de Besseges yarışında sağlam bir hafta geçirdikten sonra Settimana Sicilia’da dördüncü olup Messina’da güçlü bir kaçışa imza atmış. Sonraki gün yaşadığı bir kaza sarsılmasına sebep olsa da o haftaki son yarış Trofeo Pantalica’da da iyi bir performans göstermiş.
“Sanırım bu yıl bir klasik kazanacağım” derken sesi aydınlanıyor.
Anna sabah işe gittiğinde Johannes hala uykuda. Karnaval haftası ve bir Pazartesi günü. Anna işten izin almamaya karar verince, Johannes bütün günü yıkanmış çamaşırları ayıklayıp bisikletini kurcalayarak geçiriyor.
“Bugün dışarı çıktın mı?”
“Hayır, biraz yorgundum. Sadece antrenman bisikleti ile çalıştım.”
Johannes evdeyken akşam yemeği için taco yapmış, Meksika mutfağına bayılıyor. Anna şarabını yudumlarken o da birasını dolduruyor. Televizyonda Rene Froger, onların şarkısını söylüyor. Bütün akşam kanepede yan yana yatıp gece olunca yataklarına çekiliyorlar. Gecenin bir vakti (Anna saat üç gibi diyor), gürültü yapan serseriler yüzünden uykuları bölünüyor.
Johannes önce kımıldanıyor sonra yüz üstü dönüyor.
“Uyanık mısın?”
“Evet” diyor Anna.
“Çok gürültü yapıyorlar.”
“Evet, yapıyorlar.”
Sonra tekrar uykuya dalıyorlar.
İki saat sonra; Anna boğulma sesini duyuyor, hırıltının çıkardığı o gürültüyü duyduğu an, kafasında sirenler çalmaya başlıyor.
O ses.
İşte bu, ölümün sesi.
Yerinden fırlıyor. Johannes hareketsiz. Yumruğunu Johannes’in göğsüne vurup çığlık atmaya başlıyor.
“Allahım!”
“Johannes!”
“Tanrım!”
“Beni bırakma!”
Yatağın hemen yanında bir telefon var ama panikle odadan fırlayıp aşağıdakiyle ambulans çağırıyor. Yatak odasına dönüp bir an için kapı aralığından kocasına bakıyor. O an, o görüntü; retinasına kazınmış gibi. Johannes’in dudakları masmavi.
Dışarıda dondurucu bir hava var. Çıplak ayaklarıyla komşuya koşup kapılarına vurmaya başlıyor. Önce polis, sonra ambulans geliyor. Kendinden geçmiş durumda. Komşuları onu teselli etmeye çalışıyor. Yukarıdaki görevliler de kocasını hayatına döndürmek için amansız bir uğraş içinde. Ama saat 05:41’de Johannes’in ölüm haberi geliyor.
“Onu çıkarmalarından sonra odaya geri döndüm. Her taraf kağıtlarla, eldivenlerle ve kanlı bezlerle doluydu. Çok ağır bir manzaraydı. Temizlerler diye düşünmüştüm. O manzarayı görünce her şeyle yüzleştim.”
“Yatağı ıslatmıştı. Çarşafları değiştirmek canımı acıttı. Bu ölümün bir parçasıydı belki ama onun için küçük düşürücü bir şeydi sanki. O çarşafları bir daha asla kullanmadım.”
Sonraki saatler bulanık. Kayınvalidesini aradığını ve Neeltje’nin sesindeki acıyı hatırlıyor:
“İnanmıyorum!”
“Emin misin?”
“Ne oldu?”
Johannes’in iki kardeşi Trinsje ve Hans’ın Friesland’dan, babasının San Diego’dan gelişini ve arkadaşlarla komşulardan oluşan bir kalabalığın kapıya yığılışını hatırlıyor. Üzerinde bir elbiseyle hastaneye gittiğinde Johannes’in evlilik yüzüğünü ve ucunda bir bisiklet figürü duran kolyesini eline tutuşturmalarını anımsıyor.
Johannes’in cenazesinin başında üç gün oturuşunu, tabutu kapatıp onu toprağa gömdükleri anı hatırlıyor.
Johannes öldükten bir gün sonra PDM’den gelen o telefonu hatırlıyor:
“Bulduğun her şişe ve hapı toplayıp bir çantaya koy.”
Ve cenazeden sonra nasıl dışlandığını hatırlıyor:
“Her şey bir anda oldu. Johannes gömüldü, Mart ayının başıydı. Klasik sezonu başlıyordu. Amstel Gold yarışı sırasında takım otobüsüne gittim. Bisiklet dünyasından tamamen uzaklaşmak istemiyordum. Çünkü bisiklet hayatımın önemli bir parçasıydı. Arkadaşlarım dediğim insanların beni nasıl karşıladıklarını asla unutmayacağım.”
“‘Senin burada ne işin var’ der gibiydiler. Çok garipti. Tek isteğim o ailenin parçası olmaktı ama orada istenmediğimi ve hoş karşılanmadığımı hissettim. Johannes’in ölümüyle yüzleşmek istemediler. Ben de bir daha asla onlara yaklaşmadım.”

Mart ayı, güneşli bir Çarşamba gününün öğleden sonrası. 82 yaşındaki PDM’in eski genel menajeri Manfred Krikke, Valkenswaard’daki ofisinde kupasından ginseng çayını yudumluyor. Johannes’in ölümünü konuşuyoruz ve yerlerimize oturduğumuz andan itibaren anlaşılıyor ki bu konu hala canını yakıyor.
