Skip to content

Nisan 13, 2016

Ben Tek Siz Hepiniz

kobe-bryant-veda

Senaryoyu biliyorsunuz. Uzaylılar ve Dünyalılar basket maçı yapıyor. Kazanan Dünya’ya hakim olacak. Maçın son saniyeleri. Uzaylılar 1 sayı önde, top Dünya karmasında. Son şutu kimin kullanmasını istersiniz? (Herhangi bir dönemden herhangi bir basketbolcuyu seçme şansınız var.)

Eğer akıl sağlığınız yerindeyse, pas vermekten imtina etmeyecek bir süperyıldız tercih edersiniz. Fakat topu verdiğiniz oyuncu ne olursa olsun, illa ki, mutlaka şut kullanmaya mecbursa, Kobe Bryant biçilmiş kaftan. Elbette ki NBA tarihinde daha kuvvetli (MJ) veya daha uzun (KD) süper skorerler var. Fakat orta mesafede top alan Kobe Bryant, bana sorarsanız basketbol tarihinin gördüğü en maharetli skorer. Dans edercesine birbirini takip eden jab-step’ler, mekanik bir ahenkle art arda sıralanan şut fake’leri, kendi ekseni etrafında vahşi bir zarafetle dönen ayak bilekleri…

Kobe Bryant kariyeri boyunca rakiplerinin ve NBA efsanelerinin (Hakeem, Nowitzki, Jordan…) favori numaralarını mükemmel bir titizlikle çalıştı ve teknik olarak kusursuz seviyede icra etti. O kadar geniş bir repertuarı vardı ki, rakip müdafaanın her hamlesine karşılık verebiliyordu. Birkaç küçük ayak hareketiyle kendine alan açabiliyor, rakipleri ekarte edebiliyordu. Peki ya alan açamazsa? İmkansız açılardan, imkansız pozisyonlardan şut atmaya devam ediyordu elbette. Hatta şizoid bir dürtüyle, imkansız şutlardan daha fazla haz alıyordu. Kobe Bryant mükemmel bir skorerdi ve şahit olduğumuz mükemmeliyetin derinliklerinde cinnet vardı. Cinnet, mükemmeliyeti kırbaçlıyordu.

Kobe lige girdiğinde altın standart, Michael Jordan’ın muazzam zaferleriydi. Jordan’ın devasa gölgesi bütün ligi kaplamış, hemen her takımda daima skoru düşünen şutör guardlar peydahlanmıştı; Iverson, T-Mac, Carter… Kobe sırasıyla kendi mevkiindeki tüm çağdaşlarının arasından sıyrıldı, Shaq ve Jordan’ın gölgesiyle boğuştu, imkansız sakatlıklara rağmen imkansız şutlar atmaya (ve soktuğundan fazlasını kaçırmaya) devam etti ve eşsiz iradesiyle NBA’i fethetti. Artık yalnızca bir basketbol oyuncusu değil, kendi yarattığı mitolojinin emsalsiz kahramanı olmuştu. Cinnet, onu öylesine irrasyonel bir varlık haline getirmişti ki, aşil tendonu koptuğunda bile çevresindekilerden yardım istememiş; evvela iki serbest atış kullanmış, akabinde yürüyerek soyunma odasına gitmişti. O esnada ayağını hissetmiyor olabilirdi, bacağı yalnızca bir et parçasına dönüşmüş olabilirdi; ama bunlar yalnızca fanileri durdurabilirdi, Kobe Bryant’ı değil.1

Kobe’nin emekliye ayrılmasıyla beraber NBA’de bir devir kapanıyor. Artık topu elinde 15 saniye tutan süperyıldızlar yok, orta mesafeye eskisi gibi rağbet edilmiyor, paslaşma ve topsuz hareket NBA hücumlarının olmazsa olmazı. Basketbol gelecekte neye evrilir, bilemiyoruz. Fakat uzun yıllar boyunca Kobe Bryant gibi bir süperyıldız gelmeyecek.

