Skip to content

Geldiğimizde Bütün Mutluluklar Ele Geçirilmişti

Hazır vizyondaki filmler garabete göz kırparken biraz geçen senenin kıyıda köşede kalmış filmlerine bakmak faydalı olabilir.

Hazır vizyondaki filmler garabete göz kırparken biraz geçen senenin kıyıda köşede kalmış filmlerine bakmak faydalı olabilir. Daha geniş kapsamlı bir “vizyona alternatifler” listesini daha sonraya bırakıp Gürcü sinemasının son yıllardaki en iyi işi olan Hayatın Baharı (Grzeli Nateli Dgeebi) özelinde çerçeveyi biraz küçültmek istiyorum.

Gürcü sineması, köklü bir geleneğe sahip olmasına rağmen özellikle son 20 yılda büyük bir düşüş yaşadı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Gürcistan, bağımsızlığına kavuşsa da bir sürü ekonomik kriz ve sosyal yetersizlikler nedeniyle büyük bir çıkmaza girdi. Epeyi lüks bir sanat olan sinemanın da bu krizlerden etkilenmemesi olanaksızdı. O yüzden yaratıcı yönetmenlerin eksikliğinden ziyade, koşulların yetersizliği nedeniyle doksanların başında Gürcü sineması üretimi durduracak noktaya geldi.

Hâlbuki 1920’lerden başlayarak kademe kademe ilerleyen, özellikle yetmişlerde ve seksenlerde doruk noktasına ulaşan, nev-i şahsına münhasır bir sinema oluşmuştu Gürcistan’da. Stalin döneminin sanat üzerinde de yıkıcı olan baskısı sona erince görece rahatlayan Sovyet sanat ortamı en önemli sanatçılarından bazılarını Gürcistan topraklarında çıkarmıştı. Örneğin Tengiz Abuladze, hem Gürcü sinemasının gelişimine ön ayak olurken, bir taraftan da yaptığı filmlerle bu sinemanın uluslararası alanda duyulmasını sağlamıştı. Bir diğer önemli yönetmen Rezo Chkheidze de altmışlarda ve yetmişlerde yaptığı filmlerle hem gelenekselleşen, alegori ve metaforların ön plana çıktığı Gürcü filmlerini bir sonraki kuşağa taşımış hem de Tengiz Abuladze ile birlikte öncülük ettiği Tiflis’teki Gürcistan Tiyatro Enstitüsü ve Sinema Okulu’nun kurulmasına katkıda bulunarak yeni yönetmenlerin de kendilerini göstermesine olanak sağlamıştı.

Tengiz Abuladze ve Rezo Chkheidze’nin birlikte çektikleri 1955 yapımı Magdanas Lurca Sovyet sonrası çağdaş Gürcü sinemasının manifesto filmi olarak biliniyor. Daha sonra yolları ayrılsa da bu ikili uzun bir süre daha Gürcü sinemasının besleyici güçleri oldular. Abuladze, özellikle Monanieba (Pişmanlık) filmiyle bayrağı en tepeye dikmiş ve Gürcü sinemasını bambaşka bir noktaya getirmişti. Chkheidze ise özellikle Jariskatsis Mama (Bir Askerin Babası) filmiyle kendi sinemasını bir adım ileriye taşımıştı. Bu ikilinin ardından bir sürü değerli sinemacı çıkaran ve her on senelik dönemde daha da gelişme gösteren Gürcü sineması doksanların başından itibaren ikinci paragrafta belirttiğimiz sebeplerden ötürü ülkesiyle birlikte bir çöküş dönemine girdi.. Yine de Otar Iosseliani, Géla Babluani, Temur Babluani, Giorgi Shengelaya gibi yönetmenler zor koşularda da olsa film üreterek Gürcü sinemasını iyi-kötü ayakta tutmayı beceriyorlar.

3

Hayatın Baharı,  tam bu bahsettiğim çöküş dönemine yani doksanların başındaki Gürcistan’a odaklanan bir film. Hikâye 1992’de, Gürcistan’ın bağımsızlığını kazanmasının ertesi yılında başlıyor. 14 yaşındaki iki arkadaş Eka (Lika Babluani) ve Natia (Mariam Bokeria) hem aileleriyle kurdukları ilişkilerde hem de arkadaşlarıyla kurdukları ilişkilerde belirgin bir uyumsuzluk yaşamaktadır. Filmin ilk 25-30 dakikasında hem Eka’nın hem de Natia’nin ailelerindeki sorunlara tanık oluruz. Eka, annesi ve ablalarıyla birlikte yaşamaktadır. Babası ise bilmediği bir sebepten hapistedir. Natia ise annesi, kardeşleri ve üvey babasıyla birlikte yaşamaktadır.  Her iki genç kızın da aileleriyle kurdukları ilişki problemlidir. Natia sürekli annesinin ve üvey babasının kavgalarının ortasında kalırken, Eka ilgisiz ablaları ve annesinden muzdariptir. İki genç kız da aile içinde yaşadıkları problemlerin benzerlerini okulda da yaşarlar. Eka ve Natia’nın hayatlarındaki karmaşıklığı ülkenin içinde bulunduğu karmaşıklık takip eder. Bir tür sosyal patlamanın içinde olan Gürcistan’ın da en az karakterler kadar filmin içinde olduğunu söyleyebiliriz. Uzun ekmek kuyrukları, göz yumulan şiddet olayları ya da kızların genç yaşta zorla evlendirilmesi gibi meseleler de filmin dramatik yapısını oluşturan diğer önemli detaylar olarak dikkat çekiyor.

