Skip to content

Grinin Elli Tonu: Liverpool

Michael Owen ile bir müzik grubunun buluştukları yer...

Her şey bir golle başladı. Anneannem vefat etmişti ve bahçede top oynuyordum. Acıları paylaşmak büyüklerin işidir. Ben de bahçeye çıkmış, duvara şut çekiyordum. İki gün sonra köyde bulmuştum kendimi. 98 Dünya Kupası yaklaşmaktaydı ve adet gereği ölünün arkasından 40 gün televizyon açmak yasaktı. Neredeyse her ay biri vefat ediyordu ve kimse o televizyonların ne zaman açıldığını, neden orada bulunduğunu bilmiyordu.

Michael Owen hayatıma böyle girdi. Bağırışların, çağırışların, yakarışların başrol oynadığı bir yerde hiçbir şeyi tam olarak anlamadığımı gören bir “abi” beni maçları izlemek için gittiğim ve herkesin oralet ısmarlaması nedeniyle fenalık geçirdiğim köy kahvesinden çıkarmış, amcamların oturma odasında herkesten habersiz çalışan televizyonla tanıştırmıştı.

O golü asla unutmadım. Michael Owen’ın Arjantin’e attığı gol. İzlemeyenler azınlıktadır, azınlıklar için Youtube yardıma koşabilir, fakat şu anda koordinat vermek istemiyorum. Ben bile golü bir kez daha izlemeyeceğim. Zira o zaman düşündüğüm kadar iyi olmadığını görebilirim. Televizyonda denk geldikçe kanal değiştiriyorum.

Uzun süredir düşünüyorum. Bu golü neden bu kadar çok seviyorum? Ya da takımı, kenti bırakıp giden bir adamdan neden nefret etmiyorum? Liverpool, Aston Villa’dan 3 yemiş, Owen kişisel internet sitesinde her hafta geçmişe dair hüzünle karışık nefis yazılar yazıyor ve ben bu golü düşünüyorum. Çok özenilecek bir hayata sahip olmadığımı buradan anlayabilirsiniz.

Liverpool’a ayak bastığım ilk anı hiç unutmuyorum. İliklerime kadar gri hissetmiştim. Yağmur, soğuk, kasvet değildi bu, başka bir şeydi. Sanki ilk saniyeden itibaren yüzümde çizgiler oluşmuş, göz altımda torbalar belirmiş, saçım beyazlamış, yürüyüşüm yavaşlamıştı. Her adımda bir şeylerin değiştiğini anlıyordum. Daha sonra bunun sırtımdaki çantanın ağırlığından ileri gelebileceğini fark ettim. Yine de sanki bir sınır vardı ve eğer Liverpool’dan içeri adımınızı attıysanız cebinizdeki kelimelerin rengi de griye dönüyordu. Siyah değildi, beyaz değildi, çok karamsar değildi, çok iyimser değildi, griydi.

Gitmeden biliyordum bunu. Hayatının hatırı sayılır bir kısmını Liverpool’u destekleyerek geçirmiş biri olarak her şeye hazırlıklıydım. Bunu sağlayan, bir belgeseldi. 1992 yılında Fransızlar tarafından çekilmiş bir belgesel. Konusu Michael Head. NME’nin 1999’da “Bu adam bizim en iyi şarkı yazarımız. Onu tanıdınız mı?” sözleriyle kapağına taşıdığı bir kayıp dahi. Bugün dahi kimse onu tanımıyor.

Shack en büyük olabilirdi. 80’lerin ortasında Michael Head, kardeşi John Head ile grubu kurduğunda gelecekleri parlak görünüyordu. The Pale Fountains ile başarılı bir başlangıç yapmış, akabinde rotalarını çevirdikleri yere “Shack” adını vermişlerdi. İlk albümleri Zilch ticari ya da eleştirel anlamda çok parlak bir tepki almasa da dikkatlerin onlara doğru dönmesini sağlamıştı.

Gelecek heyecan vericiydi. 1991’de Londra’da Waterpistol adını verdikleri albümlerini kaydetmeye başlamışlardı. Şarkılar Stone Roses’ın debut albümünden sonra yeni bir devrim için heyecanlanan Britanya müzik aleminin beklediği eserler olabilirdi. Head ve arkadaşları kendilerine güveniyordu. Stüdyo da onlara. Sorunlar tam da burada başladı. Albümün kaydedildiği Star Studio’da çıkan yangın kayıtların parçalanmasına sebep olmuştu. Şarkıların tek bir kopyası prodüktör Chris Allison’da kalmıştı ve o da kayıtları California gezisinde kiraladığı arabanın bagajında unutmuştu. Murphy Kanunları, Liverpool’u fena vurmuştu. Senelerce süren aramalar, şirketin batması ile zirveye varmış, Waterpistol ancak 1995’te yayınlanabilmişti. Devrim, gecikmeli gelmişti ve devrimi yapan grubun adı Oasis’ten başkası değil. Shack, Liverpool’un barlarında kalmayı sürdürmüştü.

