Skip to content

Acı Vatan Roubaix

Bu dünyadaki en güzel yarış bu.

Ortaokulda Fransızca hocam, Emile Zola’nın Germinal kitabıyla ilgili ödev verdiğinde tanışmıştım Fransa’nın bu kederli, makûs talihli, çileli bölgesi ve onun insanlarıyla. Zola, ‘Nord-Pas-de-Calais’ bölgesini, maden işçilerini ve madenlerini o kadar derin anlatmıştı ki terk edilmişlik ve yalnızlıkla beraber. Büyük heyecanla yıllar sonra bölgeye gittiğimde üstadı daha iyi anlamıştım. Heyecanın sebebiyse bölgenin şu an en bilinen olayı ‘Paris-Roubaix’ adlı tek günlük bisiklet yarışından başka şey değildi.

Destansı ünü Fizan’a kadar ulaşan bu tek günlük bisiklet klasiği herkes için farklı anlamlar ifade eder. Zira bir kez izlediniz mi ya da bir şekilde tanık oldunuz mu ‘destansı, epik’ gibi tanımlamaları başka spor olayları için kullanmakta zorlanabilirsiniz. Paris-Roubaix parkurunun taşlı yolları, yağmur-soğukla beraber çamur, yosun ve acı deryasına dönüşen toz-toprağı, bisikletçilerle beraber sizi çekip girdabına alır, başka bir boyuta atlatır.

Bisikletçiler ise nefret eder ya da tutkuyla bağlanır. Bu modern savaşçılar acı dolu saatlerin ardından ertesi yıl tekrar gelmek için can atarlar, bağlılıkları tutkunun ötesine geçer.

Bazıları ise bir daha yarışmamak için bırakır ancak göz ucuyla da Roubaix Velodromu’ndaki finişin aktörü olmayı arzular. Çünkü nefretin içinde dahi bu ‘zorların zoru’ büyük klasik yarışta içten içe zafere ulaşamamanın verdiği derin haset yatar. Hatta Hollandalı bisikletçi Theo de Rooij bu iki duyguyu tek bir potada eritebilmiştir: “Bir hayvan gibi çalışıp uğraşıyorsun, pedal çeviriyorsun, işeyecek zaman bile bulamıyorsun, altını ıslatıyorsun, çamur, toz, toprak içinde bisiklet kullanıyorsun, sonunda kayıyorsun ve… bu yarış tamamıyla bir saçmalık” der 1985’te kaza yaptıktan sonra uzatılan mikrofona… Ardından “Tekrar Paris-Roubaix’de yarışacak mısın?” sorusuna ise “Kesinlikle! Bu dünya üzerindeki en güzel yarış bu” diye cevap verir.


Yarış, sezonluk takvimde yer alan ve ilkbahar aylarına denk gelen beş büyük ‘tarihi eser’ kabul edilen tek günlük klasiklerin Kraliçesi unvanını bu nedenlerden elde etmiştir. Aynı zamanda “La Doyenne” olarak bilinen Liege-Bastogne-Liege yarışından sonra en eski klasiktir. Ama kazanması en zor olanı budur. Hep ulaşılmazı oynar.

15 kez iştirak ederek ‘Kraliçe’ye en tutkuyla bağlı isimlerin başında gelen 80’lerin ünlü Fransız bisikletçisi Gilbert Duclos-LaSalle: “Bu yarış için yaratılmışım, peki hanımefendi beni kabul ediyor mu?” dedikten sonra 38 yaşında en yaşlı kazanan (2 kez) olunca “Çok peşinden koşup, baştan çıkarabilirseniz size tüm şan, şöhret, zafer, gurur ve ne isterseniz sağlıyor” demişti. Tüm bu çetrefilli muhteviyatından dolayı da asıl lakabı ‘Kuzey’in Cehennemi’ deyimi doğmuştur.