  1. Kobe’nin kullandığı iki serbest atışın filmini çekmişler, trailer’ı YouTube’da var. []

Nisan 13, 2016

Ligue 1 Notları #33

Image 1

  • Bu sefer gerçekten özellikle bekledim. “Çarşamba yazarım, PSG – City de belli olur hem” diye düşündüm. Yazıklar olsun.
  • Bizim parmamaniac hiç sevmez Blanc’ı, yetersiz bulur. Dört sene üst üste şampiyon olup kendi tarzını ve dominasyonunu oturtan, yine dördüncü senede de üst üste Şampiyonlar Ligi çeyrek finali gören Blanc rezalet bir adam mıdır, bence değil. Ama dün elit teknik direktör olmadığını da göstermiştir sanıyorum. Şöyle ki; EURO 2012’de Fransa’nın başındayken son grup maçında Mexes cezalı duruma düşer ve Lass sakatlanır. İspanya maçıyla ilgili olarak “Bakalım kimi oynatacak, ne yapacak” şeklinde bir dolu soru işareti yağar doğal olarak. Blanc son ana kadar açıklamadığı kadroyu yine 3-5-2 olarak açıklar ve Revelliere’yi stopere, Debuchy’yi de orta sahaya çeker, Fransa 2-0 kaybeder, çok kötü oynadıktan sonra.
  • Dün yukarıda anlattığım şey oldu. Blanc stres altında doğru karar verme yetisine büyük ölçüde sahip değil gibi duruyor. 4 yıldır ligde onu tam anlamıyla dürten kimse yoktu, at koşturdu. Daha önce kariyer performansı diyeceğimiz şeylerin hepsini üzerinde baskı yokken yaptı neredeyse. Şu an PSG’nin başında olmasının ana sebebi olan Bordeaux’nun şampiyonluğunda kimse onların şampiyon olabileceğini düşünmüyordu, kaybedecekleri bir şey yokken şampiyon oldular. Dünse Blanc’ın kariyeri söz konusuydu, olmadı. 3-5-2’de İbrahimoviç’in duran topu dışında pozisyon bulamadılar, Motta çıkıp 4-3-3’e dönünce bir anda açıldılar. Sezon başında Cabaye’ın yerine 10 milyon euro civarı döküp takıma aldığı Stambouli’ye o kadar güvenemedi ki, ön liberosu kenarda dururken o bölge için Motta-Marquinhos-Rabiot üçlüsünü kullandı. Sonuç, bu sefer felaket.

