Skip to content

Memphis Yıkılmadı, Ayakta mı?

Memphis Grizzlies deneyiminin sonuna yaklaşırken...

Zach Randolph hitabet uzmanı değil. Her NBA oyuncusu gibi “You know” demeden yaşamını sürdürme ihtimali yok. Fakat sahne sırası geldiğinde size felsefe yapabilir. Perşembe akşamı, o günlerden biriydi. Memphis Grizzlies kazanmak zorunda olduğu bir maça çıkmıştı. Seride Los Angeles Clippers karşısında 2-0 geriye düşmüşlerdi ve evet, kazanmak zorundaydılar. Z-Bo ilk iki maçta formsuz görünmüş, iki senedir play-off’ların aynı aşamasında çarpıştığı Blake Griffin karşısında ezilmişti. Gözler ona dönmüştü. Acaba bir daha eskisi gibi olamayacak mıydı? Ve Blake hakkında ne düşünüyordu? Basit ve mühim bir soru. TNT de bizimle aynı fikirdeydi. İlk çeyreğin sonlarına doğru Zach’le yapılmış o röportajı ekrana taşıdı:

– Evet Zach, Blake Griffin hakkında neler düşünüyorsun?
– Birbirimize saygı duyuyoruz. O çalışkan bir genç oyuncu. Onu seviyorum.
(Burada kesmek zorundayım. Onu gerçekten seviyor musun?)

Zach Blake
Devam edelim. Buyur Zach:

– Her zaman daha iyiye gitmeye çalışıyor. Ben de onun gibi rekabetçiyim. O kaybetmekten nefret ediyor. Ben kaybetmekten nefret ediyorum. Ama sahada sadece takımımdakileri arkadaşım sayarım. Bu kişisel değil, sadece basketbol.

Basit ve harika ifade etmiş öyle değil mi? Fakat bununla bitmiyor. Chris Webber’ın da söyleyecekleri vardı. Kariyeri Z-Bo kadar karmaşalarla dolu olmayan ama şanssızlıkların yolunu kestiği süperstarlardan biri olarak NBA tarihine geçen C-Webb, tv yorumcusu olarak Zach’in bıraktığı yerden sözü aldı, şunları ekledi:

“Rakiple savaşmanıza gerek yok. Sadece kaybetme, yenilme düşüncesine karşı savaşın.”

Adları Jean-Paul Sartre ya da Albert Camus değil. Kimse onların spor üzerine ettiği kelamlardan tişört yapmayacak, biraz futbol yazını, biraz kadın fotoğrafı formülüyle yürüyen bloglar onların alıntılarını sayfalarına taşımayacak. Zaten buna gerek de yok. Elinizde kahve, gecenin bir yarısı NBA izliyorsanız Z-Bo’ya Sartre’dan daha çok ihtiyacınız var demektir. O size sesleniyor.

Ne demişti Sartre? “Futbolda her şey rakibin varlığıyla çetrefilleşir.” Harika ama hayatımı değiştirmeyecek. Oysa Z-Bo iki sene önce bunu yapmıştı. Mavi yakalı şehrin takımını tutmamı sağlamıştı. Kendisi de benzer bir yaşamı, belki daha kötüsünü deneyimlemişti. Çevresi onu anlayan insanlarla doluydu. Takımlarını ilk kez manşetlere taşımış, kimilerinin onları ara sıra sürpriz NBA şampiyonluk adayı olarak göstermesini sağlamışlardı.

Bu bir gecede olmamıştı. Bu takım bir gecede kurulmamıştı. Fakat her şey bir seride değişmişti. 29 Nisan 2011’de San Antonio Spurs’ü 99-91 mağlup edip NBA tarihinde sekizinci sıradan play-off’a girip birinci sıradaki rakibini yenen dördüncü takım olmayı başarmışlardı. Yollarına taş koyan bir sonraki turda yedi maçta Oklahoma City Thunder olmuştu.

Bir başka Nisan ayı onlara uğurlu gelmemişti. Bu sefer daha yüksekten, dördüncü sıradan girdikleri play-off ilk turunda Los Angeles Clippers ile karşılaşmışlardı. Spurs’ü eleyip kendilerini NBA’in zirve adayı olarak gösterdikleri 29 Nisan gününden tam bir yıl sonra 27 sayı farkla öne geçtikleri maçta Clippers’a yenilmişlerdi. Bu sefer ilk tura favori olarak girip elenme sırası onlara gelmişti.

Harika bir çekirdekleri vardı. Koçları Lionel Hollins güleryüzlü diktatörlerdendi ve herkes ona hayrandı. Şampiyon 77 Portland Trail Blazers takımının oyun kuruculuğundan  koçluğa uzanan serüveninde yaptığı her şey onu Memphis Grizzlies için biçilmiş kaftan yapmıştı. Sertti, çalışkandı, mücadeleciydi ve her şeyden çok kaybetmekten nefret ediyordu. Zach Randolph gibi. Yanlarına Marc Gasol, Mike Conley, Rudy Gay gibi yenç yıldızları almışlar, 48 dakika savaşan, yetenekleri ölçülerinde ellerinden gelen her şeyi yapan görev oyuncuları ile takımı oluşturmuşlardı. Herkesi yenebilirlerdi zira yıldızları eşsizdi. Herkesi savunabilirlerdi zira Tony Allen vardı.