Lakin bu betimlemenin derinliklerinde başka örgüler dokunagelmiştir. Kuzey Fransa’nın Belçika sınırı boyunca şimdilerde sapa kalan, bu eski sanayi bölgesinin arnavut kaldırımlı, tozlu, topraklı yollarının zorluğu aslında bölgenin tarihinde yaşananların ve buradaki hayatın zorluklarının bir izdüşümü gibi.

Her yıl Nisan’ın ilk haftasının sonunda Pazar günü gerçekleştirilen eşsiz yarışın tarihi 19. yüzyıl sonuna dayanır. Genellikle tarihte bisiklet yarışları ya bir gazetenin, derginin kendi promosyonu amacıyla ya da o bölgenin veya ülkenin turistik, tanıtım emelini hayata geçirmesiyle ortaya çıkmıştır. Paris-Roubaix ise Roubaix’li Theodore Vienne ve Maurica Perez adlı iki tekstilcinin inşa edip sahip oldukları ‘Velodrom’un tanıtımı için Paris’ten kendi komünlerine, velodromda sona erecek bir bisiklet yarışı düzenleme fikriyle ortaya çıkmıştır. 1896’da ilki yapıldıktan sonra da yarış ivmeyle popülaritesini artırmaya başlar.

Ancak henüz taşlı yollar etkisini göstermemiştir. Birinci Dünya Savaşı sırasında en sert çarpışmaların yaşandığı bölgelerden biri olarak 1919’daki dönüş yarışında herkes şaşkındır. Savaş sırasında oluşan fiziksel, ruhsal tahribatın izlerini, fakirliği, yolları, toprağın halini görenler cehenneme geldiklerini düşünür. Ne tek bir ağaç, ne de sağlam bir yol kalmıştır. Her şey dümdüz olmuştur. Fiziki ve beşeri nedenlerden burası herkesçe ‘Hell of the North’ (L’enfer du Nord, Kuzey’in Cehennemi) olarak bilinmeye başlar. O edisyonu 12 saat 15 dakika ile kazanan efsane isim Henri Pelissier, yarışı “Bu kesinlikle bir yarış değildi, bir hac yolculuğuydu” diye anlatır.

Halen bölgeye gittiğinizde iki dünya savaşından kalan sığınakları, top yuvalarını tüm izleriyle görmek mümkün. İkinci Dünya Savaşı’yla beraber başka derin izler oluşur Kuzey Fransa’nın ruhunda. Arnavut kaldırımı yolların parkurda artmasıyla beraber 50’lileri takiben yarış iyice ivme kazanır. Hatta taşlı yollar kayboldukça, yerlerine yenisi bulunur. Ancak 60’larda taşlı yollarda yoğun bir eksilme yaşanır. Yarışın direktörü ünlü Jacques Goddet de yardımcısı Albert Bouvet’ye “Kuzeye git ve bana daha çok “hac” malzemesi (taş) bul” direktifini verir. Goddet aynı zamanda dostu olan eski bisikletçi Jean Stablinski’den de yardım ister. Stablinski, bu bölgeye zamanında madende çalışmak için göç eden Polonyalı sayısız aileden birinin çocuğu olarak büyümüş, hatta çocukluğunda madende çalışmış, bölgeyi avcunun içi gibi bilen birisidir. O dönemde İspanya Bisiklet Turu ve Dünya Şampiyonluğu kazanmış hatırı sayılır bir bisikletçidir. Arayış sırasında Stablinski, Bouvet’yi hiç bilmediği yollara götürür, akabinde de Wallers-Arenberg ormanında kendi eski çalıştığı madene giden yolda 1967’de bir geçit keşfederler.