  • Neyse biz geyiğimize dönelim. Düşük bütçeli Alexandre Lacazette duble yaptı. Bu Cornet alındığında Lyon Lacazette’i satacak, iki sene içinde de Cornet Lacazette olacak deniyordu. Bu maçtan biraz parıltılar saçmış arkadaşımız. Lyon, Rennes’le birlikte Lille’den sonra son beş maçta dört galibiyet alabilen tek takım. 2016’da ligde en fazla gol atan takım aynı zamanda. Genesio bu seneyi idare edecek deniyordu, adam 10 senedir altyapıdan yukarı çıkanları o kadar iyi teslim etmiş ki, üstyapıda şov yapmaya başladılar. Fournier’nin oyunundan ufak tefek farklarla çok başka bir takım gibi gözüküyorlar lig başındakinden. Fekir de dönüyor bu arada. Öyle bir yetenek bir daha sakatlanmasın be. Bu arada Montpellier de düşmez dedik ama 5 puan kaldı?
  • Bir maç inanılmaz heyecanlandırıyordu ki zaten geçen hafta söylemiştim. Nice – Rennes hiç fena olmadı. Şovmenlerin tecrübeli olanı şov yaptı gerçi. 29 maçta 16 gol attı Ben Arfa ki bundan önce Ligue 1’da attığı toplam gol sayısına bir sezonda ulaşmış oldu. İki takımın da 20’şer başarılı dripling yaptığı -beklendiği gibi tabii- maçta Ben Arfa’nın üçlemesi (son 11 şutun 8’i gol, hepsi kaleyi buldu) Deschamps’ın karnına ağrı sokmuştur artık. Çünkü biliyorum, bi bahane olsa da takıma almasam diyor. Seve seve almazsa, gerçekten çok eleştirilir.
  • Bir maç da içimdeki tüm heyecanı yok ediyordu, o da Marsilya – Bordo. Ama sağ olsun Marsilya’nın Ultras’ı öyle bir şey yaptı ki kahkalar attım. Böyle bir kulübün normal protesto edilmemesi lazımdı, çok ekstra bi şekilde protesto edildi, helal olsun. Ulrich Rame ve Bordo için söylenecek tek şey var, takımda önceki görevinin performans analizcisi olması maçlara yansıyor. Herkes, her oyuncu oynadığı mevkide üst düzeyde performans gösteriyor ki, Biyogho Poko’nun sağ açıkta böyle oynayabilmesi falan çok acayip şeyler. Hafta içinde Marsilya taraftarıyla oyuncular görüştü. Artık “Sizin oynayacağınız topu sikerim” mi dediler, kibar davranıp “Beyler ayıp oluyor” mu dediler toplantıda bilemiyorum. Michel maçtan sonra Margerita Louis-Dreyfus’e istifasını sunmuş, Margerita uşağı alışveriş faturası getirdi sanmış. Mehehehe, zengin şakası. Neyse, Marsilya çok boktan durumda. Yalnızca Avrupa kıtasının en kötü takımı Troyes Marsilya kadar iç sahada galip gelememe serisine sahip.
  • Lille Monaco’yu da 4-1 yendi ya, neler oluyor? Beş maç üst üste oldu, Avrupa kovalıyorlar. Herve Renard’ın dipte bıraktığı takımı da Eder’in sırtlaması çok acayip. EURO 2016 hak ettiğini geçen hafta söylemiştim, son iki hafta üç gol iki asist, lige geldiğinden bu yana maç başına gol katkısı. Takımın başına geldiğinde “Ssdkjslkdj bu ne lan” dediğim Frederic Antonetti’den huzurlarınızda çok özür diliyorum. Adam büyük başkan çıktı. Zaten Korsika’dan boş adam çıkmaz, yiğit olurlar. Lille Avrupa’dan 2, Şampiyonlar Ligi’nden 6 puan uzakta. Gerçekten büyük saçmalık dönüyor.
  • Ben Yedder inanmış demiştim. Ajaccio son beş haftada PSG, Lille ve Lyon’la oynayacak. Bu üçünden puan almaları gerçekten doğa olayı olur. Toulouse ise Lyon ve St. Etienne’le oynayacak büyük maç olarak. Ligde kalmayı hak eden, hatta neredeyse orta sıralarda olmayı hak eden Toulouse ama Bor’un Pazarı geçti mi, onu daha görmedik. Pascal Dupraz, Ali Rıza Bey gibi aileyi bir arada tutmaya çalışıyor.
  • Bi an Nantes gerçekten Avrupa’ya falan gidecek diye çok korkmuştum. Der Zakarian’ın Avrupa’ya gitmesi demek ölü ve donuk futbolun UEFA Avrupa Ligi’ne girmesi demekti, neyse ki olmuyor. Klasik bir Nantes serisi olan “X maç üst üste yenilme” olayına başladılar yine ve artık Avrupa 7 puan uzakta. 
  • St. Etienne’in Troyes’yı 1-0 yendiğine bakmayın, bütün maç tokatladılar, Troyes anca düştü. 7’si isabetli 16 şut, Dreyer biraz yıldızlaştı. Troyes sezonun son 5 maçına 14 puanla giriyor. Ligue 1 puan rekoru bu sene gelecek gibi. Ligde bir sezonda en az puan toplayan takım 88-89’da Lens, 17 puanla. O rekor hakikaten Troyes’ya yakışır.
  • Hafta bombayla açılıyor; Lyon – Nice. Milli takım için savaşan Lacazette – Ben Arfa birbirlerine karşı oynayacaklar. Monaco – Marsilya da eğlenceli geçer, demedi demeyin.