Alışıldık favorilere benzemiyorlardı. Hem saha içinde hem de saha dışında. Bu da beraberinde bazı soruları getiriyordu. Anlık, maçlık, haftalık, serilik kıvılcımlarını bütün bir play-off dönemine yayabilirler miydi? Rudy Gay el freni miydi? Son bölümde maç başa baş gittiğinde topu kime emanet etmeleri gerekiyordu? Zach Randolph ilerleyen yaşına ve sakatlıklara rağmen üst seviyede kalabilir miydi? Dış şut katkısını nereden alacaklardı? Koç Hollins rotasyonu ve süreleri ayarlayabiliyor muydu?

Ve en önemli soru: Memphis Grizzlies şampiyon olabilir miydi? Olabilir mi?

Olamaz.

Ben kendimi alıştırdım. O beklediğimiz sürpriz olmayacak. En azından benim olmasını sonuna kadar istediğim o hayâl gerçekleşmeyecek. Artık buna emin gibiyim. Zach sallantıda. Dış şut problemleri hâlâ büyük. Rudy Gay takası onları geriye götürmedi ama fazla ileriye de götürmedi. Son periyotta bazen tıkanıyorlar. Ve Los Angeles Clippers ilk iki maç tam anlamıyla farkını gösterdi. Daha hızlılar, daha rahat skor buluyorlar, yedeklerin oyuna dahil olduğu her saniye zaman Clippers lehine çalışıyor ve Chris Paul’a sahipler.

Böyle 2-0 oldu seri. Olmuştu. Bazen hikayenin orada bittiğini düşünürsünüz. Herkes de buna meraklıydı. Memphis Grizzlies’ın bittiğini düşündüler. Bir çağın kapanışı, fin de siecle, fin de ciclo, end of en era manşetleri doldurdu. Daha seri bitmeden sil baştan muhabbetleri başladı. Lionel Hollins ve Zach Randolph’un geleceğine dair endişeler dile getirildi. Ve Memphis üçüncü maçta harika bir zafer kazandı. Clippers’tan kötüydüler ve bunu anlamaları her şeyi değiştirmişti. İyi yaptıkları şeylere odaklandılar. Topa baskının dozajını arttırdılar. Rakibi top kaybına sürüklediler. Hızlı hücumlarla sayı buldular. Ekstra kısaları daha fazla devreye soktular. Üçlüğe, dış atışa ehemmiyet verdiler. Ve Z-Bo son zamanlardaki en iyi maçını oynadı. Spurs’ü eleyen, Thunder’ı sona kadar zorlayan 2011 Zach Randolph gibiydi.

Herkes mükemmel olmak zorunda değil. Memphis Grizzlies bunu çok iyi biliyor. Ve bu yüzden yoluna sonuna gelmeden bir durak önce kendilerini göstermek istediler. Sorun rakip değildi, sorun kaybetme düşüncesinin ta kendisiydi. Hâlâ “Son” yazısını görmeye daha yakın olan taraflar. Bu kadro, bu takım, bu çekirdek belki de seneye daha farklı bir kimlikte olacak. Bunu bilmiyoruz ama hissediyoruz. Bir şampiyonluk asla gelmeyecek ve bu sorun değil. İnanın, değil. 2000’lerin başında Sacremento Kings, ortasında Phoenix Suns, sonrasında Orlando Magic kurdukları yakışıklı takımlar ile oyunu daha iyi hâle getirdi. Tepe takımların tekelini sonuç olarak bozmasalar bile felsefe olarak bozdular. Koçları ve tarzları her zaman hatırlanacak. 2009 girişli Memphis Grizzlies gibi.

Tarih kazananları yazmıyor, kaybedenler de orada. Ama lütfen, bir yolunu bulalım. Memphis Grizzlies elenmesin. Los Angeles Clippers da. Rakiple değil, kaybetme düşüncesiyle savaşan iki takımın şerefine kadehimi kaldırıyorum. Sana da Chris Webber. O takımlardan birinin parçasıydın ve bugün neden bir yüzüğün olmadığını bilmiyorum. Neden? Şerefe…

Zach Randolph’a da iyi bakın. Kişisel almayın, bu sadece basketbol. Takım arkadaşıysanız sizi zaten çok sevecektir. Eğer rakibiyseniz sert oynayın, sizi daha çok sevecektir. Perşembe akşamı Matt Barnes ona çok sert bir faul yaptı ve Z-Bo’nun yanıtı rakibini gidip tebrik etmek oldu. Benim için o an, Chris Paul’un son saniyesinden daha değerliydi ve kocaman bir gülümseme ile maç sonu oturup düşünmemi sağladı. Her şey bitiyor olabilir. Bununla idare edebilirim. Memphis Grizzlies deneyiminden bana kalan birçok güzel an var. En çok da bu var.