Şimdilerde Tranchée d’Arenberg olarak ‘mitik’ hale gelen 2.4 km’lik çok tehlikeli, taşlı dar yolu… İlk başta tehlikesinden dolayı endişe hâkimdir ancak Goddet herkesi “Kimse yarışı bitiremese bile, biri bitirir” diyerek sakinleştirmeye çalışır. O ‘biri’, 1968’de ‘Arenberg’li ilk yarışta zafere ulaşan ‘yamyam’ Eddy Merckx’ten başkası değildir. 1972’de bu geçitte 50 kişi birden kaza yapar. 1998’de Johan Museeuw kaza sonrası neredeyse kangren nedeniyle bacağını yitirecek hale gelir. Hatta arada bir dokuz sene parkurdan kaldırılır. Eddy Merckx, Arenberg için “Finişe uzak olması itibariyle kazanabileceğin değil belki ama kaybedeceğin yer orası” diye söz eder.

Yıllar geçtikçe önem kazanan taşlı yolların korunması ciddi sorun haline gelirken, 1982’de kurulan ‘Les Amis de Paris-Roubaix’ (Paris-Roubaix Dostları) grubu her yıl binlerce kişinin katkısıyla yılda 10-15 bin euroluk bir masrafla hayvan, traktör geçişlerinden, sert kış şartlarından etkilenen taşlı yolların bakımını gerçekleştirmekte. Ulaşım nedeniyle geçmişte düzleştirilen yolların yerine, kıyıda kuytuda kalmış yeni sekansları bulma telaşındalar aynı zamanda. Zaten eski yollar koruma altında. Üstelik yarışın direktörü Jean François Pecheux devamlı kasabaların yol taleplerini karşılamak için çırpınıyor. Çünkü bölgenin en önemli turizm geliri bu yarıştan geliyor.

Bölgedeki kronik işsizlik, endüstrinin yok oluşu ve bununla beraber ırkçılığa varan aşırı sağa eğilim bölgenin sorun yumağının bazı parçaları. Yol boyunca görebileceğiniz eski ağır sanayi ve madencilik döneminden kalma terk edilmiş fabrikalar, kullanılmayan maden şaftları, yarattıkları hüzünlü ve yalnızlık havasını sürdürmekte. Velhasıl Paris-Roubaix bölgeye nefes aldırıyor. Hatta Fransa’yı Belçika, Hollanda ve İngiltere’ye bağlayan ulaşım ağının ana geçiş noktası olan Lille ve bölge toprakları bir kalkınma içerisinde. Futbol takımına olan etkisini dahi gözlemlemek yeter. Gelişmekte olan bölgede yarışın son 750 metresini oluşturan tarihi velodromun daha modern kapalı versiyonu hemen eskinin yanına inşa edilmekte. Tarihi velodrom ise Paris-Roubaix şampiyonlarının adının kazılı olduğu plakaların bulunduğu ‘duş duvarları’yla sonsuza dek var olmaya devam edecek.

Zaten tüm bu acılar o velodromda zaferi elde ederken ellerini havaya kaldırıp, ismini duş duvarına yazdırıp, ardından kocaman bir ‘arnavut kaldırımı taştan kupa’yı almak için değil mi? Son yılların büyük şampiyonlarından Belçikalı Tom Boonen’ın da dediği gibi “Yarış biter, kazanırsınız ya da kaybedersiniz, acı içindesinizdir. Ancak duşa girip o isimleri görünce sadece ertesi yılı düşünmeye başlarsınız.”

Tüm Paris-Roubaix çılgınlığı bana bisiklet erbabı Aydan Çelik’in sözünü hatırlatır: “Bisiklete binen insan, vuslata ermiş bir âşık gibi kör olur ve her âşık gibi, dünyayı olduğu gibi değil, olması gerektiği gibi görür.” Saygılar…


Parkur nasıl?