Nisan 6, 2016

Perec’in Olimpiyatları #2

jim-thorpe-running

Büyük şampiyon Jim Thorpe, 28 Mart 1953’te Los Angeles’ta öldü. 1912 Stockholm Olimpiyatları’nda pentatlon ve dekatlonda kazandığı iki altın madalyayı boynuna takan Kral V. Gustaf’ın ölümünden üç yıl sonra. Thorpe’un Pensilvanya’da bulunan görkemli anıt mezarının üzerine de Kral’ın sözleri hakkedilmiş: “Bayım, siz dünyadaki en büyük sporcusunuz.”

Dünyadaki en büyük sporcu bir Amerikan yerlisiydi.1 Cesedini Kaliforniya’dan, trenle, memleketim dediği Oklahoma’nın Shawnee kasabasına getiren yerli halk, eyalet yönetimine söz geçiremeyince burada kalıcı bir mezar inşa etmek için kendi aralarında para topladılar. Fakat bir sabah uyandıklarında cesedi yerinde bulamadılar. Müteveffa kocasının bedeni hakkında başka planları olan Thorpe’un üçüncü eşi Patricia, onu çalıp Pensilvanya’ya götürmüştü.

Bess Lovejoy’un harika bir sehpa kitabı gibi adlandırılmış Rest in Pieces: Meşhur Cesetlerin Tuhaf Kaderleri’nde yazılana göre, “Ailenin diğer üyeleri onu Oklahoma’ya gömmek istiyorlardı ama Patricia eyaletin bu konunun üzerine yeteri kadar düşmediğini düşünüyordu. Bir gün Amerikan yerlilerine ait eski mezarlıkta beliriverdi ve polis koruması eşliğinde cesedi alıp götürdü. Daha sonra kocasının cesedini zor durumdaki iki Pensilvanya kasabası Mauch Chunk ve Doğu Mauch Chunk’a önerdi, kasabaların yaşadıkları sıkıntıyı ve birleşme düşüncelerini televizyonda duymuştu. Cesedi buraya gömüp bir anıt yaparlarsa, yeni kasabaya Jim Thorpe ismini verebileceklerini söyledi. Kasabalar anıt mezarın turist çekebileceğini düşündükleri için Patricia’nın teklifini kabul ettiler ama düşündükleri gibi olmadı.”

Minör liglerde iki maçlığına profesyonel beyzbol oynadığı gerekçesiyle geri alınan Olimpiyat madalyaları, 1983’te oğulları Gale ve Bill’e iade edildi. İlk başkanı olduğu APFA, NFL’e dönüştü ve başında bulunan Roger Goodell’i hiç kimse “dünyanın en büyük sporcusu” olarak görmüyor. Oğullarının açtığı dava üzerine 2013’te bir bölge hakimi, Pensilvanya’nın kuzeydoğusundaki Jim Thorpe nahiyesinin NAGPRA adlı yasa gereğince bir müze kabul edilmesi hükmünü verdi. Ancak bir yıl sonra temyiz mahkemesi bu kararı bozdu. Jim Thorpe’un mezarı, oğullarının muhalefetine rağmen, bugün hala 38 kilometrekarelik, 4800 nüfuslu Jim Thorpe, Pensilvanya’da.

“Her zaman gerçekten doğrulanmasa da, antrenman yöntemlerinin farklı müsabaka türlerine yeterince uygun hale getirildiği kabul edilir, mesela bir sürat koşucusu özel olarak 100 metre için hazırlanırken, bir diğeri 200 metre için hazırlanacaktır.