“Hâlâ kendimi o tabutun yanı başında görüyorum. Bu görüntü aylar boyunca aklımdan çıkmadı. Hayatınızda tanıyabileceğiniz en titiz insandı. İyi bir yarışçıydı. Bir Nibali değildi belki ama iyi bir profesyoneldi. Ayrıca asla doping yaptığını düşünmediğim, düzgün bir insandı. Eskiden böyle düşünüyordum ve bugün de aynısını düşünüyorum.”
“Ölümünü nasıl haber aldın?” diye soruyorum.
“Bir telefon geldi. Asistan takım direktörü Piet van der Kruijs aramıştı galiba. Şöyle dedi: ‘İnanmayacaksın ama Johannes ölmüş. İtalya’dan döndükten sonra Annalisa’nın yanı başında can vermiş.’ Gerçekten şoktaydık. Bize düşen her şeyi elimizden geldiğince yaptık ama ne diyebilirim ki?”
“Annalisa evdeki her türlü tıbbi malzemeyi toplayıp PDM ofisine getirmesini istediğinizi söylüyor.”
“Ben mi istemişim?”
“Evet, siz. Evdeki her türlü hap ve ilacı ofise getirmesini istemişsin.”
“Hatırlayamıyorum. Bana mı getirmiş?”
“Buna benzer bir odada oturuyormuşsunuz. Sanırım Piet van der Kruijs de oradaymış.”
“Bilemiyorum. Bunu reddetmiyorum. Olmuş olabilir. Bence Piet van der Kruijs onu arayıp çağırmıştır. Bu mümkün. Ama önüme konan o tip malzemeler hatırlamıyorum.”
“Belki de onun neler yaptığını öğrenmek için ilaçları getirmesini istemişsinizdir? Takım için?”
“Belki. Gisbers’le veya Van der Kruijs’le konuşmadın mı?”
“Henüz, hayır.”
“Ben böyle bir şey hatırlayamıyorum. Böyle bir şey olmamıştır demiyorum ama bilmiyorum da.”
“O tarihte Bert Oosterbosch’un ölümü tazeydi ve insanlar sorular soruyordu sonuçta?”
“Evet ama iki ölümle ilgili sorular ve cevaplar tamamen farklı.”
“EPO’nun adını ilk kez Oosterbosch olayıyla duyduk.”
“Bence (ki bunu size Gisbers de söyleyecektir) Johannes’in ölümünün EPO’yla bir ilgisi yoktu. Şurası kesin, o dönem EPO daha ortada yoktu. Bence Johannes’in kalbi iflas etti.”
Frank Kersten amatör seviyede Johannes’le yarışmış, ölümünden bir hafta önce Sicilya’da onunla aynı odada kalmış bir isim: “Bütün hafta aynı odadaydık. Kariyerimin önceki beş yılında gördüğüm şeylerin aynısını gördüm. Bu olayın dopingle bir ilgisi yok. Buna eminim.”
Maarten Ducrot adlı bir bisikletçi de o hafta Sicilya’da yarışıyordu: “Johannes Draaijer doping yaptı mı, bilmiyorum. Belki de kalbinde bir sorun vardı. Ama kesin bildiğim bir şey var: O da ‘sistemin’ içindeydi ve bulunduğu takım ‘o sistemi’ açıkça konuşurdu. Bu sistemin içinde doktorlar vardı ve ellerinden geleni yapıyorlardı.”
“Birçok gazeteci kalp sorunları yüzünden yaşanan ölümleri EPO’ya bağladı. Ben bu konuda hiç konuşmadım. Hiçbir şey kanıtlayamam ve bu konuyu düşünmek istemiyorum. Sadece sistemin çürük olduğunu biliyorum ve bu işlerin bazı insanların canına mal olması beni şaşırtmıyor. Draaijer’in hayatına bu sistem mal oldu diyemem ama onun da bu sistemin içinde olduğunu biliyorum. Ben de bu işin içindeydim. Hepimiz birer piyonduk.”
Johannes’in PDM’den takım arkadaşı Andy Bishop da benzer şeyler düşünüyor: “Bu yazıyı yazdığın için çok mutluyum. Sonuçta bir can gitti. O çok iyi bir evlat, harika bir eş ve gerçekten lekesiz bir insandı. Takım arkadaşlarımın bir kısmı artık yaşamıyor. Bjorn Stennerson, Michael Zanoli, Rudy Dhaenes, Gerrie Knettemann... Johannes’in ölümü onların içinde en gizemli olanı. Ama onun ölümü, bütün diğer ölümlerin ve bisiklette yaşanan o örtbas edilmiş dönemin bir simgesi gibi.”

Annalısa beni Roosendaal’daki tren istasyonuna götürüyor. Ağustos ayının görkemli bir akşamında, sekiz ay önce soğuk bir kış günü başlayan yolculuk sona eriyor. Mezarı başında dikildiğimiz o gün de gözleri yaşlıydı, bugün de öyle.
Ama yine de...
“Öldüğü geceyi düşünüyordum... Benim için acı verici ve travmatik bir akşamdı. Ama Johannes uykusuna dalmadan evvel öyle mutluydu ki... Sezona iyi başlamıştı, biraz önce beraber olmuştuk ve bir klasik kazanma hayalleri kuruyordu.”
İki gün sonra Annalisa’dan kısa bir mektup aldım. İçerisinde Jeffery Seaver’dan bir alıntı vardı:
“İnsanlar, sevgi ve ölümün insanlığın tamamı için ortak ve evrensel iki yolculuk olduğunu söylüyor. Ama bu ikisi arasında bir fark var. Sevgi daha güçlü ve daha uzun sürüyor. Bir can yalnızca bir kez alınabilir ama sevgi binlerce kez ilan edilebilir. Birisinin nasıl öldüğü sorusunun cevabı sınırlı, iki insanın birbirini nasıl sevdiği sorusunun cevabı ise sınırsızdır.”