İsmiyle müsemma olmayıp Paris’ten değil Compiegne’den başlayan yarış 258 km ve 27 taşlı sektörden (51.5 km) oluşur. Bu yılki parkurun Aulnoy, Famars ve Millonfosse adlı üç taşlı yol bölümü geçen yıl eklendi. Arenberg öncesi ve sonrasına gelmesi nedeniyle çok stratejik. İlk 100 km sonrası son 150 km içinde 27 sektör geçilecek. Her taşlı yol bölümü, taşların düzensizliği, yolun darlığı ve zorluğuna göre beşten bire kadar yıldız skalasında değerlendirilir. Örneğin Tranchée d’Arenberg sekansı beş yıldızlıdır. Taşlı yollar bölümü Troisvills ile başlar. Buraya “Cehennemin Kapıları” denir.

Kimler favori?

Hafif, cılız, tırmanış uzmanı bisikletçilerin uzak durduğu bir klasik. Rulör, sprinter ya da zamana karşıcı sınıflarından gelen kilo olarak daha ağır tipte isimler genelde kazanır. Yetenekli olmak, yola alışkın,tecrübeli olmak, doğru vitesi seçip doğru kadansı tutturmak ve biraz da şanslı olmak önemli. Taşlı yollarda hızlı gitmek, önde gitmek ve yolun doğru tarafını seçmek mühim. Her yıl bisiklet markaları yeni karbon teknolojisini ve alüminyumu da kullanarak daha uzun kadrolu, güçlü boğazlı, özel lastikli “Roubaix” modelleri üretirler. Lakin yine de beton delici alet efekti yaratan taşlarla beraber lastikler patlar, bisikletler kırılır. Kaza şansı çok önemlidir. Ha yıllar önce çok önemli bisikletçilerle çalışan ünlü direktör Cyrille Guimard ise şöyle der şans için: “Şans yoktur. Paris-Roubaix’de kendin yaratırsın. Eğer düşüyorsan, sen hata yaptığın içindir. Eğer lastiğin patlıyorsa, bu sen bisiklete binmen gerektiği gibi binmediğin içindir. En iyilere bir bakın, zar zor lastikleri patlar ve kaza yaparlar.”

Demin saydığımız tarzda bisikletçiler arasından bu yıl en büyük favori geçen hafta Ronde’yi de kazanan ve burada üç şampiyonluğu bulunan Belçikalı Tom “Tommeke” Boonen. Boonen bu sene kazanırsa bu yarışı 4 kez ile en fazla kazanan isim olan ve “Mr. Paris-Roubaix” olarak bilinen vatandaşı Roger De Vlaeminck’e yetişecek. De Vlaeminck’in kabuslar gördüğü söyleniyor son günlerde. 2010 şampiyonu Spartaküs lakaplı İsviçreli Fabian Cancellara geçen hafta Ronde’de geçirdiği kaza sonrasında yok ne yazık ki. İtalyan Filippo Pozzato, İtalyan Allessandro Ballan ve geçen yılın sürpriz şampiyonu yarışı bitirdiğinde toz toprak içinde sevgilisine velodromda evlilik teklif eden Johan Van Summeren yarışın favorileri. Bu arada Van Summeren evlendi bu teklifin ardından. Hatta yüzükleri bile Roubaix’nin taşından esinlenerek dizayn edildi. Doğal olarak diğer 200’e yakın modern gladyatörlerden de yarışı kazanan çıkabilir. 200 bisikletçi her taşlı yol sektöründen önce önde yer kapıp kendine avantaj elde etmeye çalışacak. Bir kez taşlı yolda problem yaşadınız mı geri dönüşünüz imkansız hale gelebilir. Arazi araçlarının dahi süspansiyonlarının dayanmadığı yollarda Hiltiler gibi, 200 Spartalı gibi mücadele edecekler.