Tabii pentatlon ve dekatlon bunların dışında kalan bir durumdur. Bu aşırı-uzmanlaşmaya yönelik antrenmanın sonuçlarından biri, bir Atleti beş ya da on farklı müsabakayı asgari başarıyla tamamlayabilecek şekilde yetiştirmeye vaktin –ne de, doğrusu, yöntemin– olmamasıdır. Köydeki ilk yıllarında acemilerin devam ettiği birçok dalı kapsayan antrenman, en iyi uygulanabilecek olanıdır, ne var ki bu antrenmanı gerçekten çok yönlü Atletler yetiştirmek amacıyla profesyonel bir şekilde yürütmek için harcanan cılız çabalar başarıyla taçlanmamıştır. Bu durum kolayca açıklanabilir: Her köyün hemen anladığı üzere, W sporunun yasaları, beş ya da on müsabakada zafer kazanacak tek bir Atletle tek bir zafer kazanmaktansa, sırf o yarışlar için hazırlanmış beş Atletle beş yarış kazanmak için her şeyi ortaya koymak evladır zihniyetiyle yapılmıştır.

Dekatlonlar ve pentatlonlarda elde edilen derecelerin hakikaten içler acısı düşüklüğüne önceleri şaşıran Organizatörler, bir ara bu müsabakaları kaldıracak oldular. Sonunda kaldırmaktan vazgeçtiler ama müsabakaları da son derece ilginç bir şekilde yarışmacıların vasatlığına uygun hale getirdiler: Bunları gülmek için yapılan müsabakalar, yarışmaların çoğu sırasında hüküm süren aşırı şiddetli gerilimi seyircilerin üstünden atmaya yönelik sahte müsabakalar haline getirdiler. Pentatlon ve dekatlon yarışmacıları stada soytarı kılığında, yüzleri aşırı boyanmış bir şekilde girerler ve her müsabaka alay vesilesidir: 200 metre tek ayak üstünde sekerek koşulur, 1500 metre bir çuval yarışıdır, uzun atlamada basış tahtası çoğunlukla tehlikeli bir biçimde sabunla kayganlaştırılmıştır, vs. Bu müsabakalarda zafer elbette bazı sportif yetenekler gerektirir, ama asıl oyunculuk nitelikleri, mim, parodi ya da grotesk duygusu gerektirir. Yüzünü gözünü oynatan, tikleri olan ya da hafif özürlü bir acemi, mesela raşitikse, topallıyorsa, biraz ayağını sürüyorsa, aşırı şişmanlığa meyilliyse veya tersine aşırı sıskaysa, ya da ciddi derecede şaşıysa, pentatlon ya da dekatlon takımına alınma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır – ama neşeli bir seyircinin kaba şakalarına maruz bırakılmaktan çok daha büyük risklerle zaten sık sık karşıya kalınır.

Mesela bir kaza sonrasında yarışmaktan ilelebet bertaraf edilen faal bir Atlet, eğer kıdemlilerin haklarından yararlanamayacak kadar gençse ve antrenör olamayacak kadar apaçık yetersizse, gerekli desteği sağladığı takdirde –takım değiştirmenin ender bir örneği olarak– yine bu iki takımda yer alabilir.”2

#1

  1. Sac and Fox (ya da Sauk ve Meswaki) kabilesinden. []
  2. W ya da Bir Çocukluk Hatırası, Georges Perec, Metis Yayınları (2001), Çeviren: Sosi Dolanoğlu []