Hayatın Baharı’nı özel bir film yapan detaylar ise filmin anlatım biçiminde ortaya çıkıyor. Kamera filmin başlarında bir sürü karakterin arasında dolaşıyor ve tam bu keşmekeşin nasıl toparlanacağını düşünmeye başladığımız anda film yavaş yavaş çerçeveyi küçültmeye başlıyor. Bir yerden sonra sadece Eka ve Natia’ya, onların hikâyelerine odaklanmaya başlıyoruz. Filmin başlarındaki o keşmekeşin hatta daha doğru bir tabirle gürültünün arasında kaybolan bu iki genç kıza yaklaştıkça, çok daha başka bir ruh hali ile tanışıyoruz. Hem ülkenin içinde bulunduğu karmaşa hem de aile hayatlarındaki kaotik atmosferin içinde kendi hayatlarını bir düzene oturtmaya çalışan iki genç kız ne yapsalar da kendilerini bulundukları düzenden azade kılamıyorlar. Natia’nın sevgilisinden aldığı silah da tam bu noktada, kaygan zeminde ayakta durmaya çalışan iki genç kızın kaderlerini belirleyen bir istikamet haline geliyor.

1..

Filmin içinde hiç müzik kullanılmaması her an bir trajediye meyledebilecek bazı anların belirli bir dengede durmasını sağlıyor. Filmde her şey ne bir eksik ne de bir fazla. Olan bitene ekstra bir anlam yüklememizi sağlayacak hamleler yok. Örneğin Eka’nın ekmek kuyruğundayken dayak yediği bir sahnede ya da Natia’nın sevgilisinin öldürüldüğü sahnede yönetmen hep bir mesafe gözetiyor. Aslında filmin bu kadar etkileyici olmasını da tam olarak bu sağlıyor. Filmin sessiz ve derinden ilerleyen ritmi bir yerden sonra bir burukluk hissiyle devam ediyor. Bir düğümü andıran yapı sonlara doğru o kadar naif bir şekilde çözülüyor ki, baştaki bütün o keşmekeşin filmin sonlarına doğru baş gösteren sessizliğe doğru atılan bir adım olduğunu fark ediyoruz. Gürültüler kesilince genç kızların, özellikle de Eka’nın sessizliğinde hiç göremediği babasının olduğunu ya da Natia’nın bütün o gevezeliğinin altında âşık olduğu adamla evlenememesinin getirdiği sessizliğin yattığını ve yarattığı tüm gürültünün de o sessizliğin üzerini örtme çabası olduğunu anlıyoruz. Geldikleri dünyada ele geçirilmiş mutluluklar için çabalayan iki genç kızın dönüp dolaşıp yine aynı çıkışsızlığa devrilen hayatları olumlu bir son bulmasa da, en azından birbirlerini ayakta tutacak gücü bulmayı bir şekilde başarıyorlar.

Yönetmen Nana Ekvtimishvili1 Hayatın Baharı’ndan evvel bir kısa film bir tane de kısa belgesel yönetmiş. Sanırım iyi bir sinefil olduğumu iddia edebilirim demek dışında sinema konusunda çok da iddialı olmadığını söylüyor. Buna rağmen bu ilk uzun metraj filmiyle Berlin Film Festivali’nde birçok eleştirmen ve prodüktörün dikkatini çekmeyi başardı. Tabii burada asıl payeyi haklı olarak genç oyuncularına veriyor. Gerçekten de hem Lila Babluani hem de Mariam Bokeria film boyunca kusursuz bir iş çıkarıyorlar. Eka’yı canlandıran ve yönetmen, oyuncu ve yazarların bol bulunduğu bir aileden gelen Lika Babluani’nin performası ise bir adım daha öne çıkıyor.. Özellikle düğündeki dans sahnesinde gösterdiği harika performansla sanatçı bir ailede büyümenin nimetlerini bir bir önümüze getiriyor.

2..

İnsanların bir filmi aynı ruh halinde yahut aynı manzara eşliğinde izlemeleri imkânsız. Film izlemenin güzel taraflarından biri de bu zaten. O yüzden bir filmi sevip sevmemenizi sağlayan şeyler biraz da filmi izlediğiniz andaki durumlara bağlı. Mesela eminim, eğer Hayatın Baharı’nı şöyle sıcak bir öğle vakti, sırf zaman geçsin diye izleseydim, “eöehh” deyip ilk yarım saatten sonra bırakırdım. Ama bir gece vakti malak gibi uyanıp “yahu ben bu saatte niye uyandım ki?” diye şaşırmaya bile vaktiniz kalmadan eliniz gayri ihtiyari “filmler” klasörüne giderse ve orada bulunduğunu bile unuttuğunuz bir Gürcü filmini “biraz bakayım neymiş” diye açıp başından hiç ayrılmadan 100 dakika izlediğinizde işler değişiyor. Sanırım hayatın manzarası bir şekilde filmlerin de manzarasını tamamlıyor. Olayların sonunda ise ufak bir buruklukla uykunuza geri dönüyorsunuz. Neyse. Demek istediğim, Hayatın Baharı kırık bir film. Bütün alametifarikası da bu kırıklığı küçük bir zarafetle ve dozunda bir samimiyetle seyirciye sunması. Böyle filmler izleyince insan durup şaşırsa mı, yoksa filmin güzelliğine bakıp üzülse mi bilemiyor. Belki de ikisini birden yapmak lazım.

  1. Aslında Hayatın Baharı iki yönetmenli bir film. Fakat diğer yönetmen Simon Groß’un daha ziyade yapımcı rolü üstlendiği söyleniyor. []