Tutkunun Esirleri

Yarış direktörü Jean François Pecheux “bu yarışı kazanmak için sadece çalışmanız yetmez” der. “Paris-Roubaix ile yaşamanız, bunu kafaya takmanız gerekir” diye ifade eder. Buna belki de en iyi örnek ABD’li George Hincapie’dir. Bu yıl 17. kez katılacak olan Armstrong’un kadim dostu “Big George” kariyeri boyunca hep bu yarışı kazanmak istedi. 2006’da taşlı yolda son derece modern, karbon fiber özlü bisikletinin gidonu yolun vibrasyonu karşısında dayanamayınca kırılmıştı. Hincapie de sert bir şekilde düşüp, kaburga ve omzunu kırmıştı. Acı içinde bisikleti bir tarafta kendisi bir tarafta hayal kırıklığıyla yol kenarında kala kalmıştı. Lakin ertesi yıl geri döndü. Kazanamadı bir daha denedi. Bu yıl yine deneyecek. Çünkü hayalinin peşinden koşuyor. Tutkusunun…

Frederic Guesdon da öyle. 17. kez katılacak Paris-Roubaix’ye yarın… Bir başka tutkunun esiri, Hincapie’den daha şanslı. 1997’de ipi göğüslemiş, taşı öpen isim olmuştu.

Serse Coppi

1949’da yarışı kazanmaya doğru giden Andre Mahé velodroma geldiğinde kalabalığın içinde onu görevliler yanlış yönlendirince farklı bir yola sapar. Arka gruptan gelen ünlü Fausto Coppi’nin kardeşi Serse Coppi sprinti yarışı kazanır. İtirazlar, hakem kararları derken ikisi de yarışın galibi ilan edilir. Coppiler tepki görür. Ancak 1951’de Serse Coppi başka bir yarışta henüz 28 yaşındayken hayatını kaybedince ona özel bir arnavut kaldırımı taş yapılır. Bu yarışta kazanmak kaybetmek tabii ki önemlidir. Lakin yarış sonunda o efsane duvarlı duşlara girdiğinde herkes birbirine kahraman gibi bakar. Çünkü aynı zorlu yollardan geçip hayatta kalmışlardır. Yaralarını kaza hikayelerini paylaşırlar. Hem fiziksel hem de ruhsal… Zira Paris-Roubaix yarışını bitirmek dahi başlı başına fizikselden öte ruhsal bir meseledir. Duşlarda Serse Coppi, Andre Mahé, Jan Janssen, Eddy Merckx gibi eski şampiyonları hatırlayıp çamurlarından, tozlarından ve duygusal yüklerinden arınırlar…

Paris-Roubaix’yi nasıl anlattılar?

Bernard Hinault: 1981’de yarışı kazanmasına rağmen, “Paris-Roubaix bir kandırmaca. Saçmalık” der. Sonra da bir daha katılmaz.

Fabian Cancellara: “Yarışırken yoldan nefret edersiniz. O da sizden nefret eder. Fakat bu zaten taşlara karşı verilen bir savaştır. Siz vs. taşlar. Ya kazanırsınız ya da kaybedersiniz.”

Filippo Pozzato: “Cehennemin tam karşılığı. Çok tehlikeli, özellikle de Arenberg’e 60 km/saat hızla girdiğiniz an. İnanılmazdır. Bisiklet her yöne doğru gider. Hareket edemezsiniz.”

Yakında hayata veda eden eski şampiyonlardan efsane Franco Ballerini: “Taşlı yola girdiğinizde kollarınızı sabit tutmanız lazım. Hareket ettirirseniz kontrolü kaybedersiniz. Bu işin tekniği çok önemlidir” der. 1998’de kazandığında “Hayatımın en güzel günü” demişti.

Thor Hushovd: “Parmaklar ve eller berbat hale gelir. Saatlerce onları açamazsınız bile… ve kollarınız, omuzlarınız, sırtınız, boynunuz vücudunuzun her yeri bir acı çuvalıdır artık. En az bir hafta kendinize gelemezsiniz!

Son bir not: Pazar günü önce ve belki yarış günü de yağmur bekleniyor. Bisikletle kafayı kıranlar için bundan daha iyi haber olamaz. Çamurda rüyasını kovalayanlar…