Nisan 4, 2016

Ligue 1 Notları #32

  • Yani şimdi tabii vidyoyu küçültmem, yerleştirmem falan lazımdı ama İbra yerleştirmiş zaten yeteri kadar. Elleyemedim, elim yandı.
  • İbra 30. golü attı, 11 asist. PSG rolantide ligin en tehlikeli takımlarından birine karşı 4-1 kazandı. Baştan söyleyeyim, PSG’nin Nice’e 4 atması değil, Monaco maçındaki konsantrasyonun aynısıyla sadece 1 gol yemesi esas olay. Aynı dakikalarda birbirini düşünen iki takım City ve PSG dörder tane attılar, basıp geçtiler. Verratti ve sezon boyu sakat olan Pastore yoklar. Bu Rabiot’nun bi ara küçükken altyapısını gördüğü, sonra annesinin hasretine dayanamayıp döndüğü City’ye karşı 11 çıkması demek olacak büyük ihtimalle. Esas eksik bu kadar formda bir İbra’ya karşı Kompany’siz oynayacak City’de. Onsuz kazanamıyorlar, ilk PSG maçını kazanmaları da pek mümkün görünmüyor. Tek soru; 2014 Dünya Kupası’na geri dönen David Luiz’i kim tutacak? Bu arada, Ben Arfa Parc des Princes’te PSG’ye karşı en fazla gol atan adam oldu. Cavani gitsin, o mu gelsin?Image 2
  • Sen de haklısın da, ben anlayamadım nasıl oluyor. Hubert Fournier harika bi sistem kurmuştu. Jallet ve Bedimo yaratık gibi hücuma çıkarken Gonalons hiç hücuma ilişmeyip üçüncü stoper gibi kalıyor, Ferri ve Tolisso hücumda emniyeti ve tekniği sağlarken kalanlar deli gibi ceza sahasını zorluyorlardı. Lacazette insan değildi, keza Fekir de. Sezon başı Fekir gitti, Lacazette’in de aklı gitti, kendisi kaldı. Beauvue zaten olmazdı, olmadı. Şimdi, burada gol atabilmek için bi adam lazımdı. Orta sahadakileri sayma zaten, Tolisso geçen sezon bekleneni aştı, Cornet daha küçük, Kalulu da pişmedi… Kim var? Ghezzal. Yani vardı hep ama bu kadar özgüvenli oynayıp bunları yapabilmesi çok değişik. Ha burada Genesio’nun etkisi büyük, zira ikisi de Lyon’da çalışmaya 2005’te başlıyorlar, Ghezzal bir nevi Genesio’nun elinde büyüyor. Onunla alakalı sanırım. Lyon Ocak ortasından bu yana en fazla gol atan takım. Lacazette 2016’da en çok gol atan Fransız. Dönüyor musunuz gençler?