1992’de çekilmiş o belgeseli neden tekrar tekrar izliyorum? Bir şarkı için. Mick Head ile kardeşi Liverpool’u, yaşadıkları ortamı, griyi anlattıktan sonra bir şarkı çalmaya başlıyorlar. Yukarıdaki videonun 2. dakikasından itibaren dinleyebilirsiniz. Adı Undecided. Bugün dahi Shack’in en bilinen şarkısı. Fakat burada enteresan bir şey oluyor ve nakaratı kaçırıyorlar. Şarkıyı yanlış çaldıkları için küfredip baştan başlıyorlar. İşte o an, ilk kez izlerken, hayatımda duyduğum en güzel şarkılardan birini dinlediğimi anlamıştım. Orijinali zaten öyleydi ama o yanlış çaldıkları an daha muhteşemdi. Head nasıl bunu göremezdi? Kendi kendimi yiyor, sürekli videoyu şarkının başladığı ana getiriyordum. Bundan daha güzel bir gitar melodisi duymadığıma eminim. Fakat nakarat, esas inanamadığım yeri burasıydı. Shack bunu görememişti. Belgesel ekibinden kimse de söylememiş olmalı. Tarihin en güzel şarkısı gerçekten henüz yazılmamış olandır. En azından yazılması gerektiği gibi yazılmamış olan. Keşke görselerdi.

Şimdi Shack’in Wikipedia sayfasına girip Waterpistol’un başına gelenleri okuduğumda farklı düşünüyorum. Stüdyodaki yangın, California’daki bagaj, prodüktörlerin aptallığı değildi onları başarısızlığa götüren ve hikayelerini unutulmaz kılan. O melodiydi. Onu görememişlerdi. Görseler belki yine farklı olamayacaktı. Ama görememişlerdi işte.

Liverpool bunu göremeyenlerle dolu. Bir şehri tanımanın en iyi yolu McDonalds’ta yemek yemektir. Bunu en iyi orada deneyimleyebilirsiniz. İçeri girdiğiniz anda sizi saran gri duygu, fast food zincirinin kırmızısıyla bile gitmiyor. Fonda Rihanna çalmıyor, The Coral çalıyor ve siz daha fena oluyorsunuz. Kapitalizmin Liverpool ile imtihanı hüzünlü bir İngiliz pop şarkısının sosuna bulanıyor ve kasadaki kız sizin aksanınızdan BigMac istediğinizi anlayamıyor. Burada “Bihmah” diyeceksiniz.

Michael Owen’la Michael Head’i kıyaslamak belki de saçma. Biri milyon dolarları cebine indirmiş, zirveyi de dibi de görmüş, dünyanın en büyük kulüplerinde oynamış bir futbolcu. Diğeri ise Michael Head işte. Küçük başarılara talim olmuş, doğduğu yerde ölecek olan adamlardan. Muhtemelen oradaki barlarda rastladığınız ve ilerlemiş yaşına ve parçalanmış yüzüne rağmen nasıl bu kadar içebildiğini anlayamadığınız abilerden biri daha. Owen ise bıyık bırakıp fotoğrafını Instagram’da paylaşıp binlerce like alabilen biri. Arada sanki bir fark var. Arada sanki kocaman bir fark var. Head’e Owen desek küfrü basıp yüzünü çevirecektir muhtemelen. Olsun önemli değil.

Sadece, Shack’in kaçırdığı şeylerle Liverpool’un kaçırdığı şeyleri bazen birbirine çok benzetiyorum. Sanki şehrin her köşesi yüzlerce böyle hikayeyle dolu. Sanki burada hiç kimse istediği hayatı yaşayamamış gibi. Sanki Shack’in yanlış çaldığı şarkı ile Michael Owen’ın yanlış tercihleri bir yerde birbirini tamamlıyor. Bu çok acayip bir duygu ve sizin futbol takımına duyduğunuz sevgiyi “dilencilik” etiketi ile mizah malzemesi yapan hiç kimsenin anlayamayacağı bir şey.

Her şey Michael Owen’la başladı. Bir Shack şarkısıyla sona ermedi. Zaten o şarkı asla tam olarak istediğim gibi çalınmadı. Aston Villa’dan 3 yemişiz öyle mi? Gri hissetmek için harika zamanlardayız. İlişki durumumu “Kararsız” olarak değiştiriyorum.