Image 3

  • Çok fazla bir şey yazmayacağım. Ya Leonardo Jardim, siz yukarıdaki kadroya evinizde nasıl yenildiniz be abi?
  • Javi Manquillo hafta içi İspanya basınına “Marsilya, hocayı kovmamakla doğru olanı yaptı. Her şey toparlanacak, onun için ölmeye hazır topçular var” demişti. Onun için bölümüne gerek yok, artık Marsilya topçuları ölmeye hazır. Ben olsam restorana falan gitmem. Tek özelliği Brandao’ya top uzatmak, onun aldığı toplarla Sio’yu bulması ya da duran top falan alması olan bir takıma da yenilebildiler. Maçın ilk yarısında dikkat çeken tek şey Abou Diaby’nin 2013’ten sonra ilk kez ilk 11 başlayabilmesiydi. Yani bir maçın en ilgi çeken olayı Diaby’yse zaten… 2012’den beri ilk defa 7 maçlık kazanamama serisi yapmışlar. İyi olmuş.
  • Ousmane Dembele bu sezon beş büyük ligde 12 gole ulaşan oyuncular arasında 20 maçla en az maça ihtiyaç duyan oyuncu. Yani en az maçta 12 gol atan oyuncu işte. Niye 12 gol derseniz, Dembele kardeşim kırmaya yaklaşırken hazırlanan istatistikler diye cevap veririm sadece. Rennes çok rahat kazanacaktı zaten ama bu maçla birlikte birini daha kazandı; Grosicki. Bu kadar tempolu olup aynı zamanda ayağı zeki olan adam zor zaten de, Dembele üzerindeki baskıyı öyle bir almış ki, Grosicki değil Lewandowski etkisi yapıyor maç ceza sahası çevresinde. Şampiyonlar Ligi gelirse bir sezon daha durabilir Dembele, o zaman Rennes çok enteresan olur. Dembele’yi altyapıda unutan ve Grosicki’ye 80’de ancak Pedro Henrique yorulursa şans veren Philippe Montanier de gitsin ikinci lig takımı falan çalıştırsın. Ya da Valenciennes’e dönsün lan, o bile daha iyi iş yapar :(
  • Eder’in Lille’i Nantes deplasmanında öne geçiren goldeki Cana “rencidasyonunu” izlemenizi öneririm. Çocuklar kötü etkilenebilir diye koymadım buraya. Bi tane adam gibi forvetiniz varsa Eder gibi, ki eşek değilse yine Portekiz Milli Takımı yapması lazım, Ronaldo’yu forvete çekeceklerine bunu oynatsınlar. Eder dağıtıcı, Sio-Lopes gezici, e Cana ve Vizcarrondo nasıl başa çıksın bunlarla? Üst üste 4 maç kazandı Lille. Herve Renard şimdi kim bilir hangi Afrika savanında iş kovalıyordur…
  • Ben Yedder bu ligde kalacağını anlatmaya çalışıyor. Kaliteli bi insan olmasam “Ben Yedder Ben Bu Ligde Kalacağım Dedi” yazardım. Yazmıyorum. Toulouse için düştü dedim ama hadi iki maçı birlikte yazayım, Perrin-Ruffier ikilisi Ajaccio’dan bayağı nefret ediyor sanırım. İnanılmaz şeyler çıkarmış ikisi. Yani tabii Ajaccio da bi zahmet böyle bir maçta 17 şut atıyorsa bir tane gol atıversin. Zaten St. Etienne’in o kadro kalitesiyle bir maçta gol yememesi için Perrin ve Ruffier’nin 10 üzerinden 9 oynaması lazım. İkisi de kaçsın yalnız sezon sonu, manyaklığın lüzumu yok. Neyse Toulouse kalabilir mi, orası karışık. Troyes’yla içeride maçları var bir kere, onu geç. Bastia ve çok kötü savunması olan Lorient ikilisiyle oynayacaklar önümüzdeki iki hafta. Pascal Dupraz Evian’ı düşürdü, Toulouse’u tutsun bari.
  • Koş koş koş maçlara bak: Işık hızında Nice – Rennes, Monaco’yu tokatlamaya gelen Lille. Ben Arfa v Ousmane Dembele > Batman v Superman arkadaşlar. Bi de Marsilya – Bordeaux var, ben şimdi yazdığım için ellerimi yıkayacağım…

Mart 28, 2016

Perec’in Olimpiyatları #1

Bir Olimpiyat yılı daha… Pierre de Coubertin tarafından canlandırılan Olimpizm idealinin üzerine kurulduğu temel prensipler, bugün insanlığın çok uzağında görünüyor. Zaten sizi Coubertin’le yeniden –bu kez hak ettiği biçimde– tanıştırmak isteyenlere şimdiye kadar kulak vermiş olmalıydınız; insanlığı yeni bir erdem düzeyine taşımak niyetiyle sporu bir kez daha dünyanın hizmetine sunan romantik bir Fransız aristokratını değil de, yedi yaşında bir çocuk olarak tanıklık ettiği Prusya yenilgisinden sonra farklı bir canlanmanın arayışında olan bir rebranding dehasını anlatan teoriden söz ediyorum. Coubertin gibi icat ettiği Modern Olimpiyatların varisi Uluslarası Olimpiyat Komitesi’nin ikiyüzlülüğü üzerine de çok şey okudunuz. Yeni bir Olimpiyat yılı, bunlara bir yenisini eklemek için bir bahane olabilir. Ya da bir kutlama sebebi… Nasıl isterseniz.

people-vs-president

Bugünlerde dünyanın baktığınız herhangi bir köşesinde, dünyada kötü giden her şeyin bir analojisini bulabilecekmişsiniz gibi geliyor. Brezilya’nın Olimpiyat ev sahipliği için duyduğu arzuda, başarılı bir kampanya sonucunda Rio 2016 “hayalinin” gerçeğe dönüştürülmesinde, bir mega-etkinlik gerçeğinin kararlılıktan uzak bir ekonomide ve toplumda açabildiği çatlaklarda, bu çatlakların bazılarını fırsat bilip içeri sızan Zika virüsünde,1 Olimpik projelere paralel ilerleyen mutenalaşmada,2 iktidardaki PT’nin yolsuzluk iptilasında, geçtiğimiz ay başlayan soruşturmalar sonrası itibar kaybeden halk kahramanı Lula Zenginden-Alıp-Fakire-Veren da Silva’da, geniş çaplı protesto yürüyüşlerini “HALK, BAŞKANA KARŞI” manşetine sığdırma gayretindeki Batı medyasında,3 bu acizliği görünce kaybettiği itibarın bir kısmını geri vermeyi düşündüğünüz Sadece Lula’da ya da belki şu yukarıdaki fotoğrafta.

Yine de içinizi rahat tutun, en karamsar Olimpiyat analojisi çoktan kuruldu. 1975’te, Münih Katliamı’ndan üç yıl sonra, Georges Perec tarafından.

Çocukluk hatıram yok. Aşağı yukarı on ikinci yaşıma kadar, kişisel tarihim birkaç satırdan ibaret: Babamı dört yaşında, annemi altı yaşındayken kaybettim; savaş süresince Villard-de-Lans’taki çeşitli pansiyonlarda kaldım. 1945’te babamın ablası ve kocası beni evlat edindiler.

(…)

On üç yaşındayken bir hikaye uydurdum, anlattım ve çizdim. Daha sonra, bu hikayeyi unuttum. Yedi yıl önce bir akşam, Venedik’te, birdenbire bu hikayenin adının “W” olduğunu ve bir anlamda, çocukluğumun tarihi değilse de en azından çocukluğumun bir hikayesi olduğunu hatırladım.

Bir anda aklıma gelen başlık dışında, W’yle ile ilgili hiçbir hatıram yoktu aslında. Bu konuda bildiğim tek şey topu topu iki satırdan ibaret: Ateş Ülkesi’nin bir adacığında, sırf sporla meşgul olan bir toplumun hayatı.

W ya da Bir Çocukluk Hatırası, ikili bir anlatı. İngilizcedeki gibi iki U’nun değil, iki V’nin birbirine eklemlenmesiyle oluşan (double-vie, Oulipo much?) W harfinin ya da düşsel bir geometrinin temel figürünün anıştırdığı bir çocukluğun bir hikayesi ve aynı zamanda Ateş Ülkesi’nin alegorik bir adacığında hüküm süren bir Olimpik polis devletindeki günlük yaşamın bir hikayesi. Başlangıçta birbirinden çok uzak gözüken bu iki hikaye, anlatının sonunda iç içe geçiyor, aynılaşıyor. Tierra del Fuego’nun yakıcı gerçekliğinin zalim ve irkiltici/kışkırtıcı ayrıntılarını bir distopya olarak ehlileştirebilmek mümkün, ancak öteki hikaye için aynı şeyi söyleyemeyiz.

On iki yaşındayken, W’ye yer olarak hangi sebeplerle Ateş Ülkesi’ni seçmiş olduğumu hatırlamıyorum. Pinochet’nin faşistleri hayal gücüme son bir yankı verme görevini üstlendiler: Ateş Ülkesi’ndeki birçok adacık bugün sürgün kamplarıdır.4

  1. Dave Zirin’in The Nation‘daki yazısı: http://www.thenation.com/article/brazil-in-peril-the-world-cup-the-olympics-and-the-zika-virus/ []
  2. Şurada bir çetelesi tutuluyor güncel olarak: http://www.rioonwatch.org/ []
  3. Batı medyasının Brezilya’ya gösterdiği ani ilgi üzerine faydalı bulduğum iki yazı:
    i. https://theintercept.com/2016/03/18/brazil-is-engulfed-by-ruling-class-corruption-and-a-dangerous-subversion-of-democracy/
    ii.  http://www.truthdig.com/report/item/information_war_fuels_political_crisis_in_brazil_20160322 []
  4. W ya da Bir Çocukluk Hatırası, Georges Perec, Metis Yayınları (2001), Çeviren: Sosi Dolanoğlu []